Ders Notları

İtirazcının Ağzının Payını mı Vermek mi, Yoksa Kendi İkna Gerekçelerimizi Paylaşmak mı?

İtirazcının Ağzının Payını mı Vermek mi, Yoksa Kendi İkna Gerekçelerimizi Paylaşmak mı? | Ha-Mim

Hangi çağ ya da asırda yaşamış olursa olsun, herkesin kendi döneminin çocuğu olduğu muhakkak. Biz de, başka bazı isimlendirmeler yanında adına “dijital çağ” denilen kendi zamanımızın çocuğuyuz. İnternet kullanıyoruz, çoğumuzun sosyal medyada birden fazla hesabı var. Her gün vaktimizin bir bölümünü dünyadaki fikri, siyasi, ekonomik gelişmeleri takibe ayırıyoruz. Merakımıza, ilgimize bağlı olarak görsellere bakıyoruz, videolar izliyoruz…

Sözü şuraya getirmek istiyorum. Hepimizin -tarafgirlik mi, inanç mı ayırımına girmeksizin söylemek gerekirse- bir şekilde benimsediğimiz anlayışlarımız var, kabullerimiz var. Dijital dünyada sörf yaparken kendi kabullerimizle uyuşan, bunları besleyen, temellendiren ‘ada’lara uğradığımızda seviniyor, faydalanmaya bakıyoruz; aksi istikamette tablo ile karşılaştığımızda da rahatsız oluyoruz, öfkeleniyoruz, tepki gösteriyoruz…

Buradan da sözü şuraya taşımak istiyorum: Eğer kendimizi İslam mensubu olarak görüyorsak, İslam inançları aleyhindeki, mesela videolara rastladığımızda ciddi olarak hoşnutsuzluk duyuyoruz. Nitekim bu tür durumlarda kimileri videoyu hazırlayanlara ağır sözler söyleyerek kendilerini rahatlatmaya çalışıyor, kimileri ilgisiz kalıyor, kimileri de iğreti cevaplar yazmaya çalışarak aslında kendilerinin de o noktada ciddi eksiklikleri olduğunu gösteriyor. İşte sesli düşünelim diyeceğim yer tam burası.

Diyelim ki, Kur’an’ın bir veya birkaç ayetini diline dolayarak tenkit eden bir videoya rastladığımızda ne yapmamız lazım? Videoyu hazırlayana dil uzatmak mı, onu damgalamak mı, hiddetlenip uzaklaşmak mı, yoksa başka bir şey mi? Ben ne yaptığımı söyleyeyim: Böyle bir materyal ile karşılaştığımda, tenkide konu olan husus yahut hususlarla ilgili olarak zihnimden hızlıca bazı cevaplar üretiyor, hayalimde o kişinin karşısına geçiyor, kendimce itiraz noktalarına tek tek cevap vermeye çalışıyor, sonra da yetersiz kaldığımda çoğu zaman, “Yahu, aklı başında, dini bütün, bilgisi yeterli birisi çıksa da şu adamın ağzının payını verse” diyorum. Daha doğrusu diyordum. Fakat birkaç gün önce bir ders sonrasında yapılan müzakerede, bana çok sağlıklı, ikna edici, Kur’anî gelen bir değerlendirmeye şahit oldum. Orada gündeme getirilenleri sonradan şöyle şerh ederek not haline getirdim:

Önce Kur’an’ın tanımı ve mahiyeti hakkında doğru kanaatlere ulaşmak lazım. Eğer Kur’an’ın tarifi, ana mesajları, usulü vb. hususlarda doğru fikirlere ulaşılmamışsa eleştiri ve itirazlara sağlıklı cevap verilemez.

“Önce Kur’an’ın tanımı ve mahiyeti hakkında doğru kanaatlere ulaşmak lazım. Eğer Kur’an’ın tarifi, ana mesajları, usulü vb. hususlarda doğru fikirlere ulaşılmamışsa eleştiri ve itirazlara sağlıklı cevap verilemez. Aslında bunun da önünde “ulûhiyet” konusu vardır. Ulûhiyet konusunda emin bir temellendirmeye, Onun özelliklerini evrendeki tezahürlerinden hareketle delillendirmeye ulaşmadan bir yere varılamaz. Bunun için de kişinin önce kendisini merkeze alarak nasıl bir “Yaratıcıya” inandığını, niçin inandığını, bunun temellerinin neler olduğunu kendi dünyasında netleştirmesi gerekir. Bu da kişinin aklını ve öteki insanî duygularını devreye sokarak sorgulama ve araştırma sürecine girmesine bağlıdır. Böyle bir sorgulama ve araştırma olmazsa iman ‘taklit’ düzeyinde kalır ki bu, belki de imandan ziyade ‘tarafgirlik’ diyebileceğimiz, yetişilen çevreden devralınan kültürel kimliğin parçasından başka bir şey değildir. O yüzden iman, bu bağlamda “kişinin insanî özellikleriyle ulaştığı sonuç’ diye tanımlanır…”.

