Risale-i Nur Okumaları Ders Notları Usûle Dair

Lemaat, 91. ve 92. Ders Notları

2 Şubat 2020 ve 9 Şubat 2020 tarihlerinde, iki hafta, Lemaat dersinde “Sevâd- a’zâma ittiba etmeli” başlıklı aşağıdaki metin okundu ve müzakere edildi:

“Ey tâlib-i selamet! Hadis etmiş işaret: Sevâd-ı zamana et tebaiyet ve refakat. Emevilik lakayttı, kazandı en nihayet. Ekseriyet-i ümmet; dayandı Ehl-i sünnet oldu ehl-i cemaat. Alevilik’te vardı azimet ve salabet. Ekalliyette kalan bir kısmı en nihayet Rafiziliğe dayandı. İşte bir cây-ı dikkat!”

Kısa olmakla beraber çağrıştırdığı sorular dolayısıyla iki haftayı kaplayan metnin müzakeresinde, her zaman olduğu gibi çok kıymetli açıklamalar paylaşıldı. Bunların bazılarını özetleyerek aşağıya alıyorum (her paragraf ayrı bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Bir önceki metin “Ey tâlib-i hakikat” diye başlamıştı. Bu metin de “ey tâlib-i selamet” diye başlıyor. Hitaplar metni nasıl okumak gerektiğine dair bir uyarı niteliği taşıyor. “Ben o muyum ya da ne kadar ‘o’yum” sorusunu aklımızda tutarak okumak gerekiyor.

*Hitaptaki “selamet” kelimesi yabancısı olduğumuz bir sözcük değil; “slm” kökünden türeyen çok kelime var, halen kullandığımız; salim, selim, selam, teslim, İslam, Müslüman gibi. İki anlam öne çıkıyor bu kökten gelen kelimelerde; teslim olmak ve barış içinde olmak. Selamet kelimesi de barış, esenlik, iç huzuru mânâsında. Metin barış yolcularına sesleniyor, baştaki nida ifadesiyle!

*Metindeki “Emevilik ve Alevilik” kelimeleri tarihsel bir arkaplana işaret etmekle birlikte, “lik” ekinden bu tabirlerin bir “zihniyet” olarak okunması gerektiği anlaşılıyor. Hatta şu söylenebilir: Metin zahiren Müslümanlara konuşuyor desek bile, kimlik olarak Müslümanlara değil, hakikate teslim olanlara konuşuyor. O takdirde buradaki müslüman kelimesini küçük harfle yazmak icap ediyor. Yani metin salt İslam dinine mensup olanlara değil, “hak”ka teslim olan yahut teslimiyet çabasına bulunan herkese konuşuyor, diye anlıyorum.

*Metin, gerek başlığı gerekse içeriği itibariyle “sevâd-ı a’zâma” uymaya davet ediyor. O halde şu iki soruyu sormak lazım: a) Sevâd-ı a’zâm kim ya da kimlerdir, b) hangi alanda sevâd-ı a’zâma uymak gerekir? Sevâdı a’zâm “genel çoğunluk”, İslam özelinde konuşursak “Müslümanların genel çoğunluğu” demek. Peki, ben her konuda Müslümanların genel çoğunluğuna mı tabi olacağım? Yani metin, mesela, “toplum neye inanıyorsa, sen de inan gitsin” mi diyor? İmanın ferdi olduğu ve tahkik edilerek tasdik edilmesi gerektiği dersini aldığımız Nursi, böyle bir şey söyler mi? Dolayısıyla ben sevâd-ı a’zâma dinî pratiklerde uymak gerektiği mesajını alıyorum bu metinden.

*Peki, dinî pratiklerde sevâd-ı a’zâma uymayı nasıl anlayacağım? Diyelim ki bir yere gittim ve orada başka mezhebe ait olduğu anlaşılan bir mescit var. Çekilip bir kenara “farklı” bir tablo çizmeyeceğim. Tabi olacağım namazda onlara. Yahut bir yere gittim, orada Ramazan orucuna bir gün önce başlanıyor. Ben onlarla tartışmaya girip sıkıntıya yol açmayacağım. Önemli olanın oruç tutmak olduğunu bilerek hareket edeceğim. Eğer dini pratiklerde “çıkıntılık” yaparsam hem toplumda hem kendi iç dünyamda “huzur ve barış” yaşayamam! Metin bu tembihte bulunuyor, diye anlıyorum.

*Ben önce sevâd-ı a’zâm hadisine işaret etmek istiyorum. Kaynaklarda zikredildiği üzere, Hz. Peygamber (savs) şöyle buyuruyor: “Ümmetim dalalet üzere birleşmez. Eğer ihtilaf görürseniz sevâd- a’zâma uyunuz”. Bilindiği gibi “dalalet” kelimesi “hidayet” kelimesinin zıddıdır. Hadis, ümmetin “dalalet”te ittifak etmeyeceğini belirtiyor. Metin, mesajını bu hadise atıf yaparak temellendirdiğine göre, sevâdı a’zâma hem inanç konularında, hem ameli konularda hem ictimai konularda tabi olmak gerekiyor, diye anlıyorum. Evet, iman konusu ferdidir, tahkik gerekir ama burada “ihtilaf gördüğünüzde” denildiğine göre, toplumda iman konusuyla ilgili olarak değişik görüşler seslendiriliyorsa, doğru olan “genel çoğunluğa” tabi olmaktır. Mesela son zamanlarda “kader iman konusu değildir”, “kabir azabı yoktur” gibi farklı seslendirmelere şahit oluyoruz. Metin diyor ki “sevâd-ı a’zâma” uyun, selamete erin”. Benim anladığım bu!

*“Sevâd-ı a’zâm” kavramının tanımını hatırlamak gerekiyor. Literatürde bu kavram “hak ve istikamet üzere olan topluluk” diye tanımlanıyor. Yani bu kavramın özünde sayısal çoğunluktan ziyade “hak ve istikamet üzere olma” kriteri var. Eğer bir topluluk hak ve istikamet üzere değilse sayısal kemiyeti ne olursa olsun, bu topluluğu sevâd-ı a’zâm olarak nitelemek mümkün değildir.

*Nursi’nin başka yerde söylediği gibi, “her doğru her yerde söylenmez”. Çünkü hakkı söylemenin haksızlık olacağı bağlamlar bulunabilir. Metin diyor ki, “eğer barış içinde olmak istiyorsan, söylediğin hem içerik olarak hak olacak, hem de onun söylenilmesi bağlam olarak hak olacak”.

*Adına ister sevâd-ı a’zâm diyelim ister cemaat diyelim, bundan ne anladığımızı netleştirmemiz lazım. Müellifin daha önceki metinlerinde belirttiği gibi cemaat, “aynı gaye etrafında bir araya gelen topluluk” demek. Mesela X yazılımını anlamak için birileri bir araya gelse, bunlar “X yazılımını anlama cemaati” oluşturmuş olurlar. Yahut bir ticari kuruluşun çatısı altında bir araya gelenler, bir anlamda o firmanın cemaatini teşkil etmiş olurlar. Her firmanın da belirlenmiş kuralları vardır. Ben böyle bir kuruluşta çalışıyorsam, kurallara uyacağım, çıkıntılık yapmayacağım, demektir. Yaparsam ya başım ağrır ya da çok geçmeden bana yol verirler. Metin, toplumsal planda selamet içinde olmak için “kurallara tabi ol, hır-gür çıkarma, çıkarırsan barış içinde olamazsın” diyor. Peki bu ilke “enfüs”ü kapsar mı? Hayır! Enfüste barış içinde olmanın yolu insanın kendi gerçekliği ile uyum içinde olmasından geçiyor!

*Cemaat kavramını biraz daha tahlil edelim: Mesela bir “Kur’an okuma cemaati” var. Bu cemaate girenler “haydi gelin, Kur’an okuyalım” demezler. Kur’an okumak üzere bir araya geldikleri için onlar “Kur’an okuma cemaati” olmuşlardır. Yine mesela, Risale-i Nur cemaati için konuşacak olursak, burada “haydi Risale okuyalım”, denilmez; Risale okumak için bir araya geldiklerinden dolayı onlar “Risale cemaati” olmuşlardır. Ama Risale cemaati içinde yer aldıkları halde Risale okumuyorlarsa, o kimseler o cemaatte olmanın esprisini çoktan kaybetmişlerdir, demektir. Tekrar metne bağlarsak, metin diyor ki, aynı amaç etrafında bir araya gelen bir topluluğa dahil olduysan, o cemaatin ortak amaçlarına aykırı tutum sergileyip problem çıkarma. Çıkarırsan hem toplumsal barışı zedelersin hem kendi iç dünyanda sıkıntılar yaşarsın!

*Metindeki kavramlara dönmek istiyorum. Bakıldığında, metinde birbiriyle yakın anlam ilişkisi içinde olan kavramlar var, birbirine zıt olan kavramlar var: Sevâd-ı a’zâm, ekseriyet-i ümmet, ehl-i sünnet, ehl-i cemaat birbiriyle yakından irtibatlı. Emevilik ile Alevilik, lakaytlık ile azimet kavramları da birbirine zıt. Metin diyor ki Alevilik azimeti esas aldı, Emevilik dine lakayt kaldı; ama süreç içinde Alevilik ekalliyet yani azınlık oldu, sonunda da Rafiziliğe dayandı, bu çok dikkat çekici görünüyor! Buradaki Rafizilik ile ilk üç halifenin hilafetini reddetmek, sahabenin çoğunluğunu tekfir etmek gibi istikamet dışı anlayışlara kapılmaya işaret edildiği açık. Demek ki başlangıçta azimet içinde olmak yetmiyor, o istikametin korunması gerekiyor. Bu da “sevâd-ı a’zâm”a uymakla olur. Sevâd-ı a’zâm göz ardı edilir, içe kapanma söz konusu olursa zaman içinde büyük sapmalara maruz kalınabilir!

