Kur'an Okumaları

Kur’an’da Helak Olan Kavimlerin Kıssaları Nasıl Okunmalı?

Kur'an'da Helak Olan Kavimlerin Kıssaları Nasıl Okunmalı? | Ha-Mim

Kur’an’ı ancak kendisini tarif ettiğim şekilde okurum. Kur’an ile muhatap olmaya girişmezden önce “Kur’an nedir?” diye bir sorgulama yapmam gerekir. Bir biyoloji kitabını hukuk kitabı gibi okursam başım derde girer, her okuduğum cümle beni çıkmaza sokar.

Nasıl bir metin ile muhatap oluyorum? Bu metnin konumu, benim metin karşısındaki konumum, beraberliğimizin sağlandığı şu evrenin konumu ve de bu evren koşulları içerisinde uygulamalarıyla metni bana ulaştıran görevli kişinin (resul deniyor) konumu sorgulanmalıdır. Demek ki, her şeyden önce bu dört unsurun konumlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini düşünmeliyim. Ulaştığım sonucumun benim varlık anlayışımın temelini oluşturduğunun bilinciyle, her şeyin Yaratıcısının bana yaptığı konuşması olduğunu söyleyen Kur’an’ı dinlemeye hazırlanmalıyım. Kur’an, kendisine muhatap olmak için aşağıdaki ayet ile böyle bir hazırlığın şart olduğunu haber verir:

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

“Şimdi Kur’ân okumak istediğin zaman önce o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (16: 98)

Şeytandan Allah’a sığınmak, uzun bir konudur. Bu yazının amacını aşar. Hür iradem ile her türlü seçimi yapabilirim. Yaratılışımdan bana takılan özelliklerimi bozabilir, yönlerini saptırabilirim. Hiçbir hakikati olmayan, yaratılmış alemde işaretleri, delilleri gözlemlenmesi mümkün olmayan bir anlayışı (ki Şeytan bunu temsil eder) ben kendi bakış açımın merkezine yerleştirebilirim. Kendi yaratılmışlık sınırlarımdan çıkamamam, benim bir gerçeğim olmakla birlikte, Kur’an bana bir teklifte bulunur: “Rastgele gitme, ‘bu benim bakışımdır’ diye olduğu gibi benimseme; nazarını, yaklaşımını her daim bir daha sorgulaman gerekir”. Beni bilen bana konuşuyor. Yani, bu dört yönüyle konumlandırılması gereken varlık anlayışımı oluştururken, yaratılışımda bana verilen özelliklerimi (fıtratımı) bozmama gayreti içine girip girmediğimi gözden geçirmem gerekiyor.

Özetle, 1- Evrenin varlık kaynağı nedir? 2- Evrende ve bende gözlemlediğim özelliklerin varlık kaynağı nedir? 3- Bu evren ve bendeki anlamlı özelliklerin varlık amacını sorguladığımda, evrenin ve kendimdeki özelliklerin bu sorgulamaya cevaplarının olmadığını, yaratılan alemin bana nasıl ve ne maksatla var olduğunu anlatmadığını gözlemliyorum. Bu evreni anlamlı, beni de anlam arayan olarak var edenin bana bu anlamları değerlendirmede yardımcı olmasının zorunluluğunu anlıyorum. Yaratanın konuşarak bana anlatması benim için en uygun olanıdır. Bu durum beni bu konuşma cinsinden yardımı aramaya zorluyor. 4. Konuşma cinsinden yapılan bir açıklamanın, benim kolayca anlayacağım insan dilinden konuşan ve insan olarak konuşmanın içeriğini uygulayan bir “öğretmen” ile bana ulaştırılmasının gereğini de anlıyorum.

Şimdi artık bu konuşmanın önüne oturabilirim. Okuduklarım benim pratik hayatımda uygulanabilir ve sorularımın cevabını verir olarak bulmam, şimdi mümkün olur.

Kur’an, geçmiş kavimlerin kıssaları ile doludur. Bu kıssalar hakkında da Kur’an’ın kendisi ilginç bir şekilde der ki:

أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ لاَ يَعْلَمُهُمْ إِلاَّ اللّهُ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ

“Sizden öncekilerin; Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi? Onları, Allah’tan başkası bilmez…” (14: 9)

تِلْكَ مِنْ أَنبَاء الْغَيْبِ نُوحِيهَا إِلَيْكَ مَا كُنتَ تَعْلَمُهَا أَنتَ وَلاَ قَوْمُكَ مِن قَبْلِ هَـذَا فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِين

“İşte bu sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa bunu daha önce ne sen biliyordun, ne de kavmin. Sabret; âkibet takvâ sahiplerinindir.” (11: 49)

Ben sormadan edemiyorum: “Madem ben onları bilmem, peki neden bana anlatıyorsun ya? Demek ki, bu kavimlerin fiziki durumunu bilmek için bana bunlar anlatılmıyormuş. Peki, neden bana bunları benim Yaratıcım anlatıyor olabilir ki?

Gayet insanî olan bu sorumun cevabını bu ayetin kendi içinde buluyorum:

فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِين “Sabret; âkibet takvâ sahiplerinindir.”

Kur’an ile Yaratıcımın hayatımda uygulamak için yaptığı rehberlik konuşmasından ben, bu dünyanın kendisinde bulacağım cevapları vermesini bekleyemem. Gerek Kur’an ve gerekse Kur’an’ı bana ulaştırıp gerçek hayat şartlarında onun mesajını benim nasıl uygulamam gerektiğinin bir örneğini sergileyen “öğretmen” resul, Kur’an’ın bana yaptığı konuşmanın amacını gerçekleştirecek açıklamalar yapmaları gerekir.