“Diğer taraftan iman, kişinin, yine insanî özelliklerini kullanarak, bu özelliklerle çelişmeyen bir sonuca ulaştıracak düşünce ürünü ile karşılaştığında, o düşüncenin sonuçlarını onaylama tercihi yapma yani ‘inanma niyeti’ ya da ‘inanma meyli’ içinde olmasıyla da alakalıdır. Eğer bir kimse, -aslında insanî özelliklerin bizi götürdüğü- böyle bir niyet içinde olmazsa, o kişiye ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, faydalı olmanız mümkün değildir. Dikkatli bir okuma yaptığımızda, Kur’an’ı da bunu söylüyor buluyoruz. Meşhur ‘sivrisinek’le ilgili ayet, müminlerin (gerçeklere teslim olma kararı içinde olanların) sivrisineğe bakıp, bu küçük canlının Yaratıcısını nasıl ilan ettiğini anlayarak, Allah’ın bunu misal vermesi karşısında ‘bu haktır’ demelerine mukabil, inanmaya niyeti olmayanların ‘Allah bu temsili niye veriyor ki, koca kainatın yaratıcısı kendisini bir sinek yaratmakla mı tanıtır ki’ dediklerini anlatıyor. Sonra da bir sinekte Kendisini bütün özellikleriyle tanıtan Yaratıcısını tanımak için inceleme yapmayıp peşinen inkar eden kafirlerin bu itirazlarına cevap vermek yerine (çünkü bu itirazın insanî hiçbir gerekçesi yok), onların ‘inanmak istememe’ iradelerinin gereği olarak ‘Allah bununla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir’ (Bakara 2/26) diyor…”.

Esasında inanç konusuna giren meseleleri tartışma ortamında değil de, yardımlaşmayı hedefleyen bir ortamda gündeme getirmek prensibimiz olmalıdır.

Müzakerede, “Kur’an ayetlerini kendilerine göre tenkit eden kimseler için ne yapmak lazım?” sorusuna verilen cevap da mealen şu şekilde idi: “Bütün mesele bizim kendi inancımızı, kendimiz için, samimi olarak gerekçelendirmemizdir. Eğer biz imanımızı aklen ve diğer insanî duygularımız bakımından ikna edici ve tatmin edici olarak gerekçelendirmiş isek, diyelim ki, böyle itirazcıların bulunduğu bir ortamda söz almak gerekiyorsa, ortamı düzenleyenlerin maksadını göz önünde bulundurmak şartıyla, polemiğe girmeden, kendi peşin hükmümüze dayanmadan ulaştığımız sonuçlarımızı, kendi temellendirmelerimiz üzerinden anlatıp, ‘bana böyle geliyor, ben şu şu gerekçelere bağlı olarak bu konuda şöyle bir sonuç ile kendimi tatmin olmuş görüyorum, ayrıca bu anlayışımı da -varsa-, yanlışların düzeltilmesine her zaman açık tutuyorum’ demek gerekir. Benim Kur’an’dan aldığım ders de bu doğrultuda. Esasında inanç konusuna giren meseleleri tartışma ortamında değil de, yardımlaşmayı hedefleyen bir ortamda gündeme getirmek prensibimiz olmalıdır. Diğer taraftan, bence bu tür eleştiri yapmakla kendi gerçeğine teslim olmak yerine veya bilemeyeceğimiz gerekçelerle bahaneler üretip peşin hükümlerini haklı çıkartmak için inatlaşan veya iddialarının doğruluğunu gösteren mantıklı sonuçlar ileriye sürmeyen itirazcılarla uğraşmamak gerekir. Bunun yerine bizim kendimizi ikna eden, hür düşünce ile ulaştığımız sonuçlarımızın tutarlı olup olmadığına yönelik araştırmalarımıza aralıksız devam etmemiz lazım. Kim için? Önce kendimiz için, kendi iç tutarlılığımızı temellendirme ihtiyacımızı karşılamak için. Sonra da diğer muhtaçlara yahut kendini ihtiyaç içinde görenlere yardım etmek için.

Ben, bu müzakerenin bana verdiği ve bana ikna edici gelen usul çerçevesinde, Kur’an tenkitçileri ile karşılaştığımda artık, “bunun yahut bunların ağzının payını vermek lazım” demek yerine, o konuda kendime bakarak, kendi araştırmalarımla ulaşmış olduğum sonuçlarımı, yani imanımı temellendirmeye gitme ve bu konuda aynı hedefi taşıyan kişilerle yardımlaşma içinde olma istikametinde bir yol izleyeceğim, inşallah. Çünkü gaybî olan iman konularının temellendirilmesinde bir son noktaya gelip ‘artık tamam, daha fazla delile ihtiyacım yok’ demek mümkün değildir. Bana ihtiyacım olan gerçeklerle karşılaşmamda yardımcı olan herkesten Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın