Umarım hepimiz farkındayız ki, her yeni kuşak ergenlik çağına girinceye kadar bir “kimlik” arayışı içindedir. Bazıları bu kimliği çevre etkenlerinden “naklen” alır, bazıları ise, sorgulayarak kimliğini kendisi oluşturmaya çalışır. Çağımızda “kişisellik” gittikçe yaygınlaştı, özellikle genç kuşakların artık global kültüre ulaşımları neredeyse sınırsız hale geldi. Kimlik oluşumunda aile ve yakın çevrenin etkisi gittikçe zayıflarken global faktörlerin etkisi artıyor. Artık aynı aile fertleri, aynı çatı altında kimi zaman yüz yüze değil internet aracılığı ile konuşuyorlar. İnsan-insan ilişkisi gittikçe tarihe karışıyor.
Kişisel veya global toplum kimliğinin arasında çok fazla fark kalmayacak gibi görünüyor çok kısa bir süre içinde. Dar çevre kimliğinin kişiler üzerindeki etkisi kaçınılmaz olarak zayıflıyor ve en sonunda tamamen silineceğe benziyor. Belli bir toplumun kendisine ait geliştirdiği kimliği devam ettirmesi söz konusu olmaktan çıkacağına dair kuvvetli sinyaller alıyoruz. Bu şu demektir benim açımdan: Aile kültürüne, çevre kültürüne güvenerek genç kuşakların kimlik oluşturmasını beklemek artık saflıktır. Hatta belli bir toplumun kapalı devre kimlik koruma çabalarının da kısa zamanda bir etkisinin hiç kalmayacağına dair izleri görüyorum. Siz de görüyorsunuzdur. Görmüyorsanız, üç-beş yaşlarındaki çocukların ellerindeki tabletlere bir bakın, hangi kültürün etkisi altında kimlik oluşturuyor olduklarını hemencecik anlayabilirsiniz.
Kafamızı kuma sokarak, hala eski davula tokmak vurmanın bir anlamı kalmadı. Gerçeğimiz böyle yaratılıyor. Sanki her devirde olduğu gibi, evrenin Yaratıcısının sürekli yenilediği bu alemde gözlemlenilecek yeni yaratılış biçimi gözlerimizin önüne seriliyor. Özgür irademizin seçim alanına verilmemiş kaderden kaçmak olanak dışı.
Bundan bana ne mi diyeceğiz? Hayır! Her insan, gençlik döneminde bir kimlik oluşturuyor ve yavaş yavaş ipek böceğinin kendi kurduğu kozasının içine kendisini kapattığı gibi, yaşamının ileri yıllarında kendini hapsediyor. Bu bir kural değil, fakat genel geçer bir olgu. Beni ilgilendiren tarafı şu: Herkes gibi benim de bir kimliğim var. Bu durum beni tedirgin ediyor. Kimliğimi tamamen yansıtmalı mıyım? Ne yaparsam yapayım, kimliğim bana ait. Ben irademi kullanarak irademe bırakılmış sorgulamalarla şimdiki kimliğimi değiştirebilirim. Eğer değiştirme çabasına girmezsem, kimliğimin değerlerinin mahkumu olurum. Yani, olduğum yerde sayar, kendimi tekrar ederim.
Bir örnekle bu problemi daha canlı olarak saptayalım. Örneğin Hıristiyan kimliğini benimsemiş kişi, bu kimliği sorgulamadığı takdirde, eline İncil’i alır ve orada yazılanların hepsini bu kimliğin gereğine göre yorumlar. Bir insan olarak onaylaması mümkün olmayan bir düşünce tarzı olsa dahi, özgür iradesi ile bu düşüncesini onaylamak için gerekçeler toplamak üzere aklını görevlendirir. Akıl ise dış dünyadan malzeme toplama yetisine dayanarak beş duyusunu harekete geçirir. Toplanan malzemeleri analiz etme özelliğine sahip akıl, bu görevini iradenin yönlendirdiği doğrultuda yerine getirmeye çalışır. Böylesi bir durumda kişi, kimliğindeki kendi yanlış önyargısının farkına bile varmaz. Neden? Çünkü kimliğinin içeriğini sorgulamayı özgür iradesi ile yasaklamış ve böylece kendini, kendi kozası içine mahkum etmiştir. Yaptığı tüm yorumlar aslında kendi kimliğini haklı çıkarma çabasından ibarettir.
