Ders Notları

Kayyûmiyet, Daimî Yaratılış ve Evrim Teorisinin Çıkmazı -1-

Kayyûmiyet, Daimî Yaratılış ve Evrim Teorisinin Çıkmazı -1- | Ha-Mim

“Mutlak Yaratıcı”nın Varlığının Zorunluluğu

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta yapılan (08. 09. 2024) ve on yedincisi gerçekleştirilen “kayyûmiyet” dersinde önceki derslere de atıf yapılarak gündeme getirilen bazı usulî prensiplere, kayyûmiyetle ilişkili bazı ayetlerin sağlıklı biçimde anlaşılmasına, kayyûmiyeti dikkate almamanın ya da doğru anlamamanın yol açtığı “inanç sorunlara” dikkat çeken geniş bir çerçeve çizildi. Derste, önceki haftalarda kayyûmiyet konusuyla alakalı olan yerlerin okunup müzakere edildiğine işaret edilerek, bundan sonra konunun doğrudan çalışıldığı Otuzuncu Lem’a’nın Altıncı Nüktesi’nin okunmaya başlanacağı belirtildi. Takdimci, “İsm-i Kayyûma bakar” notunun bulunduğu bu Risalenin ilk cümlesini okudu: “İsm-i Hayy’ın bir hülasası, Nur Çeşmesi’nin bir zeyli olmuş. Bu ism-i Kayyûm dahi Otuzuncu Söz’ün zeyli olması münasip görüldü.” Takdimci burada konunun “ism-i Hayy’ın bir hülasası olarak zikredilmesinin dikkat çekici olduğunu, ayrıca Otuzuncu Söz’e atıf yapılmasının da önem arz ettiğini, bundan dolayı önceki derslerde “tahavvülât-ı zerrât”a ait bahislerin çalışılmış olmasının isabetliliğini dile getirdi. Ardından önceden hazırlamış olduğu uzun bir metni paylaştı. Zaman kazanmak için kısa dokunuşlarla okunan metinde, ifade etmek gerekir ki, hem önceki dersleri hatırlamaya hem de zihni yeni metne hazırlamaya yönelik çok faydalı açıklamaların altı çizildi. Ben bunların tamamını ilgili ders kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=B6grWPQa1x8) üç bölüm halinde metni aktarmak istiyorum.

Kur’an, daha doğrusu Kur’an’da Konuşan Yaratıcı adeta bana, ‘Beni, gördüğün yahut bildiğin kainat cinsinden varlıklar gibi tanımaya kalkma, Beni hiçbir yaratığa benzetemezsin, Ben yaratıkların yaratıcısıyım, Benim varlık mahiyetimi anlayamazsın, senin görevin Benim Mutlaka Var olmam gerektiği sonucuna ulaşıp, Benim varlığımı tasdik edip, kendi varlığını ve kainatı ancak Benim yaratabileceğimi anlayıp Benim var olmam gerektiğine iman etmendir, ben seni böyle bir imana davet ediyorum’ der.

Kayyûmiyet yani Yaratıcının “kayyûm” olması, önceki derslerde, bizim gözlemimiz itibariyle, süreç içinde gerçekleşiyor gibi görünen yaratma keyfiyetinin -Yaratıcının mutlak olması dolayısıyla- her hangi bir malzeme kullanımı ve belirli bir zaman aralığına yayma söz konusu olmaksızın “daimî yaratılış”ı ifade ettiği vurgulandı. Takdimci ilk bakışta bununla örtüşmüyor gibi görünen ayetlerin doğru anlaşılması için önce Kur’an okumalarıyla ile ilgili bir usule dikkat çekti: “Kur’an tenezzülat-ı İlahiyedir, yani beni ve kainatı var eden Yaratıcının benim düzeyimde, benim gözlem ve algılarımı dikkate alarak yaptığı konuşmasıdır. Kur’an’a her muhatap oluşumuzda ‘Yaratıcının şimdi bana konuşmakta olduğu’ prensibini unutmamak gerekiyor. Daha açık bir ifadeyle Kur’an, ‘benim gözlemleme kapasiteme göre Kur’an ile Konuşanın Kendisini bana tanıtmasıdır.’ Öte yandan Kur’an, benim kapasiteme göre yaptığı konuşmayı insanî özelliklerimi kullanarak, gözlemlediğim varlıklar aracılığı ile değerlendirip tasdik etmemi bekler. Mesela, ben ‘zaman’ kayıtlarıyla sınırlıyım. Yaratılışı ‘dün’, ‘bugün’, ‘şimdi’ gibi zaman içinde gözlemlerim. Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse, benim gözlemimde ‘geçmiş-şimdi-gelecek’ diye üç zaman ayırımı var. Kur’an benim bu gerçekliğimi göz önünde bulundurarak konuşur. Kur’an, daha doğrusu Kur’an’da Konuşan Yaratıcı adeta bana, ‘Beni, gördüğün yahut bildiğin kainat cinsinden varlıklar gibi tanımaya kalkma, Beni hiçbir yaratığa benzetemezsin, Ben yaratıkların yaratıcısıyım, Benim varlık mahiyetimi anlayamazsın, senin görevin Benim Mutlaka Var olmam gerektiği sonucuna ulaşıp, Benim varlığımı tasdik edip, kendi varlığını ve kainatı ancak Benim yaratabileceğimi anlayıp Benim var olmam gerektiğine iman etmendir, ben seni böyle bir imana davet ediyorum’ der.”