Konuşmanın amacı, benim bu dünyadaki yaratılışta işaretlerini gördüğüm ve fakat benim sonsuz beklentilerime cevabını bulamadığım konularda rehberlik yapmak olmalıdır. Bu dünyada bulunuş maksadım ebedi mutluluğa ulaşmamın yollarını öğrenmek olmalıdır. Değilse, geçici çözümlerin insanî beklentilerimi tatmin etmediğini görüyorum. Bedenimin tatmini, insaniyetimin tatmini demek olmadığını anlamam zor değil. Bana Yaratıcım insaniyetimin ihtiyaçları karşılayacak yollarını göstererek, bendeki duyguların gerçekten nasıl tatmin olabileceklerini öğretmelidir.

Kur’an, “bu dünya şartlarında nasıl bir şeyler yaparım da ölünceye kadar bedenimin mutluluğunu sağlayan araçlara ulaşırım?” diye sorduğum sorularıma, evrendeki düzene itaat ederek ulaşabileceğimi haber verir. Ayrıca sözlü bir açıklamaya gerek kalmadan herkes evrenin düzenini araştırır, bulur, makinalarını, aletlerini yapabilir, ölünceye kadar bu dünyada biraz daha rahat hayat yaşayabilir. Bunda bir çelişki görülemez; zira böyle bir bedensel ihtiyaç içinde yaratılmışım.

Unutmamak gerekir ki, böylesi araştırmalar insanı yaratılıştaki anlamlılık ile baş başa getirebilir, eğer insan kendi beklentisini (nazarını) yalnızca alet üretmeye koşullandırmamış ise! Anlamlılığı görse bile bu anlamlılığın maksadını, kendisinin bu anlamlılığın kaynağı ile buluşmasının yollarını bu evren gösteremez. Yalnızca sonsuz özelliklere sahip bir Yaratıcının var olması gerektiğine işaret eder, fakat Onun maksadını ve beni nasıl ve niçin yarattığını, benden ne gibi bir karşılık vermemi istediğini söylemez, “ara bul, bende yok” der.

Yalnızca evrendeki işaretlerle yetinirsem, insanî sorularımın cevabını bulmuş olamam. İnsanî sorularım beni bu dünya hayatının ötesine taşımakta ve sonsuz mutluluğun kaynağı ile buluşmama zorlamaktadır. İşte Kur’an bu amaca beni ulaştırmak için konuşur, Resul bu amaca beni ulaştırmak için eğitim verir.

Gerek Kur’an’ı ve gerekse Resulün uygulamalı örnekliğini yalnızca ölünceye kadar kullanıp sonra da terk edeceğim alet yapımında kullanırsam, onları amaçlarından saptırmış olurum. Evreni incelemek bir ihtiyacın varlığına beni ulaştırabilir. Fakat bu ihtiyaçlarımı karşılamanın yollarını bildirmez.

Kur’an’ın ve Resulün rehberliklerinde benim için bu dünyadaki yaratıldığım süreçte bir fayda sağlayan özellikler de bulunur. Fakat bu nihai amaç (illet) değildir, ancak özendirici bir araç (hikmet) olur. Asıl amaç olarak değerlendirilmez.

Ne benim ve ne de benim toplumumun bilmediği olayları anlatarak Kur’an bana ne demek istiyor olabilir? Eğer Yaratıcımın bilincinde, Onun beni eğitmek için yaptığı rehberliğin bilincinde (takva sahibi) olarak yaşamayı tercih edersem, işte o zaman benim yaratılış amacım olan ebedi mutluluk sonucuna (akıbetine) ulaşırım. Değilse, bir toprak parçasında benimle beraber yaşayanlar ölecek de ben ölmeyeceğim diye bir haber okumuyorum Kur’an’dan. Bu durum Kur’an tanımımın yanlışlığının neticesinde ortaya çıkan bir anlayış olur.

Kur’an’ın, resullere isyan eden, onları dinlemeyen geçmiş kavimlerin nasıl harap olduğunu, onlardan hiçbir iz kalmadığını anlatan ayetleri ben, “resuller ve onları izleyenlerin ölmeyecekleri, hayatta kalacakları” şeklinde anlamam, Kur’an’ın bana konuşmasındaki amaca ters düşer. Kur’an, bu kavimlerin varlık anlayışlarının harap olup gittiğini, insana bir değer katmadığını bildirir.

Kur’an bu kıssalar ile şunları bildirir:

*İnsanî beklentilerin tatmin olması zorunludur;

*Bu beklentiler harap olup giden cinsten değildir;

*Resullerin getirdiği haberlere göre yaşamayı tercih edenler (muttakiler) bu dünya hayatında kendilerini ölüm ile yok olup gitmeye mahkum görmeyeceklerdir.

*Onlar bu dünyada bedenlerini bırakıp gittikleri zaman, ruhları sonsuz mutluluk içinde yaşayacak ve yepyeni bir bedene büründürülerek yaratılacaklardır.

Sonuç olarak Kur’an bu kıssalar ile insanlara, böylesi güvenle mutlu bir hayat yaşamanın yollarının neler olduğunu haber verdiği gibi, yaşanan olaylarda da bu konuda ders alınacak örnek uygulamalar bulunduğunu bildirir. Bu tür kıssalar üzerinden insanlar, Yaratılışın amacını nasıl gerçekleştireceklerini, Yaratıcıları ile olan ilişkilerini bu dünya şartlarında nasıl uygulamaya koyacaklarını (abd-Mabud ilişkilerini, yani ibadetleri) öğrenir ve resuller aracılığı ile de bunun eğitimi yapılır.

فَاصْبِرْ إِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّقِين “Sabret; âkibet takvâ sahiplerinindir” müjdesini özümseyerek yaşamak duasıyla…

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın