Usûle Dair Kur'an Okumaları

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-2

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-2 | Ha-Mim

Dikkat edersek, Allah’ın yaratması olan fıtri halimiz değil de modada ne varsa ona göre hareket ediliyor. Birisi yeni bir tarz çıkarıyor. Bunun şu veya bu şekilde reklamını yaparak topluma bildiriyor. Nasıl bildiriyor? Toplumda insanların dikkatini çeken figürlerin; müzisyenlerin, spikerlerin, influencer’ların, youtuber’ların vs. üzerinde uygulama yaparak o güzellik algısını empoze ediyorlar. Ve bu kişiler kendilerinin empoze edilmesine müsaade ettikleri için normalize mekanizması çalışarak, kendi değer ölçülerini bozuyorlar. Böylesi akımların gerisindeki büyük resme bakacak olursak, dünyevi olan bütün çıkarcılar bunlardan faydalanıyor. İnsanın yaratılış maksadı ise çöpe gidiyor. 

“Ben şimdi böyle hissediyorum,” dediğim zaman kendimize ilk sormamız gereken soru, “böylesi benim yaratılış maksadıma daha uygun olan mıydı?” olmalıdır. Yaratılanların Yaratıcılarıyla bağının koparılarak, şöyle olsaydı, böyle olsaydı daha ‘’güzel’’ olurdu gibi tartışmaların yapıldığı ortamlarda dikkatli olmalıyız. Hangisi bizim yaratılışımızdadır? Hangisi benim varlık fabrikamın Sahibinin tercihidir? Dikkat edersek anlarız ki Kur’an, Yaratıcının tercihini bize bildirmek için konuşur. Ben fıtratımı bozduysam beni Yaratıcının tercih ettiği halime davet eder. 

Bir bilgisayar düşünelim. Bilgisayarın yazılımı bilgisayarın her bir parçasıyla ilgilidir. Yani bir tuşa basmamız o yazılımdaki bir koda karşılık gelir. Ancak biz bilgisayarın mesela klavyesindeki tuşlarının bir kısmını çıkartırsak o tuşlar eksik kalacak. Tuşların arka planında yazılımı olmasına rağmen o tuşlar bilgisayarın bedeninde olmadığı için çalışamayacak. Hatta bir bilgisayara o bilgisayara uygun olmayacak kalitede bir parça ekleseniz bile bilgisayarın işlevini bozmuş olursunuz. Artık bilgisayarın yazılımı donanımına (yani parçalarına) etki edemez hale gelir. Çünkü yazılımın etki edeceği parça başkaydı. Ama artık yok. O halde işlevsiz kaldı. Bunu da tıpkı bizim bedenimize olan müdahalelerimiz gibi düşünebiliriz. Yazılımını kendimizin yazmadığı ve donanımını yaratmadığımız bir beden üzerinde söz sahibi olup parça değişimi yapmaya çalışıyoruz. Bu ne kadar mantıklı bir karar olur? Firmalar bile “kullanıcı hatasından dolayı garanti kapsamına girmez, bizden kaynaklı bir problem olursa biz ancak ürünümüzü garanti kapsamında tamir edebiliriz,” derler. Çünkü bu durum onların sorumluluğunda olan bir şey değildir. Kullanıcı hatasından dolayı bir sorun oluşmuşsa üstüne ücret ödeyip bilgisayarınızı yaptırabilirsiniz. O halde bedenimizdeki herhangi bir uzvumuzu değiştirdiğimizdeki sorumluluk tamamen bize aittir. Eğer pişman olursak fabrika Sahibine gidip özür dilediğimizde elbette geri çevirmeyecektir. Çünkü O’nun her yaptığı Rahmetindendir. Affetmek de O’na zor gelmez. Yeter ki O’nu tanıyıp O’na müracaat edelim. Belki bedenimiz üzerinde yaptığımız o değişikliği bu dünyada geri getiremeyeceğiz ama en azından o tövbe ile ruhumuz yanlış yapılan şeyin itirafıyla rahatlayabilir. Allah’ın Rahmeti geniştir, geniş olduğunu şu anda hatalar yapsak bile bizi yaratmaya devam ediyor oluşundan anlayabiliriz. 

