“Akibet-i Dünyeviye İkâb-ı Uhreviye Delildir”
“Herkesin bir zamanda hususi tecrübeyle böyle netice bulmuş: “Filan fenalık etti, belasını da buldu” bir düstur-u hayattır.
Şu cümle-i mânidar zebanzed-i cumhurdur. Mâsiyetin muhtelif envâının içinde, tek hadd-ı müşterek var, ki tab’-ı mâsiyettir.
Demek mâsiyet haysiyeti, müstelzim-i cezadır. Küçükleri bu darda, büyükleri o dârda, mâsiyetin âkibeti burada, ukbadaki ikaba bir delildir.”
12. 04. 2020 tarihli, 101. Lemaat Dersinde yukarıdaki metin okunup müzakere edildi. Lemaatin kısa metinlerinden biri olan pasajı ders öncesi okuduğumda, zihnimde hasıl olan mânâ ile ders sonrası oluşan mânâyı kıyasladığımda, arada çok büyük fark olduğunu anladım. Müşterek ve müzakereli okumalarının kesinlikle ayrı bir berekete vesile olduğunu bir kez daha fark ettim. Aşağıda bu bereketli sofradaki ikramlardan bazılarını paylaşıyorum, diğerleri ve müzakerelerin orijinal halleri ders kaydında var (her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):
*Metin, başlığında, mealen “Kötülük işleyenlere dünyada ceza verilmesi, ahrette de kötülükler için ceza verileceğine delildir” diyor. Peki, burada nasıl bir argümantasyon var, yeterince ikna edici midir, diye kendime sorduğumda “anlamaya ve düşünmeye çalışmam lazım”, diyorum. Diyelim ki ormanda bir arkadaşımla birlikte yürüyoruz. O, bir kuş yavrusunu öldürüyor. Sonra da onun bir taşa takılıp yere yuvarlandığını görünce, “cezasını buldu”, diyorum. Buradan hareketle de “işte bu, ahrette de kötülük yapanların ceza bulacaklarına delildir”, diyorum. Daha doğrusu metin böyle söylüyor. Peki, benim böyle değerlendirmeme arkadaşım katılıyor mu, ikna oluyor mu? Bu birinci soru. İkinci soru, peki, suç işleyip de bu dünyada hiç ceza görmeyenler var, onlar için ne diyeceğim? Metin, “bu ikinci soruya da cevabım var, burada ceza göremeyenler orada yani ahrette ceza görecek” diyor. Anlamaya çalışalım, inşallah diyorum…
*Burada “masiyet” kavramının önemli olduğunu düşünüyorum. Bana göre masiyet “yaratılış düzenine aykırı hareket etmektir”. Bu anlamda, ben masiyet işlediğimde yani hilkatteki nizama uygun davranmadığımda, bunun karşılığını “mahrumiyet” olarak görüyorum, amacıma ulaşamıyorum. Metindeki “dünyevi akibet” terkibini de buraya oturtuyorum. Metinde geçen “uhrevi ikab”ı ise varlığımı Varlık Kaynağını düşünmeksizin “var ediliş maksadım” dışında kullanmam halinde “peşinden yaşadığım” ruhî sıkıntı” olarak anlıyorum.
*Biz kainat ile ilişkimizi kendimizi merkeze koyarak yürütmeliyiz. Yani kendi sınırımızı, kendi yaratılmışlığımızı bilerek, “Ben şöyle bir olay gördüm, bu olay sonrasında bende şöyle bir duygu hasıl oldu, bana bu duyguyu veren, bu olay üzerinden bana şunu söylüyor olmalıdır”, demeliyiz. Az önce bahsi edilen örneğe atıf yaparsam, “o kişi kuş yavrusunu öldürdü, sonra da ayağı taşa tıkılıp düşünce kafasını kırdı, sonunda cezasını buldu” diyebilirim, ama unutmayalım ki bu benim yorumumdur. Hakikati temsil etmez. Biz, “bende böyle bir duygu var, o duyguya dayalı olarak ben bunu böyle niteliyorum” diyebiliriz. Hakikati bilmiyoruz, bilemeyiz. Gördüğümüz her negatif olayı “bu bir cezadır” diye genelleyemeyiz. Çünkü bilmiyoruz. Mesela, malum “virüs” ile ilgili olarak burada bir “cezalandırma var” diyemem. Bunun “rahmete medar” yönlerini de görüyoruz, düşündüğümüz zaman. O takdirde şöyle demeliyiz: “Ben bu vesile ile de eğitiliyorum.” Yani gördüğümüz her şeyi “eğitimimize katkısı” bağlamında değerlendirmeliyiz.
