Peygamberlerden mucize göstermesini isteyenlerin durumu, Peygamberlere mucize verilmesi, mucizeler gösterildikten sonra muhataplarının takındığı tavır ve Allah’ın bu tavırlara karşı yarattığı sonuçlar hakkında birçok ayet var. İlk bakışta bu ayetler sanki birbirleriyle çelişecek ifadeleri içeriyor gibi görünüyor. Ayetlerin çokluğu nedeniyle hiçbirine referans vermeden (daha doğrusu, çok kolay olan kopyala yapıştırma yapmadan) konunun bana bakan tarafını sizinle paylaşmak istedim.
Risale-i Nurlar ile meşgul olan kişiler olarak, mucizelerin, Peygamberlerin kendilerini, iddia ettikleri gibi, kainatın Yaratıcısı olan Allah tarafından gönderildiklerini ispat etmek veya sergilemek için, Allah’ın kainatın düzenini Elinde bulunduran olarak, bu düzene bir istisna yapıvererek yaratmış olduğu haller olduğunu hepiniz biliyorsunuzdur.
Dikkatimi çeken noktaları paylaşayım:
Önemli bir konu: Mucizelerin mucize olduğuna inanmak için önce bir şart var: Kainatın Yaratıcısı tarafından görevlendirildiğini iddia ederek peygamber olduğunu ileriye süren kişinin insanlara takdim ettiği mesajın içeriğini dinleyip, analiz edip, doğruluğunu, hak olduğunu anlamış ve tasdik etmiş olmak birinci aşamadır. Eğer mesajı incelememiş veya peşin hükümle reddetmiş bir kişi veya toplum olursa, Kur’an diyor ki, biz onlara mucize göndermeyiz. Çünkü, eğer mucize yaratacak olursak bile bu kişiler mutlaka bir mazeret bulup itiraz edecekler ve kabul etmeyecekler. Çünkü mesajın hakkaniyetini kabul etmediklerinden, mesajı getirenin de hakkaniyetini kabul etmeyeceklerdir. Peygamberi itham ederek reddeceklerdir. Ona, sihirbazsın, cinler ile çalışıyorsun, göz boyuyorsun, çok güzel bir şairsin vs gibi isimler takacaklardır. Böylesi bir durumda, Halık-ı kainat bu insanları “Helak” eder. Çünkü onlar hiçbir surette hakikati tasdik etmeyeceklerini esbab dairesinde göstermişlerdir. Artık böylesi insanların yaşamasına gerek kalmamaktadır. (Kur’an, mesela, Semud kavminin, Salih Peygambere verilen “deve” mucizesi karşında, deveyi keserek -mucizeyi inkar ederek- karşılık verdikleri için helak edildiklerini nakleder.)
Eğer böylesi insanların mucize talebine cevap verilmezse, hakikati yalanlamanın cezası olarak helak değil de “azab” verilir. Yani, tercih edilen bir hatanın yanlışlığını anlamak için bu dünyada “acılar” verilir. Sıkıntılar, anlamsızlıklar, mutluluğu bulabilmek için maddi sebeplerin peşinde koşmak gibi sonu gelmez doyumsuzluklar vs tattırılır. (“Azab” kelimesinin içinde “tatma” anlamı vardır.) Bu bir imkandır, dolayısıyla bir rahmettir. Sıkıntılarını gidermeleri için yanlış yaptıklarını anlama imkanı verilir ki, bir gün hatalarından dönmelerine fırsat tanımak demektir. Azap bir rahmettir.
Mucizeler kimler için bir fayda sağlar?
Peygamberin sunduğu mesajın içeriğine dikkat etmiş, onu tahlil etmiş ve doğruluğunu tasdik ederek hakkı teslim etmiş kişiler için mucizeler gereklidir. Çünkü bu kişiler, “Evet söylediklerinin doğru olduğunu tasdik ediyorum. Fakat, bu söylediklerinin, senin kendi hikmetli düşüncelerinin sonucu değil de, kainatın Yaratıcısının sana bildirdiğini ve bize de bu bildirilenleri aktarmak için seni görevlendirdiğini nereden bilebilirim ki?” diye haklı olarak soran kişilere mucize yaratılması gerekir. Hakikaten, bir kişi, “Beni Allah görevlendirdi” diye iddia ediyorsa nasıl emin olabilirim? Çok derin düşünen, bilgili, hikmetli bir kişi de olabilir. İşte bu noktada Kur’an, “inananlar için mucize bir fayda sağlar” anlamında, “mucizeleri ancak müminler tasdik eder,” demeye gelen ifadeleri içerir. Yani, hakkı teslim edecek bir tavır içerisinde olan kişiler; gururlu, ben daha bilgiliyim, daha güçlüyüm, toplumda daha itibarlı birisiyim, eşraftanım vs iddiasında bulunmayanlar mucizeler vasıtasıyla Peygamberleri, bilgili, ehl-i hikmet, filozof vs’den tefrik edecek bir vesileye muhtaçtırlar.
Bazı kişilerin, mesela, Muhammed çok başarılı idi, güzel ahlaka sahipti, çok zeki idi, toplumu öylesine etkiledi ki, milyarların kalbinde yer aldı…” gibi ifadeleri kullananların aslında Muhammed’in Rasulullah olduğunu reddettiklerini anlıyoruz, değil mi? Böylesi kişiler Peygamberlik müessesesini ve dolayısıyla “din”i inkar eden, kendini beğenmiş zavallılar olduğunu bilmek gerekir. Bunların yaygaralarına kapılmamak ve sahtekarlıklarının farkına varmak gerekir.
Bazı kişilerin, Rasulullah’tan nakledilen mucizeler karşısında soğuk davranmalarının veya onları tamamen inkar etmelerinin, bu nakillerin hepsinin kaynağının sıhhatinde şüpheler var bahanesiyle reddetme meyillerinin altında yatan gerekçe de böyle sorunlu bir tutumdur. Bu kişiler, “Kur’an yaşayan mucizedir, bize yeter,” diyerek sanki Peygamberi tasdik ettiklerini ifade ettiklerini zannediyorlar. Halbuki, Kur’an ne kadar harika, mucizevi bir yapıya (dil bakımından, mesaj bakımından, belagat bakımından, bazı fenni konularda verilen bilgilerin harikulade oluşu bakımından vs.) sahip olduğunu fark edip kalpleri tatmin olsa dahi, Risalet Müessesenin insanlığa kazandırdığı boyuttan kendilerini mahrum etmiş olurlar. Risaletiyle insanlığa örnek bir hayat tarzı sergilemekle görevli olan Peygamberlerin rehberliğinden mahrum kalırlar. İnkar etmezler ama “din”i bir hayat tarzı haline dönüştürmek için rehberlik yapmakla görevli Peygamberlerin örnek hayatından mahrum kalırlar. Sanki, “din”i bir ideoloji haline dönüştürürler.
Bir başka derdim de şu: “Neden Risale-i Nurlarda ehl-i tahkik olan müellifin bizim görmediğimiz olayların nakillerinden ibaret olan “Mucizat-ı Ahmediye” Risalesi gibi uzunca bir kitabı yazdığının hikmetini şimdi anlıyorum. Siyer nakillerinde bine baliğ olmuş mucize nakli var, bunun birisi yakıştırma olsa bile, bini birden uydurma olamaz. İnsanlık hem Kur’an’ın hakkı için hayatını versin ve hem de hep yalan nakletsin, bunu insan aklı kabul edemiyor.
Peygamberlik müessesenin gerekliğini anlamak, en azından bir peygamberin gerçekten, kainatın Yaratıcısı tarafından görevlendirildiğini ifade eden bir mucizevi yaratılışı sergilemesi gerekir.
Peygamberlik müessesinin zorunluluğunu kavramak bir görevdir, ayrıca Muhammed’in de görevlendirilmiş bir Rasul olduğunu kavramak ikinci bir görevdir. (Risale-i Nur kitaplarındaki 19. Söz ve 19. Mektup bu iki görevi kaynaştırarak sunmaktadır.)
Muhammed’in bir Rasulullah olduğunu kavramadan Kur’an’ın hakkaniyetini tasdik ettiğini iddia etmek problemlidir. Kur’an kendisi Rasullere imanı şart koşar (“Aminu billahi ve rusulihi” der. Nisa Süresi 4: 136 bunun en bariz örneğidir.) Kur’an’ın mucizevi özelliği Kur’an’a imanın kaynağıdır. Fakat Rasulullah’ın Allah rasulu olduğuna imanın ayrıca delillendirilmesi gerekir. (Bu yazı bu delilleri sunmak için değil, gerekliliğini ifade etmek için yazıldı.)
Bu anlatılanların pratikte yeri nedir?
“Lailahe illah” mesajını kavramamış birisine “Muhammedun rasulullah”tan bahsetmek yersizdir, çelişkidir. Muhammed’im üstün özelliklerini sergilemek anlamsızdır. Önce mesaj kavranacak ve ancak ondan sonra bu mesajı gönderenin, özel olarak Kainatın Yaratıcısı tarafından görevlendirildiği gündeme gelecek.
Kur’an ile gönderilen mesajın özünü kavramamış birisi için Peygambere iman hiç mümkün değildir, mucizeleri gösterseniz bile. Önce Kur’an’da tanıtılan iman esaslarının hakk olduğu anlaşılacak, ondan sonra “din” ve “peygamber” gibi kavramalara geçilecek. (Risale-i Nurlar bu sıralamanın en güzel örneğini sergilerler, dikkat etmek, faydalanmak gerekir.)
Allah razı olsun elhamdülillah güzel bir analiz.
“Fakat Rasulullah’ın Allah rasulu olduğuna imanın ayrıca delillendirilmesi gerekir. (Bu yazı bu delilleri sunmak için değil, gerekliliğini ifade etmek için yazıldı.)”
delillendirilmesi için de ayrı bir yazı düşünür müsünüz? Hz. Muhammed’in zâtının (571-632) risaletinin “aklen ispatı” nasıl yapılabilir?
Bediüzzaman’ın
“madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette, risalet-i Ahmediye (a.s.m.), şuhud derecesinde bir kat’iyetle sübutu lâzım gelir.” sözünden haberdarım ama tam olarak idrak edebilmiş değilim bu meseleyi..