“Derslerde sıklıkla tekrarlanan, ne kadar tekrarlansa değer diyeceğimiz bir hakikati de devamlı hatırlamak gerekiyor: Yaratıcının kainat cinsinden olmaması! Tıpkı bir kitabın yazarının kitap cinsinden olamayacağı gibi. Ama bir kitap, onu yazan bir yazarın bulunduğunu onaylamayı aklen zorunlu kılar. Çünkü kitaptaki bilgileri sayfalara, kağıda, mürekkebe atfetmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Ayrıca kitap sadece yazarının bulunmasının zorunlu olduğuna değil, aynı zamanda onun başta bilgililik olmak üzere birçok özelliğine de tanıklık eder.”

Demek ki, kainatta bir prensip var: Her şey, her an değişik bir şekilde var ediliyor ve fakat ne mekan boyutunda ve ne de zaman boyutunda DÜZENLİLİK DEĞİŞMİYOR. Bu iki düzenin daima birbiriyle ahenkli bir şekilde var olabilmesi için hiç şüphe yok ki, kainatı bütünüyle birlikte, başından sonuna kadar aynı anda bilen, kontrolü altında tutacak gücü, kuvveti, ilmi, hikmeti, iradesi… olan bir Varlık Kaynağının olması zorunludur.

“Şimdi buradan başka bir gerçeğe intikal etmek gerekiyor: Düzen ya da -eski kullanımı itibariyle- intizam, nizam. Küçük-büyük, canlı-cansız kainata baktığımızda, inkarı hiçbir şekilde mümkün olmayan bir gerçeklik olarak ‘düzen’ görüyoruz. Dikkatlice baktığımızda ve incelediğimizde fark ediyoruz ki, kainat iki boyutlu bir düzen içinde var olmaktadır. Düzenli var edilenler ise, her an yeni bir hal ile ve fakat her halleri düzenli olarak vardır. Her bir şey yapısındaki her bir bileşiğin birbiri ile bağlantısında da bir düzen vardır. Kainattaki her şey düzenli bileşikler zincirinden oluşmaktadır. Yani düzenli varlıklar düzenli bir şekilde, devamlı değiştirilmektedir. Demek ki, kainatta bir prensip var: Her şey, her an değişik bir şekilde var ediliyor ve fakat ne mekan boyutunda ve ne de zaman boyutunda DÜZENLİLİK DEĞİŞMİYOR. Bu iki düzenin daima birbiriyle ahenkli bir şekilde var olabilmesi için ancak kainatı bütünüyle birlikte, başından sonuna kadar aynı anda bilen, kontrolü altında tutacak gücü, kuvveti, ilmi, hikmeti, iradesi… olan bir Varlık Kaynağı olmalıdır. Bu aklî bakımdan zorunlu olan bir sonuçtur. Böyle bir zorunluluk bizi o varlık kaynağının kim ya da ne olduğunu sorgulamaya sevk eder. Soru basit haliyle şudur: Benim şu anda gördüğüm varlıkların şimdiki haliyle yaratıcısı kim veya ne olabilir?”

“Risalelerde kullanılan önemli bir ifade vardır: ‘Şecere-i kainat’ yani kainat ağacı tabiri. Peki, neden kainat bir ağaca benzetiliyor? Bu ifadenin çok bilinçli bir kullanım olduğu anlaşılıyor. Kainatın varlığını anlamak için bize bir örnek olarak ağaç yaratılıyor. Aynı örneği bir bebeğin yaratılma aşamalarında da görmek mümkün. Ağaç örneği üzerinden gidelim: Ağacın bir çekirdek hali var, bir filizlenme hali var, bir boy atma hali var, bir dallanma, budaklanma hali var, bir yapraklanma hali var, bir çiçeklerle süslenme hali var, bir meyve yüklü hali var… Çekirdek halini düşünerek başlayalım. Bu çekirdeğin yaratıcısı kim? Soruları ağacın her aşaması için tekrarlayalım: Filizlenme halinin yaratıcısı kim? Dallanma, budaklanma halinin yaratıcısı kim? Çiçekli ve sonra da meyveli halinin yaratıcısı kim?”

“Fikir dünyasına baktığımızda genel olarak bu soruların cevabıyla ilgili olarak başlıca iki alternatifin sunulduğunu görüyoruz:

1. Önce çekirdekteki bir hücrede ağaç olacak şekilde bir kodlama var ve kodlama sonraki aşamaların varlık kaynağıdır. Yani her bir aşamanın varlığının varlık nedeni bu kodlanmış özelliğin gelişerek bir nesilden diğer nesile miras bırakılıyor olduğunu savunmak.

2. Ağacın çekirdekten meyveli aşamaya kadar her aşamasındaki varlığının bir önceki varlığından farklı olduğunu gözlemliyoruz. Bu farklı varlığın var olabilmesi için gerekli özelliklerin kaynağının ancak kainatı yaratan olduğunu fark etmek.

Bu sorgulamanın sağlıklı bir mecrada devam etmesi için şu noktalara dikkat emek gerekiyor:

a) Hiçbir şeyin iki ayrı anda aynı özelliklerle varlığından bahsedemeyiz, daimî değişiklik var.

Aynı zamanda kainatta her bir şey diğer her şeyin varlığına muhtaçtır, diğer her şey de o şeyin varlığına muhtaçtır. Yani sonsuz ‘BAĞIMLILIK’ içinde örgütlenmiş bir varlık alemiyle karşı karşıyayız. Tıpkı bir bilgisayarın parçaları gibi. Bilgisayarın bir parçası çalışmadığı zaman diğer parçaları da çalışmaz.

b) Hiçbir şeyin varlığını tüm kainatın varlığından bağımsız olarak anlamaya çalışamayız. Aksi halde ulaşacağımız sonuç, kainatın bütününün birbiriyle ayrılmaz, sonsuz bağımlılık içinde yaratılıyor olduğu gerçeğine ters düşecektir.

c) Her bir şeyin hem kendi varlığında bir bütünlüğü var, hem de kainat ile ilişkili olarak varlığında bir bütünlük var. Hologram şeklinde bir varlık gözlemliyoruz. Kainatın tümünden bağımsız olarak var olan hiçbir varlık görmüyoruz, göremeyiz.

c) Bir ağacın, her bir andaki varlığını kainat çapındaki ilişkiler ağı içerisinde değerlendirmek zorundayız. Ağacın her bir andaki varlık hali bir öncesine benzemekle beraber hiçbir zaman aynı olmadığı da bir vakıadır; o halde bu gerçeği de unutmamak gerekir.

d) Aynı zamanda kainatta her bir şey diğer her şeyin varlığına muhtaçtır, diğer her şey de o şeyin varlığına muhtaçtır. Yani sonsuz ‘BAĞIMLILIK’ içinde örgütlenmiş bir varlık alemiyle karşı karşıyayız. Tıpkı bir bilgisayarın parçaları gibi. Bilgisayarın bir parçası çalışmadığı zaman diğer parçaları da çalışmaz.

e) Çekirdeğin içindeki yazılımın kendisinin bir iş gerçekleştirmesi için kainatı kapsayan bir ilişki ağı içinde tercih yapma, karar verme, geleceği bilme, varlığını devam ettirme gibi sonsuz alternatifleri özgürce kullanabileceği ve kendisinin daha mükemmel olarak varlığını sürdürebileceğine dair özellikleri olması zorunludur. Fakat görüyoruz ki, böylesi özelliklere sahip değiller. Tam tersi, bu özellikleri yansıtan pasif varlıklardır. Nasıl var ediliyorlarsa öyle olmak zorunda olduklarını görüyoruz. İradeleri, kuvvetleri, ilimleri, çevreleriyle ilişki içinde olacak ve onlara hükmü geçecek bir özellikleri yoktur.”

“O halde, her bir ağacın, her bir andaki varlığında sonsuz özellikler ağının tam bir ahenk içinde gerçekleştiğini gördüğümüze göre sorulacak soru şudur: KAİNATI HER BİR ANDA YEPYENİ BİR BÜTÜN ŞEKİLDE VAR EDEN KAYNAK KİM VEYA NE OLABİLİR?

Eğer buraya kadar bahsedilen noktaları dikkate almazsak, ‘Bu çekirdeği kim yarattı?’ gibi soruların doğru olmakla beraber yetersiz olduğunu anlarız. Öyleyse doğru soru şu olmalıdır: ‘Bu çekirdeği böyle kainat çapında bir konumda kim devamlı, yeni yeni durumlarda yaratıyor?’ şeklinde olmalıdır.

