Kainat ve İnsan

İnsan İradesinin Hür Olması

İnsan İradesinin Hür Olması | Ha-Mim

İradenin tamamen hür olup olmadığı ya da arkasında bazı faktörlerin bulunup bulunmadığı çok tartışılan bir konudur. Kanaatim odur ki, irade eğer tanımı gereği hür olmazsa, irade olmaz. Etki altında olan bir kabiliyetin “irade” olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Eğer irade hür olmasaydı, o takdirde, zorunlu olarak tercih yapacak bir insan, bu dünyada eğitime tabi olmaz, esasen eğitimin de bir amacı olmazdı. Ben bir varlığı değerlendirip iradem ile bir tercihte bulunmadığım sürece o varlığın bizzat kendisi beni eğitmez ki.

Herkes çok değişik şartlarda var ediliyor. İrade bu şartlar altında yapılan hür bir tercihtir. Şartlar iradenin hür kullanımını sınırlamaz, etkilemez, fakat irade bu şartlar altında, bu şartlar içinden hür bir şekilde tercih yapar.

Diğer taraftan insan iradesi yalnızca mevcut varlıklardan seçerek tercih yapar, yaratamaz. Yaratamamak, tercihin hür bir şekilde yapılmadığı anlamına gelmez. Ki materyalist bir yaklaşım, yaratamamayı, tercih yapamamak olarak algılayıp, insanın sorumluluğunu inkâr eden bir tavır takınır. Bunun en bariz ve fakat en sinsi yansıması, insanlarin seçimleri çocukluk hatıraları ile ilişkilendirilerek, sanki zorunlu tercihlermiş gibi haklılığı iddia edilerek, kişilerin iradelerini hür biçimde kullanamadıklarını iddia etmek şeklinde görünüyor. Hatıraları ne olursa olsun, insanlar yine de hürce seçim yapma özelliklerini, yani iradelerini kullanabilirler. Böyle bir kişi bu hatıralarının esiri olmadığını, hürce, iradesiyle doğru olan tavrı tercih edebildiğini hemen fark eder. Yeter ki, hatıraların esiri olmadığını kabul etsin, sorumluluğunu aktif hale getirsin!

İradenin, mevcut olanlar arasından seçim yapmak demek olduğunu anlarsak, iradenin kullanımını, bu mevcut olanlar arasından hür biçimde yapılacak seçime dikkat ettiğimizde fark ederiz. Ben bu imkanlar içinde irademi hangi yönde kullanmalıyım? Benim irade alanım budur.

Hiçbir zaman unutmamak lazımdır ki, insan iradesi yaratmaz, yaratamaz, yaratmakla da yükümlü değildir. Bütün problem bu noktanın gözden kaçmasından kaynaklanıyor. İnsan bir şeyi irade edip ama yapamadığı zaman, şu etki veya bu etki altında diye kendisini sınırlıyor, gerçeğinin dışına atıyor ve böylece de iradenin varlığını veya hürlüğünü inkara gidiyor. Genellikle düşülen bir çukur. Dikkat etmek lazım!

Mesela ben boş bir çöldeyim, kimse yok etrafımda, cebimde bir miktar para da var, çok aç ve susuzum. İrademin yapacağı tercih nedir? Param var ama satın alamıyorum, ne yapayım? Ölmek zorundayım, bu durumda irade ne işe yarar? İçinde bulunduğum şartların esiriyim. İşte bütün yanlış anlamaların kaynağı buradan geliyor: Yeni bir durum yaratamıyorum, dolayısıyla iradem yok!

Halbuki bakacağız, nazarımızı gökyüzüne çevireceğiz, kuşların nerelere doğru uçuyor olduğuna dikkat edeceğiz, çünkü kuşlar suyun olduğu yerde yaşarlar veya oraya doğru uçarlar. Onların uçtukları veya bulundukları yere doğru gideceğiz, seçeceğiz yani. “Paramla hiçbir şey satın alamıyorum, o halde iradem yok” denmez. İnsan iradesinin özelliği içinde var edildiği şartların içinden tercih yapmaktır. İrademi kullandığım halde hiç başka bir tercih imkanım yoksa, ecelim gelmiş demektir. Ama iradesiz değilim. İnsan bu dünya hayatında şu veya bu nedenle bir gün gelecek ölecektir. Bu benim tercihim değil, beni Yaratan’ın tercihidir, benim sorumluluğum da değildir. Yaratan’ın iradesiyle gerçekleşen ve bana seçim hakkı verilmeyen durumlar dışında, irademizi kullanmamıza imkan tanıyan bir yaratılış alemindeyiz; irademizi kullanabiliriz, yeter ki, iradem yok, demeyelim.

İnsanın hür iradesi ile yaptığı seçim, verilen mevcutlar içindendir. Bunun için İslam geleneğinde “irade-i cüziyye” tabiri kullanılır. Bu ifade, iradenin küçücük bir alanda yaratan olması demek değildir. Verilen mevcutlar arasından seçme özelliğine sahip, mevcutların dışına çıkarak seçemeyen demektir. Bu noktanın da çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Bu koca kâinatta benim irade alanım çok sınırlı, sanki yok gibi, hatta etrafımda karşılaştığım birçok olaya, benim müdahalem söz konusu olamıyor” demeyeceğiz. İrademizi kullanarak bu olayların yorumlanmasında ve kendimiz için çıkaracağımız derslerde biz tamamen serbestiz. Koca kâinata bakıp, onların görevleri ve onları görevlendiren hakkında bir karara ulaşarak, onların varlığını ve dolayısıyla kendi varlığımı hür biçimde yorumlayabilirim. İrademi bu sonuçlar için kullanabilirim. Beni de bu sonuçlar ilgilendirir, değilse tüm evreni değiştirmek ile yükümlü değilim. Kendi anlayışımı değiştirmekle yükümlüyüm. İrade de bu amaçla verilmiş olmalıdır.

Evreni Yaratan’ın iradesi ise seçmez, fakat var eder. Varlık verir. Bir şeyin varlığını irade eder ve bir şey var olur. İşte bu, Mutlak İradenin kullanımı sonucu var olandır. Biz, var etmek yetkisine sahip kılınmamışız, yani yaratığız, verilenlerle yetinmenin ötesinde bir seçeneğimiz yok. “Yaratamıyorum, o halde iradem yok” demek bütün çözülemez görülen psikolojik problemlerin kaynağıdır. Dikkat etmek lazım!

İnsanlarda ne yaratıcı bir özelliğe sahip irade var ve ne de yaratma sorumlulukları var. İnsan yaratıktır, yaratamaz, o kadar! Tekrar etmek gerekirse, yaratamamak, iradesi yok demek değildir. Mahlûk bir irade verilmiş bize. Bu noktayı anlarsak, hayatımızda çok rahat ve huzur buluruz. Hiç de stres, depresyon, gerilim vs. yaşamayız. Bu seküler psikoloji insanları yaratamamanın çaresizliği içinde seçim yapamaz hale getirdi!

Bütün fesat yaklaşımlar, belli bir teorinin altından çıkıyor. Teknik kelimeleri kullanmak istemiyorum ve de tam bilmiyorum. Şuuraltında olanları insan unutamazmış, yok edemezmiş ve dolayısıyla onların kölesi imiş, iradesi yokmuş… Bütün hikâye bu! Halbuki İçinde bulunduğun şartların içinde tercih yapmakla görevlisin, iradeni inkâr etme! Bu şarlatanlar insanları tercihsiz bıraktılar. Çocukluk hatırasına mahkûm ettiler. Dikkat etmek lazım! Çocukluk hatıraları da benim dışımda gerçekleşti, annemin, babamın, kardeşlerimin, öğretmenin vs sorumluluğuna atıp, irademizle mevcuttan seçim yapma alternatifimizi de öldürdüler. İnsanları depresyona sokup ağır ilaçlara mahkûm ettiler. Mevcut ile iktifa etmeyi öğretmediler. Bunun sebebini anlamak zor değil, zira insanda sorumluluk almaktan kaçma özgürlüğü, yani tercihini o yönde kullanma özelliği de var. Nitekim öyle yaptılar ve sorumluluğu attılar başkalarının sırtına!

Neden Hristiyanlık anlayışındaki milyarlarca insan, Âdem babamıza günahı yükleyip, “Allah’ın oğlu İsa” isimli uydurma bir şahsın fedakarlığında ferah, kurtuluş arıyor dersiniz? İrademizi hür biçimde kullanma sorumluluğundan kurtulmak! Ne saçma bir çözüm yolu! Dünya işine gelince sorumluluğu uydurduğu o kişinin fedakarlığına veya Âdem babaya atıp da kendisi yemek yemeyi tercih etmekten vazgeçmiyor, değil mi? Acıkınca neden İsa doyursun demiyor? Kendisi yiyor ve de en iyisini yemek için bal gibi iradesini de kullanıyor.

Gerçek Resulullah İsa, insanlara Yaratıcının verdiği iradelerini en kasıtlı (optimum) bir şekilde tercih yaparak kullanmalarını öğüt verdi. Onlar kafalarından bir “İsa” uydurdular, kendilerinin Âdem babadan devir aldıkları (seküler psikoloji “Âdem baba” demez ama senin baban, annen vs der, aynı şeydir, dikkat etmek lazım) yükü İsa’ya çektirdiler ve kendilerini temize çıkartarak kandırdılar. Buna “Göz göre göre lades” denir. Modern psikoloji de bu temelsiz “kurtuluş reçetesini” alarak “İsa”sız bir tabana yerleştirdi. Zaten kafaları böyle bir anlayışa açık olan bir tercihin takipçileri arasında çok rağbet gördü. Sekülerist izahlar da kendisini rahatlıkla topluma yutturdu!

Garip olan nedir? Kendini Müslüman bilen psikologlardan çoğunun da bu anlayışı yutması ve hatta savunuculuğunu yapmasıdır, dikkatli olmak şarttır! Bir kişi ayet okudu veya namaz kıldı diye o kişinin mesleğinde hak tercihi yaptığı anlamına gelmez. Eline bıçağı alıp bismillah diyen bir kasaba, kendinizi ameliyat ettirir misiniz? Dünyevi menfaate gelince nasıl kafamız çalışıyor, doğru tercihler yapıyoruz? İnsanî gerçeklerimize uygun tercihler yaparak sorumluluğumuzu yerinde kullanmaya gelince, tembellik yapmamalıyız, değil mi?

Netice itibariyle, her zaman ve her yerde “tercihlerimiz” söz konusu. Açık bir örnek verelim: Kendi iradî tercihim ile Risale derslerine gidiyorum. Orada karşılaştığım şartlara göre bir tercih daha yapıyorum. Dinliyorum veya dinlemiyorum. Duyduklarımı takliden kabul ediyorum veya kendi içimde sorguluyorum. Benimseme tercihi yapıyorum veya benimsememe tercihi yapıyorum. Ön kabullerimle dinliyorum veya hür şekilde dinleyip bir tahlile tabi tutuyorum yahut tahlil etmeden direkt “Bunlar dindar, ben dindar olmayacağım” kararımı verip reddediyorum vs. Yani ders esnasındaki bu durumum, yine ayrıca hür bir şekilde irademi kullanma imkanı veren bir durumdur. İradeyi kullanma sorumluluğum an be an yeni şartlara göre devam ediyor!

Bir başka örnek verelim. Ebû Cehil ile Ebû Bekir, ikisi de Resulullah’ın yanında idiler, ikisi de onun okuduğu Kur’an’ı dinliyorlar idi. Sonuçta ikisi de aynı sonucu mu tercih ettiler?