Kendi tercihlerimi neyi referans alarak yaptığıma dikkat etmeliyim. ‘Bu doğru’ dediğim konuları, ‘ben öyle hissediyorum’ noktasını gündemime getirip “ben bu duyguyu nereden beslendim? Yaratılıştan mı? Yoksa toplumdan kazandığım normalize olmuş davranışlardan mı?”, “Kendi kişiliğimdeki komplekslerden, egoistik, bencil tavırlarımdan dolayı mı bunlara ben kendimi kaptırıp gidiyorum” diye sorgulaması gerekiyor. ‘Burun şu veya bu şekilde yaratılmış ama ben beğenmedim. Herkes ameliyat oluyor, ben de ameliyat oluyorum. Ne var bunda?’ deyip Yaratıcının bana verdiği şekli toplumun değerlerine göre başka bir burun şekline değiştirmeyi tercih ediyorum. Sonra bu yaptığımın gayet normal olduğuna inanmaya başlıyorum. Ardından Kur’an’ın, yaratılıştaki olan şekliyle kadına, erkeğe, sahip olunan şeylere, dış görünüşe, insanlar arasındaki ilişkiye, bir toplum hayatının yönetilmesine dair kurallarını kendime ters buluyorum. Acaba o kurallar mı ters, yoksa ben mi kendimi ters yaptım diye sormuyorum. Problemimiz budur.

Bunların yanı sıra değerlerin değişmesine de saygı duyulması için zorlanıyor. Bu gibi durumlarda bu zorlamayı kabul etmek yerine insanları fıtri haline davet etmek daha uygun bir tavırdır. Fıtri olanı tercih etmek ise Yaratıcıyı tanımak ile mümkündür. Çünkü Yaratıcısıyla bağ kuramamış bir insanın toplumun yapay kurallarına karşı durması çok mümkün görünmüyor. Eğer bu durum bizde varsa bizim o yönümüze karşı bir duruş sergilememiz gerekiyor. ‘Fıtratı bozmama tercihi’ her ne kadar ‘’mahalle baskısı’’ nedeniyle zor olarak görünse de asla imkansız değildir. Bozduysak bile Yaratıcımızla her zaman bağlantı haline girip bu durumdan dolayı üzgün olduğumuzu itiraf edebiliriz. Tövbe edebiliriz. Bu itiraf gerçekten insani bir tavırdır. ‘Ben yaratıldım, benim yaratıcım beni en güzel şartlarda ve biricik şekilde varlığımın maksadına uygun olarak yaratır. Bu anlamlı ve hikmetli yaratılıştaki güzellik… vs. cümlelerini söyleyip, ‘toplumda karşılık bulur mu? Arkadaşlarım beni yalnız bırakır mı? Çevrem ne der?’ endişelerine kapıldığımızda, değişen toplum referanslı bir beden, dış görünüş veya madde temelli bir değer bulma arayışına, belki o anda farkına varamasak bile, kapılmış bulunuruz. Her kim olursa olsun, kendimiz veya bir başka arkadaşımız, soracağımız soru, tercihlerimizin arka planını sorgulayacak şekilde ilerlemeli: “Bunu gerçekten böyle mi hissediyorum, yoksa suni olarak normalize edilmiş davranışları kendime bir ölçü birimi olarak mı alıyorum?“

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-2 | Ha-Mim

Mesela kırışıklıklarımız var. Saçlarımız beyazlaşıyor. Ne güzel değil mi? “Aaa ama saçlarda beyaz moda değil, o zaman boyayım.” Derken hangi düşünce temeli üzerine bu cümleleri söylüyoruz dersiniz? Acaba sakal veya saçlarımız neden beyaz olarak yaratılıyor, diye ardındaki mânâyı sormadan böylesi bir yaratılışın üzerinin kapatılması insanın kendi gerçeğini tanımasını, bir gün öleceğini hatırlamasını zorlaştırır. Burnumun diğerlerine göre biraz eğri yaratılmasının bir maksadı var olmalı. Saçımı öncesinde beyaz değil de şimdi beyaz renkte yaratarak bir şey söylüyor, bana bir mesaj veriyor olmalıdır. Saçım tesadüfen oluşamayacağına göre, beyaz olarak yaratılması da kasıtlı bir tercih üzere olmalıdır. Bir olayda kasıt varsa anlam vardır ve hiçbir olay tesadüfen oluşamayacağına göre her olay kasıtlıdır ve dolayısıyla anlamlıdır. Fıtri halini kendi tercihine göre değiştirenler o yaratılış biçiminden alınması gereken manalarla beraber Yaratıcıyla bağlantı kuramaz. Toplumun empoze ettiği değerleri öngörüp yaratılıştaki hikmeti dikkate almak istemeyenler kaçınılmaz olarak Kur’an’ın mesajını da anlayamayacak duruma gelirler. Değer altyapılarının farklılıklarından dolayı Kur’an’ı eleştirir ve kendilerini haklı zannederler.