Eğer buraya kadar bahsedilen noktaları dikkate almazsak, ‘Bu çekirdeği kim yarattı?’ gibi soruların doğru olmakla beraber yetersiz olduğunu anlarız. Öyleyse doğru soru şu olmalıdır: ‘Bu çekirdeği böyle kainat çapında bir konumda kim devamlı, yeni yeni durumlarda yaratıyor?’ şeklinde olmalıdır.”

“Bu sorunun cevabının, aklî bakımdan, şu olması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu varlık kaynağı ancak ve ancak varlıklarda gördüğümüz tüm özelliklere kaynaklık edecek olan ‘mutlak Yaratıcıdır! Bu yaklaşım bizim ezbere bir ifade ile ‘varlık kaynağı Allah’tır’ demekten öte bir anlam ifade eder. Ya da ezber bir cümle olarak Allah ilim sahibidir, kudret sahibidir, hikmet sahibidir… demeyi aşan bir husustur. Söz gelimi bir sanatkar ‘Ben mimarım’ yahut’ Ben şairim’ yahut ‘Ben heykeltıraşım’ diyebilir. O kişinin eğer ben fiillerini görmezsem bunlar benim için kuru bir iddiadan ibaret kalır. Ama mesela kendisini mimar olarak tanıtan bir kimsenin, eserine bakıp incelersem onun gerçekten mimar olduğunu ve sahip olduğu yeteneklerini yakından gördüğüm için bunu teslim ederim.”

O ‘Mutlak Yaratıcı’ ağacın varlığı ile, Hallâk özelliğini; canlılığı ile, Hayat veren özelliğini; düzenliliği ile, Nazzâm özelliğini; hikmetli, maksatlı oluşuyla, Hakîm özelliğini; her bir anındaki varlığına yeni bir varlık vermekle, varlığı devamlı ayakta tutan Kayyûm özelliğini; her bir andaki varlığını diğer bütün anlardaki varlığından farklı özelliklerle var etmesi ile, Ferd özelliğini; her bir andaki varlığına kendisine has diğer bütün varlıklardan farklı bir suret giydirmesi ile, Musavvir özelliğini; tezyin ederek süslemesi ile Müzeyyin özelliğini… vs. sergileyerek bilinçli varlıklar olan bizlere Kendisini tanıtıyor.

“Tekrar ağaç örneğine dönersek eğer, ezbere bir cümle olarak değil, inceleme ve muhakemelerimizin bir sonucu olarak söyleyebiliriz ki çekirdeğe, bütün özellikleri ile ancak kainatı şu anda var eden Kaynak varlık vermiş olmalıdır. Filiz halindeki varlığını da, dal-budak salmış halindeki varlığını da, meyveli halindeki varlığını da ancak kainatı var eden Kaynak var edebilir yargısına ulaşabiliyoruz.”

“Varlıklarda gözlemlediğimiz özellikler sayamayacağımız kadar çoktur. Neredeyse her yıl yeni bir bilim dalı açılıyor üniversitelerde. Mesela, yazılım, kodlama vs. şeklinde özellik vererek yaratılması Yaratıcısının ‘Ben ne yarattığımı ve ne yaratacağımı biliyorum’ diye haber veriyor bize: Hafîz özelliğini tecelli ettiriyor. Ağacın varlığı ile, Hallâk özelliğini; canlılığı ile, Hayat veren; düzenliliği ile, Nazzâm; hikmetli, maksatlı oluşuyla, Hakîm; her bir anındaki varlığına yeni bir varlık vermekle, varlığı devamlı ayakta tutan Kayyûm; her bir andaki varlığını diğer bütün anlardaki varlığından farklı özelliklerle var etmesi ile, Ferd özelliğini; her bir andaki varlığına kendisine has diğer bütün varlıklardan farklı bir suret giydirmesi ile, Musavvir özelliğini; tezyin ederek süslemesi ile Müzeyyin özelliğini… vs. sergileyerek bilinçli varlıklar olan bizlere Kendisini tanıtıyor. Her bir bilim dalı, Yaratıcının bu sayılamayacak kadar çeşitli özelliklerinin varlıklardaki yansımalarını inceler. Araştırmacılar ya ‘bu varlık şu veya bu şekilde bu özelliklere sahip olmuş’ diye yorumlar, veya ‘Bu varlığı bu alemde var edenin, Kendisini tanıtmak üzere sunduğu bir sanat eserini inceliyorum ve ben de Onu tanımaya çalışıyorum’ der. Demek ki, bize özgür bir şekilde seçme hakkı vermiş, ister kabul ederiz, ister reddederiz. Yaptığımız tercihlerin sorumluluğu bize aittir.”

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın