Ders Notları

Kur’an’ın Güzel Bir Talebesi Olarak Said Nursi, Kur’an’ın Güzel Bir Tefsiri Olarak Risale-i Nur Ya da Hakikate Haksızlık Etmemek!

Kur’an’ın Güzel Bir Talebesi Olarak Said Nursi, Kur’an’ın Güzel Bir Tefsiri Olarak Risale-i Nur Ya da Hakikate Haksızlık Etmemek! | Ha-Mim

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan Ha-mim’in Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=YYwXdfLj4L0), Barla Lahikası’nın başında yer alan, “28. Mektub’tan Yedinci Risale Olan Yedinci Mesele” başlıklı kısmın ilk iki sayfası okunup müzakere edildi. Gerek moderatörün gerekse katılımcıların metni anlamaya yönelik katkı ve müzakereleri, hem bende oluşan şahsî kanaat hem de ders sonunda gerçekleşen değerlendirmeler itibariyle, oldukça verimli ve bereketli oldu. Ben her zaman olduğu gibi müzakerelerin tamamını ilgili kayıtlara havale ederek burada bir kısmına işaretle yetinmek istiyorum.

Metnin başında yer alan, “Onlara söyle, ancak Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır” (Yunus 10/58) ayetiyle ilgili olarak not aldığım tefekkürlerden birisi şu oldu: “Buradaki “gul: söyle’ ifadesi ilginç. Kur’an’ın ilk muhatabı Resulullah olduğu için ona ‘söyle’ diyor. Demek ki bu mesaj bir taşıyıcı gerektiriyor. Taşıyıcıya bir görev düşüyor. Müellifin başka yerlerde dediği gibi bu, risaletin olmazsa olmaz özelliğini ifade eden bir kelimedir. Bu kelime onun, aldığı mesajı iletmesinin Resulullah’ın sünneti olduğunu ifade ediyor. Nitekim fiilen de o, bu görevini bizzat yapmıştır. O halde şimdi bizim de bu sünnete uymamız gerekir, diyorum. Yani ben, ‘Allah’ın gönderdiği mesajı başkalarına iletmek benim de görevim’, demem lazım. ‘Efendim ben kendime bakarım, başkasının işine karışmam’ diyemem, dememeliyiz! Öte yandan bu, insanî bir tavır değil midir, onu da düşünmek gerekir. Diyelim ki, yolda terk edilmiş bir bebek gördüm. ‘Ben başkasının işine karışmam’ diye o bebeği kendi haline bırakıp gidebilir miyiz, insanî bakımdan? Gidemeyiz! Kimse de gidemez. En dinsiz adam, en acımasız adam, en kötü bilinen adam da gitmez! Demek ki muhtaç olanların ihtiyacını karşılamak insanî bir özellik. İşte bu mesaj da, insan ruhunun muhtaç olduğu en önemli bir mesaj. Hayatın, hayatı veren tarafından nasıl tanzim edilmesi gerektiğine dair bir mesaj! Biz de bu mesajı ulaşabildiğimiz kadar muhtaçlara ulaştırmakla görevliyiz. Ve bunu sünnet-i Resulullah olarak yapmak gerekiyor. Özetle, ‘gul’ tebliğ et, demektir, tebliğ edebilmek için de önce bizim kendimizin konuyu anlamamız ve hayatımızda uyguluyor olmamız icap eder”.

Metin bu ayetten sonra, “Evvela tahdis-i nimet suretinde birkaç sırr-ı inayeti izhar eden yedi sebebi beyan ederiz” diyor. Bu cümledeki ‘tahdis-i nimet’ kavramıyla ilgili olarak şu müzakereler paylaşıldı: “Tahdis-i nimet Kur’anî bir tabirdir. Ayette ‘Rabbinin nimetlerine gelince, bunu söyle, tahdis et, bahset, anlat’ (Duha 93/11) deniliyor. Yani bir nimete mazhar olduğun zaman bunu paylaş, ‘Rabbim bana böyle ikramda bulundu de’ demek oluyor. Rabbimizin nimetlerinden başka nimet olmayacağı için mazhar olduğun tüm nimetleri ‘Rabbinin nimeti olarak bil ve insanlara da anlat, Rabbim bana böyle ihsanda bulundu’ diye. Üstad da okuyacağımız yerde Rabbin bazı nimetlerinden bahsedecek ve ‘bunlar benim değil, Onun verdiği nimetlerdir’ diyecek”.

Diyelim ki, yolda terk edilmiş bir bebek gördüm. ‘Ben başkasının işine karışmam’ diye o bebeği kendi haline bırakıp gidebilir miyiz, insanî bakımdan? Gidemeyiz! Kimse de gidemez. En dinsiz adam, en acımasız adam, en kötü bilinen adam da gitmez! Demek ki muhtaç olanların ihtiyacını karşılamak insanî bir özellik. İşte bu mesaj da, insan ruhunun muhtaç olduğu en önemli bir mesaj. Hayatın, hayatı veren tarafından nasıl tanzim edilmesi gerektiğine dair bir mesaj! Biz de bu mesajı ulaşabildiğimiz kadar muhtaçlara ulaştırmakla görevliyiz. Ve bunu sünnet-i Resulullah olarak yapmak gerekiyor.

Metinde, müellif, bir vakıa-ı sâdıkada Ağrı dağının infilak ettiğini, dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttığını, o sırada yanında olan annesine, “Ana korkma, Allah Rahim’dir, Hakim’dir dediğini, o sırada mühim bir zatın kendisine, “İ’câzı Kur’anı beyan et” dediğini anlatıyor. Uyandığında büyük bir infilak olacağını, o infilaktan sonra Kur’an’ın etrafındaki surların kırılacağını, Kur’an’a hücum edileceğini ve Kur’an’ın kendi kendini müdafaa edeceğini, i’câzının onun çelik zırhı olacağını… anladığını ifade ediyor. Bu kısımla ilgili olarak paylaşılan müzakerelerden birisi şu idi: “Risaleler Kur’an’ın mesajındaki i’câzı yani mucizeleri anlatan bir eser. Biz Risaleleri okuduğumuzda aslında Kur’an’ın i’cazını kavramaya yönelik bir eğitime giriyoruz. Başka bir ifadeyle, Risaleler bize Kur’an’a, Kur’an’ın i’câzına muhatap olma terbiyesi veriyor. Daha vurgulu söylemek gerekirse, Risale okumak Kur’an’ın mesajına muhatap olma hazırlığına girmektir. Risaleler bunun tatbikatını gösteriyor bize. Onun için bize, ‘ne yapıyorsunuz’ denildiğine, ‘Rabbimizin benim ihtiyacıma cevap vermek için indirdiği, bana rehber olsun diye yaptığı konuşmanın eğitimine girmenin usulünü alıyorum, öğrenciliğini yapıyorum’ diyeceğiz, bunun bilincinde olacağız”.

Metin devam eden pasajlarda, Sözler’in yani Risalelerin “Kur’an’dan in’ikas ettiği” vurgusu yapıyor. Bir müzakereci şunu paylaştı: “Burada yansıma anlamına gelen ‘in’ikas’ kelimesinin kullanılması dikkatimi çekti. İn’ikas kelimesi ‘tefsir’ kelimesinden daha güzel, daha açıklayıcı geliyor bana. Bilindiği gibi ‘yansıma’ olayında yansıyan şey, onu gösteren şeyde yani aynada birçok özelliğini gösterir. Risaleler’e bu açıdan bakınca, gerçekten onun Kur’an’a temel mesajlarda, konu hiyerarşisinde, vurgularında, yönteminde… parlak bir ayna olduğunu görüyoruz”.

Biz Risaleleri okuduğumuzda aslında Kur’an’ın i’cazını kavramaya yönelik bir eğitime giriyoruz. Başka bir ifadeyle, Risaleler bize Kur’an’a, Kur’an’ın i’câzına muhatap olma terbiyesi veriyor. Daha vurgulu söylemek gerekirse, Risale okumak Kur’an’ın mesajına muhatap olma hazırlığına girmektir. Risaleler bunun tatbikatını gösteriyor bize. Onun için bize, ‘ne yapıyorsunuz’ denildiğine, ‘Rabbimizin benim ihtiyacıma cevap vermek için indirdiği, bana rehber olsun diye yaptığı konuşmanın eğitimine girmenin usulünü alıyorum, öğrenciliğini yapıyorum’ diyeceğiz, bunun bilincinde olacağız.