Hem biricik olmak istiyoruz, hem de öyle olduğumuzun farkında değiliz. “Yüzde yüz esma tecellisi” isimli yazıdan şöyle bir parçayı alıntı yaparak okumak isteyen arkadaşlarımıza referans vermiş olayım:

“Nerede benim ‘özel’liğim? Nerede bulacağım “kendi”mi? Ah nasıl göz göze geleceğim kendimle? Apayrı, bambaşka, biricik bir ruh taşıdığımı nasıl anlatayım insanlara? Herkes gibi olmanın kafesinde tıkılmışım işte! Herkes gibi sanılmanın sıradanlığında küllenmek üzere kabiliyetlerim neredeyse!”

“Herkes gibi olmak bizi herkesin gözünde normal yapıyor, hiç kimse gibi olmak ise kimliğimizi ve özel’liğimizi teminat altına alıyor. Aynada yüzümüze baktığımızda, hem “herkes gibi” olduğumuzu hem “hiç kimse gibi” olmadığımızı görüyoruz.”

Bu verdiğimiz örnekler benim Yaratıcı ile olan bağımın, hangi temeller üzerine oturtulması gerektiğini ve oturtulmadığında Yaratıcımla olan bağımın kurulmamasıyla sonuçlanan bir önizleme sürecini gösteriyor. Toplumun benim üzerimdeki yapay, yaratılışta olmayan etkisinin beni yönlendirdiğinin farkına varmadığımda Kur’an ile bağımı kuramayıp: “Şu ayet ne diyor?” Diye sorarım. Birisi çıkar gelir. Bu konuda bilgilidir de ama olayın temel mantığını anlamadan, ne olup bittiğinin çok fazla farkına varmadan yani hastalığı teşhis etmeden şifa olacağını zannettiği cümleleri sarf etmeye başlar. Fakat iyi niyetle başlayan bu yardım süreci fıtratını kendi tercihleriyle bozmuş, değer algıları değişmiş olan bu insanların gönlünü kazanacağım, memnun edeceğim diye de ayeti çarpıtmayla son bulabilir, ki hastaya yanlış ilaç vermek çok tehlikelidir.

Kur’an, “bende   عِوَجًاۜ yok derken, tutarsızlık yok der. Biz Kur’an’ı anlatırken onu zorla kendi maksadından çıkartıp bizim kendimizin suni olarak geliştirdiği maksatlarımıza uydurmak için büküyoruz, kıvırıyoruz, istikametini bozuyoruz. Herkes değil ama yapanlar var. Bizim de uyanık olmamız lazım. Bunun için önce kendimizi عِوَجًاۜ yapmayacağız. Kur’an’ın عِوَجًاۜ olmadığını anlamak için kendimi toplumun gidişatına salıvermeyeceğim. Görüşlerimi dinleyen olursa da anlatırım, yardımcı olmaya çalışırım. 

“Biz doğaya müdahale ettik, daha verimli hale getirip modifiye ettik,” diyorlar. Evet yaptık. Ne yaptık? Evrenin güzel sistemini kafamızdaki yapay düşüncelere uyarak bozduk. Allah da bize haber veriyor. 

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

“ İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmını Allah onlara böylece tattırıyor.” (30:41)

Yaratılıştan kaynaklı bir durum değil, yaratılanlardaki hikmeti görmek ve faydalanmak yerine insanların kendi kaprislerine, moda olan akımların akışına kapılıp yaratılışın mükemmel düzenine parmak karıştırıldığından dolayı bu durum ortaya çıkar. İnsan iradesinin özgürce tercih etme özelliğini, bize verilen imkanları çarpıtıp düzeni faydalı yerlerde kullanmak yerine hoyratça kullanmamızın sonucudur. Ortaya çıkan sosyal, psikolojik, jeolojik, ekonomik problemler, Rabbimizin Rahmeti ile bizlere vazgeçmemiz için bir hatırlatmasıdır.

