Aşağıdaki ayet dikkatimi çekti. Daha doğrusu beni şaşırttı. Şu ana kadar bendeki anlayışa pek uygun düşmeyen bir anlatım var bu ayette gibi geldi bana. Size de sunmak istedim. Önce ayetin tümünün kabaca ne dediğini dinleyelim:
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“İş bitirilince şeytan da dedi ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama sizi yüzüstü bıraktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktur. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana uyuverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım, ne de siz benim imdadıma. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (14: 22)
Eğer ben bu alemin ve kendimin bir Mutlak Varlık tarafından yaratılmaya muhtaç olduğunu reddedip, kendimi ve bu alemi tesadüfen var olmuş bir madde yığınından ibaret görürsem, kaçınılmaz olarak, kendimdeki duyguları da rastlantı sonucu “bende oluşmuş şeylerdir, istediğim gibi kullanırım” tercihini yapmaya hazırlamış olurum. Bendeki iradeyi kullanırken de, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu araştırmak yerine, doğrudan o anda kendimin oluşturduğu kuruntularım merkezli tercihler yaparım. Varlığımı bu şekilde tarif ettiğim için, Müfessir Fahreddin er-Râzî’nın dediği gibi “kendi arzularım, komplekslerim ve heveslerim” benim içimde Şeytan’ın temsilciliğini üstlenir. Bu temsilci benim iki seçenekten birini seçme özelliğine sahip irademin önünde bir opsiyon olarak hep var olur. Biliyorum ki, en az iki opsiyon olmazsa irademi kullanamam. İrademi kullanamazsam insaniyetimi geliştirip, bana verilmiş duygular aracılığı ile o duyguları veren ile bilinçli bir şekilde tanışamam. Yani insaniyetim ile ters düşerim, bir ağaç gibi veya endişelerle yüklü bir canlı varlık gibi yaşarım!
Kainatta hiçbir şey varlığının kendine ait olduğunu gösteren bir özelliğe sahip değildir ki benim için yanıltıcı bir seçim opsiyonu olsunlar. Yani, irademin kullanımında seçim opsiyonlarım dışarıda değil, kendi içimde, kendi varlığım hakkında kendimin yaptığı tanımlamalarıma göre takındığım seçimimdedir. Varlığımın yaratılmışlığını tercih edersem bütün varlık alemi benim için bir delil, tanık olurlar. Böylece, Yaratıcımın gerek kainattaki şahitleriyle ve gerekse sözlü açıklamalarını ilettiği resullerin örnekliği ile bana sunduğu teklifleri onaylar ve de tercih ederim. Aksi takdirde, kendi heveslerimi, kendime ait bildiğim duygularımı yaratılışlarındaki maksada ulaşmak için değil, şu dünya hayatında ölünceye kadar anlık zevklerin tatmini için kullanırım. Çünkü tecrübelerimle anlıyorum ki ben tercihimi özgürce yapacak şekilde var edilmişim.
Beni bu durumda var eden, benim yaratılış maksadımı ve benden ne beklediğini, benim beklentilerimin nasıl gerçekleşebileceğini bildirmezse, bu varlık aleminin sınırları içinde kalmış beklentilerimin, gerçeği olmayan “boş beklentiler” (hüsnü kuruntu-wishful thinking) olduğunu zannederim. Her ne kadar bu beklentilerim bende nasıl olup da var olduklarını açıklayamasam da. Çaresiz, “işte öyle var olmuşlar” der, geçerim. Hem bu dünya hayatımın sınırlarını aşan beklentilerim var, hem de bu beklentilerimin tatmini mümkün değil! Olacak iş değil! Nereden geldi bu beklentiler? Bana bu beklentileri veren bana bir açıklama yapmazsa iç çelişkilerimden kurtulamam.
Bu ayeti parça parça daha yakından takip edip benim şu andaki durumumu bana tanıtmak için nasıl bir mesaj verdiğine bakmak istedim. Neden şimdiye kadar ben böyle düşünmedim diye hayıflandım. Demek ki, hatırlatılmaya ihtiyacım varmış.
(Küçük bir not: Kur’an’da kullanılan geçmiş zaman kipi, mutlaka konu edinilen olayın geçmişte olduğu ile ilgili değildir. Çoğu kez, “kesin böyle bir yaratılış kuralı var, dikkat edin” anlamına gelir. Hatta bazı durumlarda ikinci yaratılışta, insanlar haşredildikten sonraki karşılaşacakları yaratılışlar da yine aynı nedenle çoğu kez geçmiş zaman kipiyle anlatılır.)
Şimdi de söz konusu ayeti parça parça, çok kısa bir şekilde anlamaya çalışıyorum:
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ “İş bitirilince şeytan da dedi ki:”
Ben kendi heveslerime uyarak bir tercih yapar yapmaz, bunun sonucu ile karşılaşıyorum.
إِنَّ اللّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدتُّكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama sizi yüzüstü bıraktım.”
Hem (1) kendi yaratılışınıza ve hem de (2) evrende yaratılanlara verilen özelliklerle ve ayrıca size (3) sözlü olarak yaptığı açıklamalarla (vahiy) ve (4) onların bir insan cinsinden uygulamalarını size sunan elçi öğretmenleriyle sizin yaratıcınız olan Allah size delillerini sundu. Bunlara uyarsanız kendi gerçeğinize uygun olan tercihi yaparsınız ve iç huzura erişirsiniz. Eğer içinizdeki “şeytana” yani varlığınızı kendinize ait sanarak kendinizin gerekçesiz geliştirdiğiniz heveslerinize, kaprislerinize uyarsanız, sonuçta insanî beklentilerinizin hiçbirisi gerçekleşmez. Örneğin, bende takdir edilme duygusu var, herkes beni takdir etsin diye bana verilen duyguları “kendime ait, istediğim gibi kullanırım” tercihi yaparsam, takdir edilmek için insanların gözünde üstünlüğümü iddia eden bir tavra bürünürüm. Kendimi onlara empoze etmek durumunda kalırım. Böylesi bir tercihin alternatifi ise, bu duyguyu bana vereni tanıyarak, o duygunun sahibinin ancak onun Yaratıcısı olduğunu teslim ederek, o duygu ile onun Yaratıcısının takdirini kazanma yolunu seçmemdir.
Birinci tavırdan gurur, kapris, tahakküm çıkarken, ikinci tavırdan tevazu, alçak gönüllülük çıkar. Birinci tavırdaki beklentilerimi gerçekleştirdiğimi sandığım her anda, bütün bunların elimden çıkıp gidecek olduğunu hatırlatan bilincim beni yalnız bırakmaz. Sürekli, için için bana umduklarıma ulaşamayacağımı hatırlatır durur. İkinci tavır ise, bu duyguları bana verenin, bu duyguların gereğini gerçekleştirebilecek, sonsuz ve varlığı bağımlı olmayan her şeyin Yaratıcısı olan olduğunu hatırlatır. Bu duygularımı onların Yaratıcısı adına kullandığım takdirde O da emanetine hıyanet etmeyenlerden emanetini geri almaz olduğunu anlarım. Hatta, madem emanetin hakkını verdim o halde sonsuz kudretiyle bu hali ödüllendirmesini de beklerim.
وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُم مِّن سُلْطَانٍ “Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktur.”
Ben kendimde, kendimin veya evrenin kendisinin varlık kaynağı olduğuna dair hiçbir delil bulamam, gösteremem. Sonuç olarak da benim kendi varlığımı kendime ait olduğunu savunmam için hiçbir delil bulamam.
إِلاَّ أَن دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي “Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana uyuverdiniz.”
Bendeki iradenin kullanılmasına imkan veren ve hiçbir hakikati olmayan kaprislerime dayalı tercihlerim, seçilmemesi gereken bir alternatif olmaktan öte hiçbir gerçeği yoktur. Beni onları tercih etmeye zorlayacak hiçbir neden de yoktur. Tamamen kendimin hür bir şekilde yaptığı tercihlerimdir.
فَلاَ تَلُومُونِي وَلُومُواْ أَنفُسَكُم “O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın.”
Delilsiz, gerekçesiz bir tercihi yaptığınız için siz kendinize dikkat edin, yanlışın kaynağı dışınızda gerçekliği olan bir varlık değildir. Sizin kendi yanlış tavrınızın sonucudur. Sizin uydurduğunuz bir kuruntu beklentisinden ibarettir.
مَّا أَنَاْ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنتُمْ بِمُصْرِخِيَّ “Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım, ne de siz benim imdadıma.”
Ne bu kuruntular sizin insaniyetinizi tatmin eder ve ne de siz kaprislerinizin kuruntularına bir gerekçe, bir delil bulabilirsiniz. Kendime kendim sahibim diye yaptığım tüm tercihlerim hiçbir insanî beklentimi tatmin etmez. Umduklarımı elde ettiğim anda geçmişe gidip kaybolduklarını görürüm. Varlığımın geçiciliğini hiçbir surette durduramam. Adım adım yok olmaya doğru gittiğimi görürüm. (Eğer kendimin varlığını kainatın Var Edicisine ait olduğunu inkar etmeyip Ona ait olduğunu kabul edersem, Onun ezeli ve ebedi olması zorunlu olan varlığına ait olduğumu anlar anlamaz, kendimin yokluğa atılmayacağını kavramam zor olmaz.)
إِنِّي كَفَرْتُ بِمَآ أَشْرَكْتُمُونِ مِن قَبْلُ “Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim.”
Dikkat edersem, Şeytanın Allah’a ortak koşmayı kabul etmediği ifade ediliyor. İlginç bir nokta. Daha önce hiç dikkat etmemiştim. Diğer bazı ayetlerde de aynı şekilde Şeytan diye sunulanın Allah’ı inkar etmediği, kendisini Allah’ın rakibi olarak görmediği ve kendisinin de bir şeylere varlık verecek özelliği olduğunu iddia etmediği yani şirk unsuru olmadığı ifade edilir. (İlgilenenler bakabilir: 59: 16 ve 8: 48. Bu ayetlerde Şeytanın “Ben Allah’tan korkarım” dediği nakledilir.) Şeytan sunduğu opsiyonların hiçbirisinde bir delil göstermeyip, yalnızca seçim imkanı vermek için içi boş, gerçeği olmayanın seçilmemesini temsil ettiği bildirilir. Bendeki kuruntu beklentilerim de öyle, yalnızca seçilmemesi gereken bir alternatiften ibarettirler.
إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”
Eğer ben gerçeğimi reddeden bir tavır takınırsam, kendimi iç çelişkilerimin acısından, çıkmazlarından kurtaramam. Ne kadar da etrafıma mutluluk öpücükleri dağıtsam da, için için kendimin yok olmaya yaklaştığının haberini almaktan kendimi uzaklaştıramam. Ne kadar da yokmuş veya bilmiyor, duymamış gibi yapsam da. Türkçede bir ifade vardır: “Dışı seni yakar, içi beni yakar.” Bu ifade benim gerçeğimi tam temsil ediyor. Eğer ben kendimin varlığına kendim sahibim iddiasıyla tercih yaparsam, sanki dışarıdan “hür, istediğini yapabilen bir insan” gibi görünürüm. Fakat gel, bir de bana sor. Böylesi tercihleri yaptığım anlarda kendi içimde hissettiğim acıyı ancak ben bilirim!