[Kur’an bu konuda kimliklerinin içeriğini sorgulamadan benimsemeyi tercih etmiş olan muhataplarını uyarır. Dinleyelim: كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَYani, “her grup kendileri yanında olana güvenip memnuniyet duyarlar.”
Muhammed Esed, bu ayeti şöyle çevirir: “… her hizip [ancak] kendi benimsediği [öğretinin dar ve katı kalıpları] içinde rahat soluk alır oldu.”30: 32 ve 23: 53.]
Böylesi bir seçimi yapmış olan kişi, kozasından çıkmaktan çok korkar. Çünkü kimliğinin içeriği daha önce benimsenmiş değerlerin tekrarından ibarettir. Eğer böyle bir kişi yalnızca kendi dünyasında kalıp düşüncelerini başkalarına aktarmaya çalışmıyorsa bu kişiye benim diyeceğim bir söz yok. Zaten beni dinlemez bile. Eğer başkalarına aktarmaya çalışıyorsa, ve bu aktarma bir sorumluluğu olan düşünceleri içeriyorsa, durum çok düşündürücü olmalıdır. Örneğin: Eğer ben pilavın nasıl pişirileceği konusunda bir gence rehberlik yapacak konuşma yapıyor veya yemek tarifesini internete yazıyorsam bu durum çok kritik değildir. Pilavı şöyle pişirir veya böyle pişirir, insanların varlıklarının anlamlandırılması ile ilgili değildir.
Fakat eğer bir kişi, kimlik oluşturmak üzere olan gençlere veya sorgulayanlara hitap ederek varlıklarının amacını içeren bir “tarife” yayınlıyorsa durum farklıdır. O takdirde, Var Edicinin amacını kendine göre yorumluyor demektir ki, Var Eden adına yapılmış bir “tarife”dir. Varlık Kaynağının adına yapılan bir açıklama mutlaka ciddiye alınmalıdır. Yani, tekrar tekrar düşünüp “Kendi kimliğimi mi tekrar ediyorum, değilse, insaniyetime takılan özellikleri mi dikkate alıyorum?” sorgulamasından geçmelidir. Zaten insaniyetimizin dışına çıkmamız da imkansızdır, beklenmez de. Fakat söylenilenlerin bilinçli bir analize tabi tutulması bizim görevimizdir.
Aynı kimlik üzerinde anlaşmış ve kimliklerini sorgulamak için değil de içeriğini pekiştirmek için toplanmış insanların zaten toplanma amacı gereği kendilerini tekrar etmekten ibaret olacaktır. Bilmem içimizde kendini tekrar etmek için burada bulunan birileri var mı? Eğer böyle bir durum gözlesem ben buradan hemen ayrılırdım. Kendi kimliğimizi sorgulamak ve yenilemek amacıyla burada olduğumuzu düşünüyorum. Eğer “Benim bu varlık aleminde ne işim var?” diye sorgulamak ve sorgulayanlara malzeme hazırlamak gibi bir derdimiz varsa, kaçınılmaz olarak kozamızın içeriğini sorgulayarak ve malzeme arayan ve kimliklerini oluşturma aşamasında olan genç neslin gereksinimlerini göz önüne alarak yazıp, çizmeliyiz. Çünkü arayış içerisinde olanlar onlardır. Yoksa belli bir grubun kimliğinin mahkumu olmuş insanların muhatabı olmanın hiçbir faydası yoktur. Onların rahatını bozmak istesek bile bozamayız. Kimliğinin içeriğine ters düşen en bariz gerçek bile onları yerinden oynatmaz; ancak “sapık” der, seni terk eder. Sorgulayanlar için nefes ve zaman tüketmek gerekir. Böylesi bir insan grubuyla muhatap oluyorsam bile belki içlerinde sorgulayanlar vardır, diye düşünüp ona göre konuşmam gerekir. Kendimizi tekrar etmemizin bir anlamı yoktur, hayatımızı israftır. Şu dünyadaki her anımız çok kıymetlidir. Varlığımızın amacına ulaşmak için harcanmadığı takdirde “ziyandayız.”