*Metnin telif edildiği dönemde ne gibi tartışmalar vardı, bu tartışmalar metnin daha iyi anlaşılmasına katkı yapar mı, diye baktım. Şunu gördüm: O dönemlerde ihyacılık, ıslahatçılık ve dinde modernleşme gibi hareketler var. Bu hareketlerde Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Cemaleddin Afganî gibi şahsiyetler öne çıkıyor. İçtihat, icmanın bağlayıcı olup olmadığı, bir mezhebi iltizam etmenin gerekli olup olmadığı, İslam’la modern bilimlerin verilerinin nasıl telif edileceği gibi değişik alanlarda tartışmalar yapılıyor. Nursi’nin adı geçen zevâta en azından belli konularda olumlu yaklaştığı anlaşılıyor. Fakat bu konuda nihai fikre ulamak için özel çalışmaların yapılması gerekiyor!

*Evet, Nursi adı geçen isimlere mesela, ittihad-ı İslam konusunda katıldığını ifade ediyor ve onlar hakkında bir aralık olumlu şeyler de söylüyor, ama sonra o konulara çok girmiyor…

*Sevâd-ı a’zâm hak ve istikamet üzere olan topluluk, Hz. Ali de kesinlikle azimet ve salabet ehli ise Nursi kesinlikle bu konuda Hz. Ali’nin yanındadır. O zaman sevâd-ı a’zâma uymayı; a) itikadı açıdan, b) sosyal açıdan diye ikiye ayırarak tahlil etmek gerekir. İnanç alanında çıkıntılıktan, köşelilikten, sivrilikten bahsedilemez. Ama sosyal hayatta barıştan yana olunur, kargaşaya meydan verilmez, toplumun sulhu ve sükunu esas alınır. Nitekim Resulullah’ın (savs) hayatı da böyle değil miydi? O eşleri dahil kimsenin sosyal hayatına karışmadı ama inanç konularında en küçük bir tavize yer vermedi.

*Ben tekrar kavramların doğru anlaşılması konusuna döneceğim. Birçok kavramı kültürümüzün dayattığı seküler nitelikli açıklamalarla biliyoruz. Başlangıçta bu normal olsa bile, hakikat yolcusu isek kavramlarımızı mutlaka; a) sorgulamalıyız, b) yeniden doğru şekilde tanımlamalıyız, c) hayatımızı bu yeni ve doğru tanıma göre şekillendirmeliyiz. Mesela aile kavramını “anne-baba, eş ve çocuklardan meydana gelen birim” diyorsak biz bu kavramı kan bağı üzerinden ve seküler olarak tanımlamış oluyoruz. Zira Kur’an’da Nuh, inanmayan oğlu için “o benim ailemden (min ehlî) dediği halde, Allah’ın “o senin ailenden değil” demesi (Hud 11/46) bize semavi aile tanımını veriyor.

*Bu bağlamda metinde geçen “sevâd-ı a’zâm”, “ümmet”, “ekseriyet”, “ehl-i sünnet”… gibi kavramları çok doğru anlamak zorundayız. Eğer kültürümüzden aldığımız tanımları, irdelemeden metindeki cümlelere yapıştırırsak hem metni doğru anlamaktan uzak kalır hem de bu metinlere ve müellifine haksızlık yapmış oluruz! Mesela bu metinde geçen “cemaate tabi olmak” ne demek? Hangi cemaate? Nursi birkaç ders öncesinde cemaati tanımladı… O tanımlara yeniden hatırlamak gerekiyor…

*Sonuç itibariyle metin, -Nursi’nin imanın bireyselliğine ve tahkik edilerek benimsenmesine yönelik yüzlerce vurgusunu dikkate aldığımızda-, “her konuda topluma uy, onlar nasıl inanıyorsa sen de öylece inanıver” demiyor, sosyal hayata bakan alanda, selamette olmak için özgün tanımına uygun olarak “sevâd-ı a’zâma” ya da “cemaate tabi ol”, diyor, diye anlaşılıyor.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum

  • 1- Konunun çıkış noktası el Bakara 2:13 ayetine dayanıyor.(İşaratül İcaz). Bilhassa ayetteki “nas” lafz-ı mübarek inin nüktelerine dikkat. “…cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikab etmek, kalbin, vicdanın şanından değildir.”

    2- Sanki “Emevilik” terimi ruhsat sınırlarını ; “Alevilik” Terimi de azimet sınırlarını işaret ediyor.

    3- (Diyanet-Sözler-895) “Böyle zamanda tereffühte izn-i şerri bizi muhtar bırakmaz” başlıklı Lem’a daki Savad-ı a’zam tanımına dikkat.

    4- (Diyanet-Mektubat-606) Hakikat Çekirdekleri 25- “Bir fikre davet cumhur-u ulemanın kabulüne vabestedir. Yoksa davet bid’attır, reddedilir.”

    İfadelerden anlaşılıyor ki : Hem görünür yaşam tarzı, hemde düşünce dünyamızda; “Müminlerin Cumhurunun tarz ve düşünceleri” Savad-ı azam ı ifade ediyor.