Habibe – “Külli nefsin zâikatü’l-mevt”, yani “Her nefis ölümü tadacaktır.” (3:185, 21:35, 29:57)
Zincirlikuyu Mezarlığının girişinde yazılmış olan bu ayetten rahatsızlık duyuyor bazı insanlar. İnsanların nefsine ne kadar ağır geliyor gerçekler.
Abdullah Berâ – İlgili bir hadiste Rasulullah (s.) şöyle söylüyor: “Lezzetleri acılaştıran ölümü çokça zikrediniz.”
Kanaatimce bu hadis-i şerifte ölümü düşündüğümüz zaman mesela güzel bir meyve yerken artık lezzet almayacağımız değil, o meyveye manay-ı harfiyle (yani Baki olan bir Yaratıcının özelliklerini gösteren, yansıtan olarak) bakmamanın acısı kastediliyor. Bu, genel kullanılan anlamıyla ölümün insana hakikatini, aczini vs. hatırlatması olarak düşünülebilir.
Bir de daha meyveyi yerken Baki olan yaratıcısı ile bağının koparılması durumunda o meyveden insanın elde edeceği şeylerin (tat, koku, ruhun memnuniyeti vs) hemen öleceğini çağrıştırıyor bu hadis.
Senai – Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde “her can ölümü tadacaktır” yazıyor. İlgili ayetin bir meali olarak yazılmış. Mezarlığın girişi tercih edilmiş. Mezarlığın varlığı ile bağırdığı gerçeğe dikkat çekmek için..
Ancak bu meal (ayet değil, meal diyorum; dikkat!) her gördüğümde beni de rahatsız ediyor. Bu mealin iki sorunu var:
1. Ayet ölüm tadıcısı olarak “nefs”i işaretliyor; “can”ı değil. Türkçe’de can ruh anlamına geliyor daha çok. Oysa ruh ölümü tatmaz; ölümü tadan nefis olur. Yunus’un zarifçe işaret ettiği gibi “ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez”. Ölen nefistir, aşkın öznesi olan kalp ya da ruh değil..
2. Ayetteki “zaikatü’l mevt” ibaresi “zevk etme”yi, yani “tatma”yı gelecek zaman kipiyle değil, fiilden üretilmiş isim olarak belirler. Buna göre meal, “ her nefis ölüm tadıcısıdır” şeklinde olmalı, “ölümü tadacaktır” değil. Böylece ölümü tatmayı geleceğe doğru ötelemeyiz, şimdi ve burada tadarız. Zaten Risale’nin “eksiru zikra hadimüllezzât” hadisine dair yorumu da lezzetlerin şu andaki tükenişi ve tahribi gerçeği üzerinden yürür. İleriye atmaz ölüm tadımcılığını.
3. İkinci maddeye göre bu ayetin yazılması gereken biricik yer “mezarlık girişi” değil, hayatın ortası olmalı… En azından mezarlık çıkışına yazılmalı…
Ali – Bütün yazını sevdim ama 3. maddede vurguladığın mesele herhalde konunun can alıcı noktasıdır. (3. Nokta da 2. Nokta olmadan ulaşılacak gibi görünmüyor.)
Bütün bunlar bir yana, espiriniz beni güldürdü ve de derin bir manayı hatırlattı: “En azından mezarlık çıkışına yazılmalı…”
A. Berâ kardeşimizin dikkatimizi çektiği nokta ile burada birleşiyorsunuz. Sabah kalkınca “birşeyler yapmam gerek sürem dolmadan” değil de, her bir anı, eğer o anı Verene bağlamadan kullandı isem, zaten “mezarlık çıkışında” duyulması gereken sesi duyarım.
Hayatın lezzetini Verenin Mutlak olduğunu farketmeden yaşadı isem, “nefis” ölümü o anda tattı, lezzetini, zehire kalbetti demektir.
“Mezarlık çıkışı”nı, yaşadığım bir anın geçişi, yaptığım bir işin bitişi, yediğim lezzetli bir yemeği yeyip bitirişim olarak anlıyorum.
An, geçer; iş, biter; lezzet sona erer (mezar); fakat sen bunlara bizzat kendileri için değil de (mana-yı ismi), Yaratıcıları, Mutlak olan Kaynaklarını tanımak (mana-yı harfi) için muhatap olursan, bunlar ölürler ama, “Ölümün lezzet kaynağı olacak yönüne mülaki olursun. Onların geçiciliğinden faydalanarak, Kaynaklarının Ebedi olması gerektiğine ulaşırsın.” (Derd içinde derman bulursun).
Ölümü sevmek şartmış demek ki! Ölüm olmasaydı, nasıl Hakk’ı anlayacaktık ki? Fena olmasaydı, nasıl Beka’yı bulacaktık ki?
Bir eğitim yeri olan bu dünyayı “ölümlü” yaratan ne kadar da Rahmet Sahibi imiş! Demek bizi gerçekten seviyor! Bizim bu dünya şartlarında “eğitimizi” ne kadar da Rahmetiyle kolaylaştırıyor! Ölümü Yaratan Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun!
[Hadiste ölümün “hadimu’l-lezzat” olarak anılması da çok anlamlı. Dünyevileştirilmiş lezzetleri yıkan ve o lezzetlerin Ebedileştirilmesi için bir “kamçı” görevi yapan “ölüm” her an anılmalı ki, Ebedi aleme açılan kapıları aralayabilelim. Ebedi Lezzet Kaynağı olan Rabbimiz ile irtibata geçelim, Onu tanıyarak yaşayalım.]Ölümün yüzüne gülmeliyiz, değil mi?