Meşhur bir örnek daha: İçki tiryakisi bir ailenin iki çocuğu aynı yerde yetişiyorlar. Birisi içkici oluyor, diğeri ise hiç içmiyor. Her ikisine de ayrı ayrı tercihlerinin nedenini soruyorlar . Cevap aynı: “Böyle bir ailede büyümüş olan birisi olarak benden daha başka ne olmamı beklersiniz ki?” Birisi içkinin ne kadar zararlı olduğunu görüp hür tercihi ile içmeme kararı vermiş, diğeri içkinin zararlı olduğunu yakînen gördüğü halde hazzı önceleyerek hür tercihi ile içme kararı vermiştir.

Dikkat çekmek istediğim son bir husus şudur: Hem insanın duygu aleminde hem de dış dünyada şartlar öyle hazırlanıyor ki, bu suretle evrenin Yaratıcısı insanı doğruya, hak olana teşvik ediyor, yanlış olanın yanlışlığını gösteriyor. Yani yaratılış şartlarında, devamlı olarak rahmet ve şefkat tezahürleri görülüyor. Bazen çok açık bu, bazen de üstü kapalı. Kainat sanki insanı zorluyor, “beni Yaratan’ı tanımazsan, kendi içinde ıstırap çekersin” diye açıkça ilan ediyor. İnsan duyguları bir yanlış tercihin sonunda isyan ediyor vs.

Bazen de ilk bakışta kötü gibi gelen bir durum yaratılıyor. Zalimin birisi, bir savaş ilan ediyor, masumlar bu savaşta öldürülüyor veya zarar görüyorlar. Dikkat edersek anlıyoruz ki, masumlar şehit ediliyor. Ölümü kötü görmek benin irademin tercihidir, yani benim hatalı tercihimdir. Ölüm çok güzeldir. Ölüm olmasaydı vay halimize! Öleceğiz, ya şöyle, ya böyle. Dua etmek lazım, hakka şahit olarak, hakkı onaylayarak ölmek nasip olsun. Kendimin tercih etmediği bir savaşta ölmek veya kendimin tercih etmediği, örneğin bir zelzelede ölmek hiç de kötü bir sonuç değil. Bunlar rahmet tecellileridir.1Depreme dayanıksız bina yapmak da bir sorumluluktur. Bu da mimar veya inşaatçıların bir tercihidir, ölen kişinin değil. Ben hakikat hatırına olmayan bir savaş tercihi yapmışsam veya hakikat hatırına olmayan bir savaş tercihini onaylayan bir tarafgirlik tercihi yapmışsam, Allah korusun, aynen savaş ilan edenler gibi zalim olmayı tercih ettim demektir. Dikkat etmek lazım, siyasi tarafgirlik insanı zalim yapabilir. Genellikle siyaset (adaletli yönetimler hariç) zulüm üzerine, insan kaprisleri üzerine döner. Tercihimizi dikkatli yapmak için “düşünme tercihi aşamasından” geçmek gerekiyor. Ezbere tercih yapılamıyor, sonuçta kendi kararımız olmalıdır. Takliden söylenilmiş sözler, taklidi tercih etmenin bir sonucudur. Ama çoğu kez insanlar kolaylığından dolayı taklidi tercih ederler.

Sonuç olarak, insanlar iradelerini kullanmada daima hürdürler! Sorumlu olmalarının sebebi de budur!

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

1 Yorum

  • Selamün aleyküm Allah razı olsun makalelerinizden çok istifade ediyorum. acizane belkide yanlış anlamışımdır sizi, evreni yaratanın iradesi seçmez var eder;dediniz.halbuki irade-i ezeliye
    ezeli ilmin içinden na mütenahi yollar ve suretler içinden iradenin tercih etdiğini kudreti ezeliye halk eder.Hatta bir şeyin varlığı ve yokluğu müsavi iken varlık alemine çıkması dahi bir iradenin tercihidir.iradenin şeni tercihtir.zaten bütün cüzi iradeler külli bir iradenin tercih etmesi ile tercih edebilirler.Hakkınızı helal edin dua eder dua bekleriz…fi emanillah.