*Çoğu zaman kainattaki olayları yatay düzlemde değerlendirme yanlışlığına düşünüyoruz. Mesela, bir kimse T1 zamanında bir kötülük yapıyor, bu kişinin başına T2 zamanında kötü bir şey geliyor, ben bu iki olayı birbirine bağlayarak “cezasını buldu” diyorum. Oysa bu benim yorumum. Halbuki dikey bir düzlemde, “bendeki bu duygu ne diyor, niçin bu adama ‘cezasını buldu’ diyecek şekilde yaratılıyorum”, diye düşündüğümde ahrete açılan kapıya ulaşmış oluyorum. Yahut bir film izliyorum, filmin başında bir karakterin çok kötülük yaptığını görüyorum, filmin sonunda bu karakterin başına kötü bir şey gelmediğini görürsem üzülüyorum, “film böyle bitmemeliydi” diyorum. İşte bendeki bu duygular dikey düzlemde bana adalet, ceza gibi konularda uhrevi mesajlar veriyor, diye anlıyorum.
*Müzakerelerin başında bir arkadaşımız “masiyet” kavramını tanımladı. Ben onu biraz daha genişletmek istiyorum. “Masiyet” isyan etmek, karşı çıkmak demek, sözlükte. Peki, masiyet işleyen kimse neye ya da nelere karşı çıkıyor diye baktığımızda, kısaca ifade etmek gerekirse, a) kainatta işleyen düzene, b) insan fıtratında ya da vicdanında var olan ilkelere, c) vahyin belirlediği esaslara, d) toplumda uzun asırlar boyu oluşmuş “örf”e karşı çıkmış oluyor. Bu anlamda masiyet işleyen bir kimse hemen akabinde bunun yaptırımını görüyor veya vicdanında hissediyor. Mesela yüksek yerden atlayan ayağını kırıyor, kuş yavrusunu öldüren vicdanında sızı hissediyor vs. Aslında şer’i emirlere uyulmayıp günah işlendiğinde de insanlar ruhî alemlerinde rahatsızlık hissediyorlar…
*Ben kendime baktığım zaman şöyle bir his ile donatılmış olduğumu görüyorum: Bir kimse haksızlık yapmışsa, söz gelimi, masum bir cana kıymışsa “mutlaka yargılanmalı ve cezalandırılmalı” diyorum. Mesela -benim bilgim eksik olduğu veya mahkeme adlî yargılama yapmadığı için- böyle bir kimsenin beraatına karar verilirse, bundan çok rahatsızlık duyuyorum. İşte böyle bir duyguya sahip olan ben, vahiy, “suçlulara, zalimlere ceza var, azap var” mesajı ile geldiğinde, bunu kabul edilebilir buluyorum.
*Ben, Ha-mimdeki dersler çerçevesinde, kendimi “kanatın şahitliğinde iman eğitimi alıyorum” diye görüyorum. Konuyla ilgili olarak kainatta gözlem yaptığımda, evet, bu dünyada bazı suçlara bir şekilde ceza verildiğini görüyorum. Ama ceza verilmeyen suçlar da var? Bu konuda da şöyle mi düşünmem gerekiyor: Kainatın bir parçası olarak duygularıma baktığımda burada, ceza verilmeyen suçlardan dolayı kendimi üzüntü duyuyor olarak görüyorum, demek ki, vahiyde, bu suçlara ceza verileceğine dair açıklama varsa, -ki var-, o zaman bunu onaylanabilir buluyor, onaylıyorum. Eğer böyle ise ben “duygumu” delil olarak kullanıyorum demektir. Peki, duygu delil midir, ya da duygu ne kadar delil olabilir? Seküler birisi, “bırak canım duydu dediğin şey delil midir”, derse haklı olmaz mı? Ayrıca bu “senin için delildir, benim için değildir” derse doğru düşünmüş olur mu?
*Bence, insan elbette kainatın bir parçasıdır. “Kainatın şahitliğinde iman eğitimi alıyoruz” demek aynı zamanda kendimize bakıyor, kendimizi gözlüyor, kendimizi delil olarak kullanıyoruz demektir. Kainat ile insan arasında “dikotomi” yok ki. Ayrıca ben kendimi ikna etmekle yükümlüyüm. Bir şey beni ikna ediyorsa benim için delildir. Dış dünyadakileri ikna etmek gibi bir zorunluluğum, yok diye biliyorum, benim delil diye gördüğüm bir şey başkası için delil olmayabilir. Ben, kendimin onunla ikna olup olmadığına bakarım. Ayrıca “duygu”larımın işaretlediği şeyler benim için elbette “delil” hüviyetindedir. Çünkü bende sağlıklı bir fikir oluşturuyor!