Bugünün dünyasının bir gerçeğini unutmamak gerekir. İnternet yedi milyarı aşkın insana açık bir alandır. Bunların içerisinde zaten bir kimlik kozasına mahkum olmuş olanlar seni-beni dinlemez, kimliklerini pekiştirecek alanlara girerler. Fakat eğer bir genç “Şu İslam diye bir din varmış, bakayım, onun adına konuşanlar ne diyor?” diye internete girerse ve benim şu yazdığımı okursa, beni ben olarak dinlemez bu kişi. Ya? “İslam’ı anlatıyor,” diye dinler. Eğer ben sorgulamaya açık olmayan bir sunum yapıyorsam, Yaratan’ın bana yaptığı konuşmasını temsil ediyor olduğumdan sorumluluğumun Yaratıcının hukukunu içerdiğinin bilincinde olarak konuşmalıyım, yazıp, çizmeliyim.
Düşünme alışkanlığı kazanmayan insanlar kendi kimlikleri içinde rahatça dünyaya bakan yönüyle hayatlarını sürdürürler. Onlar bu yazının muhatabı değiller. Zaten böyle bir konu ile ilgileri de olmaz, ilgilenmek gerektiğini de bilmezler ya da bilmek istemezler. Bu onların problemi, bizi şu aşamada ilgilendirmiyor.
Toplumda “kimliksizlik” sitemleri de duyarız. Bu ne demektir? Kimse kimliksiz değildir de, kimlik sahibi olmasını istediğimiz kişilerin “bizim kimliğimiz” dedikleri kimliği benimsemesini beklemelerinden kaynaklanıyor bu. Yani, “bizim kimliğimiz”in taklidini ve dolayısıyla tekrarını umuyorlar. Mümkün mü? Şimdilerde pek mümkün görünmüyor. Nedenini yukarıda değindik. Örneğin, “Şanlı tarihimiz, bizim milletimiz, bizim ailemiz, bizim grubumuz, bizim dinimiz” söylemlerinin benimsenmemesinden dolayı rahatsız olanların derdidir bu!
Genç nesil kendi kimliklerini oluştururken, diğer taraftan babalar, anneler, hocalar, şeyhler, liderler, abiler, ablalar kendi kimlikleriyle düşünmeye devam ediyorlar diye görünüyor. Peki, yetişkinlerin kendi kimlikleriyle düşünmeleri yararlı mı, zararlı mı? Konumuzun omurgasını bu soru oluşturuyor.
Eğer, yeni kuşaklar yakın çevre etkileriyle kimlik oluşturuyor olsa idiler, kuşaklar arası çatışma olmayacağından, bir önceki neslin kimliğinin sınırları içinde geliştirilmiş kimliği bir sonraki kuşağa aktarmak mümkün olurdu. Fakat artık bu mümkün görünmüyor. Çare nedir? Yani kimlik oluşturmak zorunda olan genç nesil ve genç olmasa da kimliğini sorgulama cesaretini gösteren kişiler, ister istemez, belli bir kimliğin hapishanesinde geliştirilmiş söylemleri benimsemenin ötesinde neredeyse alay ederek reddediyorlar. Daha önce belirtildi, artık global kimlik etkenleri insanları daha özgür sorgulamaya çağırıyor.
Kendisini yeni şartlara hazırlamak isteyenler, kimliklerinin sınırlarını aşmak zorundalar. Biliyorsunuz, bu evrenin Yaratıcısının kurduğu düzene ve bu düzenin akışına karşı çıkan, ancak kendi felaketini hazırlar. Bilinen ifadesiyle, kafasını demire çarpan, demiri değil kafasını kırar!
Kimliklerin sınırlarıyla düşünmeden, bu sınırları sorgulayarak, kendimizi kaderin şekillendirdiği koşullara hazırlamak ümidiyle…
Son söz, “ya yeni hal, ya izmihlal!”
Bediüzzaman konuyu Münazarat kitabı sonundaki “Zindan-ı Atalet” bahsinde aşamalara göre analiz ederken “Görenek belası” illetinden de bahseder.
Malumu ilam ama tekrarında fayda var. Gelişmek, değişmek anlamına gelir. Fakat her değişim gelişme anlamına gelmeyebilir. İnsanların “Gelişme” kavramına dikkati çekilmeli.
Bu yüzden dış dünyamıza sesleniş “Medenilere galebe ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” ilkesi çerçevesinde bilgi ve belagat ile olmalıdır. Sürekli ve keyfiyete haiz kemiyet halinde olması önemlidir.