Dindar bir kişinin toplumda olup bitenler hakkında herhangi bir bilinci yoksa, bu işin dindarlığı bir şey ifade etmiyordur. Sosyal ve siyasal bilinçlilik çok önemlidir. İman, imanın hakkaniyeti eğer bizi sosyal hayatın etkisinin bilincine ulaştırmamışsa, ondan pratik hayatımızda bir fayda gelmez. İmani gerekçelerini tam kavramadan genel bir anlayış ile dinin gereklerini yapmaya devam eden bir kişinin (kısaca âvâmın) namaz kıldığı gibi sen de kılarsın ama bu durum senin kapasitene göre, imanın hakkaniyetinin mantıki gerekçelerini anlamış olmak, imanın hakkaniyetine teslim olmak, duygularını o teslimiyet doğrultusunda terbiye etmiş olmak anlamına gelmez. 

Toplum çok hızlı değişiyor, birkaç nesil sonra bunların unutulmaması için hiç olmazsa bizim şimdi bu gerçekleri kendi hayatımıza uygulayarak ayakta tutmamız lazım. Bunları iyi tespit edelim. Kendisini عِوَجًا yapan, yani kendi fıtratını yaratılışından saptıran kişi Kur’an’ı yetmez görecek… Zaman dışı, hurafe görecektir. “Ama efendim Kur’an’da kadınlar şöyle yaptı, erkekler de böyle yapıyor işte. Bir şahit, iki şahit olur mu? Mirasta niye yarım ki?” diye başlanacak kıvırmaya. Niye? Şimdiki toplumun materyalist medeniyetinin sonuçlarını sorgulamadan temel alıp bu medeniyetin ürünlerini, İslam’ın kendi medeniyetinin ürünleriyle ölçerek karar veriliyor. Terazi bozuk olduğu için tartı sonucu yanlış gösteriyor. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz seküler medeniyetin dayatması sonucu yaşanılan hayat şartlarını sorgulamamız gerekir. Yani önce kendi kıvrılmışlığımızı tespit etmeliyiz. Ancak o zaman İslam’ın nasıl bir inanç olduğuyla ilgili dünya görüşüne sahip bir insanın neyi teklif ettiğini bir değerlendirmeye tâbi tutabiliriz. Materyalist, yalnızca dünya hayatını hedefleyen bir anlayışa sahip kişinin  sadece ‘ben Müslümanım’ söylemine bakarak onda İslami inanç sistemine dayanan bir uygulamanın mantığını aramak mantıksızlıktır. Kısacası metre de bir ölçü aletidir diye patatesi metre ile tartmak gibi bir çarpıklık söz konusu.

İnsanlar gerçekliği olmayan düşünceler ile fıtratlarını bozuyorlar. Sonra fıtri olanı emreden Kur’an’ın dediklerine: “Aa böyle şey mi olurmuş bu devirde?” deme cesareti buluyorlar. Kur’an’ın قَيِّمًا (Kayyımen) oluşu burada devreye giriyor. Doğruluğu daim kılan, koruyan, muhafaza eden, sürekli geçerliliğini sağlayan anlamındadır. Her devirde her insan için geçerlidir ama insanlar kendilerini değiştirmişlerse, o onların problemidir. 

Kilit mi Bozuk, Anahtar mı Çarpıtılmış?-2 | Ha-Mim

Benim yaratıldığım şekilde Kur’an ile benim yaratılış fıtratımı anahtar-kilit uyumu olarak düşünebiliriz. Birbiriyle kilitlenir haldedir. Anahtar kilidine uygundur ama ben anahtarı bozduysam, anahtarın dişlerinin istikametini عِوَجًا yaptıysam, birini bir tarafa diğerini bir başka tarafa çektiysem kilidin içerisine dahi giremez bile. Aynı şekilde, yaratıldığı halini, toplumun seküler değerlerine sorgulamadan kaptırarak fıtri/ saf halini bozduğu duygularını Kur’an kilidinin içine sokup, “açmıyor, bak bu kilit bozuk,” diyor. Acaba kilit mi bozuk, anahtar mı çarpık? 

Kur’an “ben Kayyım’ım. Kayyım olduğumu da anlayabilirsin. Sen dahil herkese hâlâ hitap ediyorum. O halde önce kendi önyargılarını bir yokla. Toplumun değerlerini baz alıp ondan sonra mı bir sorgulamaya giriyorsun? Seküler medeniyetin dayatmalarını sorgulamak yerine, onları temel aldıktan sonra mı ‘Böyle şeyler mi olurmuş bu devirde?’ diyorsun? Üniversiteni bitirinceye kadar en az 16 yıl boyunca sana dayatılan seküler eğitimin dayattığı seküler dünya hayatını sorgulama kabiliyetinin dumura uğratıldığının farkında mısın? Hiç düşündün mü hangi değerlere göre sana verdiğim önerileri tartıyorsun? Anahtarını bozmadığından emin misin? dikkat et,” diye şefkatli bir şekilde seni uyarıyor. Uyarması sana kıymet verdiğini gösteriyor.

Bir su bardağını içi boş şekilde taşımak içine su doldurmadığımız sürece bize mantıksız gelir. Bu şekilde devam edersek “bu bardağı niye taşıyorum” diye sorgulayıp en sonunda bir kenara bırakırız. Ayrıca su isteyen birine içi boş bir bardak vermek anlamsızdır ve su ancak onun taşınabileceği bardağıyla beraber verilebilir. Yoksa suyu taşıyamazsınız. Dökülür. Aynı şekilde fıkhi hükümlerin imani temellerini vermeden fıkhi hükümleri topluma takdim etmek de cinayettir.

Kur’an’ın kayyım olduğunu, yani kendi hakikatini ebede kadar kaim kılacak, ayakta tutacak, muhafaza edecek özellikte olduğunu anlamak için, Kur’an’ın temel imani prensiplerinin mutlaka hayatımızda yer etmesi gerekiyor.

İmanın şartlarını şu sorularla sırasıyla ilişkilendirebiliriz:

– “Varlığın kaynağı kimdir?” : Allah’a iman.

– “Ben bu kaynağı nasıl tanıyacağım?” : Meleklere iman.

– “Tamam Allah var, yaratmış, inanıyorum ama şimdi ben bu toplumun içinde yaşıyorum ve bu toplumun değerlerini kendime prensip edindim. Onları neden sorgulayım? Bu davranışım ‘gerçekçi olmak’ değil midir?” : Allah’ın bana hayatımın yaratılış maksadıma göre düzenlememe rehberlik yapmak için insanın anlayacağı dilde konuşabilecek şekilde gönderdiği Vahye iman.

– “Peki ben şahsi hayatımı nasıl düzenleyeceğim? Bu konuşmanın içeriğini nasıl uygulamaya koyacağım? Bu konuda Allah’ın bana yardım etmesi gerekmez mi? Benim gibi bir insana vahyin içeriğini uygulama pratiğinin örneğini göstermesi gerekmez mi?”: Peygamberlere iman. 

– “Peki biz bu dünyada çabaladık ettik. Koştuk koşturduk, mal mülk edindik. Vahyin öngördüğü varlık anlayışını ne kadar değerlendirip kendime bir inanç sistemi edindim? Yoksa, kendimi bir Müslüman diye tanıyıp, Kur’an’ın iman temelleri eğitimine girmeden toplumun değerlerine göre yaşayıp gittim. Şimdi de Kur’an’ın yaşam tarzını seküler hayatıma bir elbise gibi giydirmeye çalışıyorum ve fakat elbise bedene girmiyor diye Kur’an bu devirde uygulanmaz iddiasıyla pratik kurallarını geçersiz ilan ettim. Mesela toplumun materyalist, bencillik esaslarına göre, şöhret için bir düğün yaptım, millete hava atacağım diye 10 yıllık birikimim uçtu gitti. Onun sonu ne olacak ya?” Hesabını vereceğiz bunların: Ahirete iman, 

– “Peki işte bak, kâinat böyle gidiyor, biz de böyle, toplum da böyle gidiyor, bu şartlarda ben irademi nasıl kullanacağım şimdi?”: Kadere iman.

Sen kainata karşı adaletsizlik yapamazsın, insanlara karşı adaletsizlik yapamazsın, hayvanlara, bitkilere hatta kainatın cansız varlıklarına hakaret edemezsin, adaletsizlik yapamazsın. Onlara siz kendi kendine oluşmuşsunuz, tesadüfen oluyorsunuz, sizin sahibiniz yok diye hakaret edemezsin. Bunlar gibi daha niceleri de iman hükümlerinin kapsamındadır.

İlgili Yazı : Yüzde Yüz Esmâ Tecellisi

Bölümler : 1 | 2 | 3

Yazar hakkında

Meryem Nur

Yorum yazın