*Anladığım kadarıyla, esas mesele insanın “masiyet” ile nasıl bir ilişki kurduğunda. Benim işlediğim bir masiyet varsa, ben bunu nasıl yorumlayacağım. Bu masiyetin ardından olumsuz bir sonuç ile karşılaşıyorsam, bunu nasıl değerlendireceğim? Benim için önemli olan işte bunu anlamlandırmak, doğru yorumlamak ve bundan doğru sonuçlar çıkarmak. Mesela bir masiyet işlediğimde acı bir sonuçla karşılaşıyorsam, bu kendi eksikliğimi görmeme yol açar, ben de eksikliği olmayana yönelirim, hata yapmışsam, pişmanlık duyarım, Ondan özür dilemek isterim. Ama bunları “şimdiki zaman”da yaparım. Ben şimdiki zamanı yaşıyorum. Geleceğimi şimdiki zamanda inşa ediyorum. Gerçekte benim geleceğim şu anda içinde bulunduğum gerçeklikten başka bir şey değildir. Şu anda karşıma çıkan hatalarımın önceki “şimdi”de yaptıklarımın sonucundan ibarettir. Örneğin imtihanda sıfır alan öğrenci, önceki tavrının yani ders çalışmamasının yansımasını görüyor. Önemli olan benim kendimle çelişmemem! Burada kendimle çelişip de “ahrette iyi şeyler olacak” demenin hiçbir tabanı yoktur, diye düşünüyorum.
*Burada “ahiret” kavramında da bakmak lazım. Ahiret nedir? Bu dünyada uzantıları yok mu? Mesela Nursi, başka yerlerde, “iman bu dünyada cennet tohumu, küfür cehennem zakkumu taşıyor” mealinde sözler söylüyor. Benim fizikî seçimlere göre cennetî yahut cehennemî hallerim oluyor yaşadığım. Masiyet işlediğimde ruhî sıkıntı hissediyorum. Kişi günahının derecesine ve büyüklüğüne göre bunları çok derin ve ileri boyutta hissedebilir. İşte cehennemî hâlât bu! Bunun tersi de oluyor. İyi bir şey düşündüğümüzde ya da yaptığımızda büyük bir memnuniyet duyuyoruz: cennetî bir hâlât! Hatta mesela ruhî azap çektiğim bir hal ile ilgili olarak aradan zaman boyutunu çıkarsam işte cehennem bu, derim! Veya çok memnuniyet duyduğum, huzur aldığım haller oluyor, o halden hiç çıkmak istemiyorum. Eğer zaman boyutunu aradan çıkarsam işte cennet bu, diyorum! Başka bir ifadeyle her iki hal ile ilgili olarak da niceliksel değil de niteliksel bir sıçrama yaparsam cehennem ve cenneti hissedebiliyorum! Sonuç olarak yaptığım tercihimin “ahir”ini yani sonunu azap ya da memnuniyet olarak yaşadığımı bu dünyada görüyorum!
*Yanlış anlaşılmaması için ben delil konusunda dönmek istiyorum. Masiyete yani “kötülüğe ceza verilmesi” gerektiğini benim duygum söylüyor ama bu bana mahsus değil. Dolayısıyla evrensel bir delilden bahsediyoruz, demektir. Hatta “kötülere bu dünyada bir şey olmaz” diyenler bile bundan yakınarak ironik bir şekilde kötülerin cezalandırılmasını istiyor demektir. Başka bir tabirle burada küllî bir realite yani “sünnetullah” var. Herkes bu sünnetulllahı görebilir. Bu sünnetullah ahrette azabın mevcudiyetine de delildir, metinde belirtildiği üzere.
*Kısaca üç noktaya değinmek istiyorum. Birincisi şu: Metin burada konuyu “kötülük ve karşılığında “ikab” olarak işliyor. Bunu tersinden okuyarak “iyilik” ve karşılığında “mükafat” olarak da okuyabiliriz. Yani biz bu dünyada her ikisini de tecrübe ediyoruz. İkincisi: Burada “kötülüğe ceza”yı tecrübe ediyor olmamız, ahretteki ikabın varlığına delildir, mahiyetine değil. Çünkü ahiret “gayb” olup tanımı gereği gördüğümüz varlık alemi tünden değildir. Üçüncüsü: Burada kötülüklere bazen ceza verildiğini görüyorum, bazen verilmediğini de. Duyguların, bunlara da verilmesi lazım, diyor. Sonra vahyin mesajına kulak veriyor, ahrette onlara da ceza verileceğini öğrenince, “tamam denklem kuruldu, kafama yattı”, deyip ikna oluyorum.