Metinde, devam eden paragraflarda müellif, “Tevazu için değil, gerçeğin ifadesi olarak Sözlerin kendisinin değil, Kur’an’ın malı olduğunu, Kur’an’dan teraşşuh ettiğini, mesela Onuncu Söz’ün Kur’an’ın yüzer ayetinden süzülmüş katreler olduğunu…” beyan ediyor. Derste, bu kısımla ilgili olarak, özetle şunlar söylendi: “Biz, Risaleleri de Üstadı da Üstadın anlattığı gibi anlamıyoruz, anlatmıyoruz. Üstat Risalelerin Kur’an’ın malı olduğunu, Kur’an’dan kaynaklandığını, kendi eseri olmadığını gayet açık olarak söylüyor. Biz, ‘Üstat şöyle alimdi, böyle alimdi, onun hafızası şöyle kuvvetli idi, böyle kuvvetli idi…’ diyoruz. Evet, Allah’ın ihsanı olarak hafızası kuvvetli idi ama Risaleler onun kendi karihasından, kendi kabiliyetinden mi çıkmıştır? Kur’an olmasa Risaleler olur muydu? Bu hususlara çok dikkat etmek gerekiyor”.

Biz müzakereci araya girip şunu kaydediyor: “Buradaki vurgulardan ben ‘dâhi bir Said Nursi’ değil de ‘Kur’an’a çok iyi talebe olan bir Said Nursi’ algısına ulaşmak lazım’, diye anlıyorum”. Önceki müzakereci devam ediyor: “Evet, Said Nursi’ye değil de Kur’an’a dikkat çekmek gerekiyor. ‘Bak, Kur’an, insan olarak muhtaç olduğum hakikatleri ne güzel bize ulaştırıyormuş da görmemişiz ama Said Nursi bunların bize görünmesinde güzel bir aracılık yaptı’, diyoruz, dememiz gerekiyor! Anlaşılıyor ki, Risaleler müellifine bağlanmadan savunulmalı. Bu, aman Allah’ım ne kadar önemli bir prensip! Yıllardan beri buna dikkat etseydik çok iyi olurdu, çok hayır olurdu diye düşünüyorum. Risaleleri Kur’an’a bağlayarak, Kur’an’dan inikas etmiş bir eser diye bahsetmek gerekiyor, çünkü gerçek olan da budur”.

Başka bir müzakereci şunu söylüyor: “Benim çok dikkatimi çekerdi, bazı kesimlerin düzenlediği ‘Bediüzzaman Sempozyumları’, ‘Bediüzzaman mevlidleri’ vs. Bunları olumsuzlamıyorum da, konuştuğumuz bağlam itibariyle, keşke Risaledeki bir konunun sempozyumu yapılsa, bu konunun Kur’an’daki referansları ortaya konularak müellifin ayetlerden nasıl mesajlar çıkardığı ele alınsa, daha iyi olmaz mıydı diyorum. Mesela, Haşir Risalesi Sempozyumu, mesela Nübüvvet Sempozyumu gibi. Yani müellifi nazara vermeden, müellifi savunmadan ama Risalelerin Kur’an’la bağını gösteren sunumlar olsaydı, kesinlikle daha geniş bir kitle bundan faydalanırdı, diye düşünüyorum. Diğer taraftan, müellifi nazara vermek İslam içi yapılarda rekabet damarını da tahrik edebiliyor. Kimileri, ‘Sizin Said Nursi’niz varsa bizimde şu şu alimlerimiz var’ diyorlar”.

Biz, Risaleleri de Üstadı da Üstadın anlattığı gibi anlamıyoruz, anlatmıyoruz. Üstat Risalelerin Kur’an’ın malı olduğunu, Kur’an’dan kaynaklandığını, kendi eseri olmadığını gayet açık olarak söylüyor. Biz, ‘Üstat şöyle alimdi, böyle alimdi, onun hafızası şöyle kuvvetli idi, böyle kuvvetli idi…’ diyoruz. Evet, Allah’ın ihsanı olarak hafızası kuvvetli idi ama Risaleler onun kendi karihasından, kendi kabiliyetinden mi çıkmıştır? Kur’an olmasa Risaleler olur muydu? Bu hususlara çok dikkat etmek gerekiyor.

Diğer bir müzakereci şunları söylüyor: “Üstat’ın bir Kur’an talebesi olarak takdim edilmesi gerekiyor. Böyle yapılırsa Allah’a inanan, -ki dünyanın çoğunluğu inanır-, herkes Allah’ın mesajını takdim eden bir kişiyi takdir eder ve faydalanmaya çalışır. Diğer taraftan bu suretle kişilerin ‘senin şeyhin, benim şeyhim’ gibi yarışmaları da son bulur! Şöyle özetleyeyim: Üstat Kur’an’ın talebesi olmasıyla iftihar ediyorsa, Üstat Kur’an talebesi olarak takdim edilmelidir. Risale-i Nur da Kur’an’dan faydalanılmış, onun yansıması olan bir eser olarak takdim edilmeli. ‘Bak, Üstat şurada şunu diyor’ yerine, ‘müellif burada Kur’an’dan nasıl faydalanmış, bunun örneklerini sunuyor’ demeliyiz”.

Metin, ilerleyen kısımlarda müellifin şu sözlerine yer veriyor: “…Hakâik-i âliyeyi ve cevahir-i gâliyeyi kendim gibi bir müflise ve onların binde birini kendinde göstermeyen şahsiyetime mal etmek hakikate karşı büyük bir haksızlık olduğu için, Risaleler kendi malım değil, Kur’an’ın malı olarak, Kur’an’ın reşehât-ı meziyyatına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum…”. Bu pasajı okuduğunda moderatör şunu söyledi: “Üstadın vasiyeti bu, arkadaşlar! Üstadın bu vasiyetine uyalım. Seviyorsak da, -ki bize hizmeti geçtiği için sevmemek mümkün değil, zira insanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükredemez’ denilmiştir-, ona kendi adımıza dua edelim. Ben şahsen ona minnettarım. Gereği olarak da ona her zaman dua ediyorum…”.

Evet, Said Nursi’ye değil de Kur’an’a dikkat çekmek gerekiyor. ‘Bak, Kur’an, insan olarak muhtaç olduğum hakikatleri ne güzel bize ulaştırıyormuş da görmemişiz ama Said Nursi bunların bize görünmesinde güzel bir aracılık yaptı’, diyoruz, dememiz gerekiyor! Anlaşılıyor ki, Risaleler müellifine bağlanmadan savunulmalı. Bu, aman Allah’ım ne kadar önemli bir prensip! Yıllardan beri buna dikkat etseydik çok iyi olurdu, çok hayır olurdu diye düşünüyorum. Risaleleri Kur’an’a bağlayarak, Kur’an’dan inikas etmiş bir eser diye bahsetmek gerekiyor, çünkü gerçek olan da budur.

“Kur’an Resulsüz olmaz. Ama Resulü, Resul yapan Kur’an’dır. Yani Kur’an’ın terbiyesine giren Resul en güzel örnekle bunu bize sunuyor. Onun için ona salât u selam getiriyoruz. Ama risaleti değil de, onun şahsı ön plana çıkartılırsa, bazı kesimlerin yaptığı gibi İsa aleyhisselamı ilahlaştırmaya kadar gider bunun sonucu ve insanlarda tepki olur, insanlar itiraz ederler. Aynı şekilde Risaleleri Kur’an’ın malı olarak sunmak yerine müellifin ismini ön plana çıkarırsak yanlış yapmış oluruz. Üstat burada bize bunun dersini veriyor. Daha önce işaret edildiği gibi biz, Kur’an çalışarak, Risaledeki harika izahlara baktığımızda, bunların Kuran’ın çok ince hakikatlerinin açılımından ibaret olduğunu görüyoruz. Ama bizim ciddi zafiyetimiz bu! Kuran ile ilişkimiz zayıf ne yazık ki! Çok önemli bir zafiyetimiz bu! İnsanlar buradan vuruyorlar. ‘Adam Risaleyi ezbere biliyor ama Kur’an okumasını bilmiyor”, diyorlar. Doğru değil mi? Vakıamız bu değil mi? Bunlar hep odaklanmamız nereye olması gerekirken nereye olduğunu gösteriyor. Bundan sonra çok dikkat etmek lazım diye anlaşılıyor”.

Başta söylediğimi tekrar edeyim, benim kişisel olarak çok istifade ettiğim ders, bu çerçevede akıp gidiyor. Umarım burada dile getirilen hususları dikkate alırım diye kendime ve Risale okuyarak Kur’an’a muhatap olmak için hazırlık yapan herkese dua ediyorum. Allah razı olsun!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın