Ders Notları

İmanî Hakikatlerin Anlaşılması ve Uygulamaya Konulması Örnekleri ile, Topluma Mal Edilmesi Çalışmalarının Prensipleri Ya da Risale-i Nur’da Lahika Mektupları

İmanî Hakikatlerin Anlaşılması ve Uygulamaya Konulması Örnekleri ile, Topluma Mal Edilmesi Çalışmalarının Prensipleri Ya da Risale-i Nur’da Lahika Mektupları | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu yapılan bir derste (https://www.youtube.com/watch?v=3oGW5hXoiBk), Risale-i Nur’un nicelik olarak ciddi bir bölümünü teşkil eden Lahika mektupları üzerine önemli bir takdim gerçekleştirildi. Benim canlı olarak kısmen katılabildiğim, sonrasında kayıtlardan ikinci kez dinlediğim derste, kendi adıma istifadeye medar önemli noktalara temas edilmiş olduğunu gördüm. Tamamını ilgili kayıtlara havale ederek bu noktalardan bazılarını aktarmak istiyorum.

Takdimci, öncelikle Risale-i Nur’un Sözler, Mektubat, Lem’alar ve Şualar diye sıralanan dört ana kitabına atıf yaparak bunların iman hakikatlerini kainatın şahitliğinde, insanî nitelikte “tahkik” ve “tahkim” ettiğini söylüyor. Lahika mektuplarının ise bu dersi alan insanların bu hakikatleri kendi seviye ve şartlarına göre anlama ve tatbikata koyma çabalarını yansıttığını, ayrıca da topluma mal etme faaliyetlerindeki prensiplere işaret ettiğini dile getiriyor. Bunun birebirlik bir benzetme olmaksızın, usul çalışmaları açısından Kur’an ile sünnet arasındaki ilişkiyi ya da farkı hatırlattığını kaydediyor. Devamında şunu belirtiyor: “Burada dört kitabı Kur’an’a, Lahikaları da hadislere benzetiyor değilim, bunların çalışma usulü açısından farklarına dikkat çekmek istiyorum. Bir defa Kur’an için tefsir yazılır. Hadislerin durumu ayrıdır. Kur’an öncelikle iman esaslarını işler, temellendirir, arkasından iman-amel prensiplerini belirler. Bunun için Kur’an’ın içeriğinin tahkik edilmesi gerekir. Tahkik edilmeden tasdik edilemez. Tasdik edilmesi için ise delillendirilmesi gerekir. Bu da şahitler üzerinden olur; kainatın şahitliği, Resullerin şahitliği, insan fıtratının şahitliği altında. Dolayısıyla detaylara inilmesi gerekir. Ama hadis çalışmalarında daha çok amele, ubudiyete, ukûbata, ahlakiyata dair neticelerin örnekleri sunulur…”.

“Resulullah Kur’an’ı hayatıyla tefsir etmiştir; sadece sözleriyle değil. Resulullah’ın hadislerini incelediğimizde onun gerek inanmayanların gerekse sahabenin sorularına vahyî açıklamalar ışığında cevap verdiği görüyoruz. Yoksa Resulullah’ın sahabeyi toplayarak, ‘Bugün sizinle Kamer suresini çalışacağız, Duhan suresini çalışacağız’ gibi bir uygulaması bulunmuyor. Herkes bilir; mesela Resulullah Abdullah b. Mes’ud için ‘Allah seni dinde fakih yapsın’ demiştir. Buradaki fakihliğin fıkıh hükümleri anlamında değil, dinin özüne nüfuz etme demek olduğu aşikardır…”.

“Bunu söylememin sebebi şu: Resulullah Kur’an tefsirini hayatıyla yaptı. Kur’an’ı nazil olduğu Arapça dil kuralları ve Resulullah’ın uygulamaları çerçevesinde tefsir etme, yorumlama çalışmalarını ise etrafındaki sahabeye ve takip eden nesillere bıraktı. Bu bize de bir örnektir. Toplumda Kur’an’ın tefsirini öncelikle hayatımızla yapacağız, ondan sonra ilmi araştırmalar sonucu tefsir etmeye çalışacağız. İşte Risale-i Nur müellifi onun bu sünnetinin hayranı idi. Lahikalar Üstadın (burada müellifi Nursi diye değil de Üstad diye anacağım, zira diğer eserlerini okurken peşin hükümlü olmamak için onu Nursi diye anarım, burada tahkik çalışması içinde olmayacağımız için ve gerçekten ondan faydalandığım için artık o Üstattır) bu bağlamda bu dört temel kitabı okuyan insanların burada dile getirilen hakikatleri uygulamaya koyma örneklerini ve Üstad ile mektuplaşmalarını ihtiva eder…”.

“Lahikalar 27. Mektuptur, diye geçeriz ama bunlar hacim olarak çok büyük bir yekun tutar. Burada iman esaslarının tahkikinden ziyade bunların anlaşılması ve tatbikata konması örnekleri vardır. Bunlar arsında Fihrist Risalesi de vardır. Burada eğitim seviyesi çok düşük olan insanların Risale-i Nurları okuyarak nasıl bir irfanî düzeye çıktığını da görebiliriz. Çünkü Fihrist çalışmalarının bir kısmını onlar yapmışlardır. Lahikaları okumak uzun bir yola girmek demektir. Bu uzun yolun sıkıcı olmaması için bazı prensiplerin takip edilmesi şarttır. Bunun için eğer bunlar müzakereli bir derste okunuyorsa çok lüzum olmadıkça okunan parçanın tahliline, analizine girmemek, onu kişilerin kendi ferasetlerine ve anlayışlarına havale ederek herkesin kendi şartlarına göre faydalanmasına bırakmak gerekiyor…”.

“Lahikaların amaçlarından birisi ‘cemaat oluşturmak’tır. Barla Lahikası bu cemaatleşme süresinde ‘tekevvün’ yani ilk oluşum aşamasına tekabül eder. Burada okunan mektuplarda hangi dersi almak gerekiyorsa alıp, hızlıca okumaya devam edilecektir. Bunun için insanlar not almalı ve sonrasında bunları düşünmelidir. Mektuplarda şahsa özel durumlar varsa, o kişinin özel durumuna karşı Üstad’ın nasıl bir tavır sergilediğine dikkat edip onun üzerinde de durmamak gerekiyor. Okurken asıl ‘bizim için pratik değeri olan mesaja’ bakmalıyız…”.

Lahikalar 27. Mektuptur, diye geçeriz ama bunlar hacim olarak çok büyük bir yekun tutar. Burada iman esaslarının tahkikinden ziyade bunların anlaşılması ve tatbikata konması örnekleri vardır.

“Resulullah da sadece Kur’an’ı tebliğ etmekle kalmıyor, iman edenlerden bir ümmet oluşturmayı amaçlıyordu. İnsanlarla ilişkilerini bu çerçevede sağlam temeller üzerine bina ediyordu. Ferdi hayatında iman hakikatlerini yaşarken, toplum planında bir ümmet oluşturma gayretinde idi. Bu, bir Resul sünneti olarak Üstadın hayatında cemaat oluşturma zorunluluğu olarak tezahür etti. İman esaslarının sarsıldığı bir dönemde, iman esaslarını açıklama konusunda kendini görevli bilen insanların nasıl bir ahenk içinde olmaları gerektiği hususunda ölçülere ihtiyaç vardı. Lahikalarda bunlar var. Zor şartlar altında yaşayan, hayatını ya hapiste ya da sürgünde geçiren Üstad, cemaat oluşturmada Risale-i Nur’la ilgili olarak birinci aşamada Risalelerin elle çoğaltılması (istinsah) ve halka mal edilmesi çabasına girdi. Bunun için telif hakkı vs. gibi kişisellik, cimrilik vasfı taşıyan hiçbir tavra girmedi. Düşündü ki, ‘Ben gidersem bu eserler halka mal olursa, zamanı gelince anlaşılır, en azından anlayanlar çıkar…”.

“Burada, ‘halka mal olma’ konusunun çok önemli olduğunu bir kez daha vurguluyorum. Lahika okumalarında bunu sürekli göz önünde bulundurmak lazım. Halka mal olmuş hakikatlerin gerek ferdi hayatımızda gerekse toplum hayatında nasıl uygulamaya konulduğunun örneklerini bilmeye, görmeye ihtiyaç var; Lahika mektupları baştan başa bunu ortaya koyuyor. Burada çok önemli bir görev düşüyor bize: ‘Ben de bu hakikatleri hem şahsi hayatımda uygulayacağım hem de topluma mal olması için çaba içinde olacağım’ diye azmetmek. Öyle ki Resulullah’ın tarifsiz bir şefkat içinde ümmetin kurtuluşu için merhamet ve fedakarlık temelli olarak çaba gösterdiği, keza Üstadın onca tehdit ve tehlikeye aldırış etmeden insanların imanlarının tahkik ve tahkimi için çalıştığı gibi biz de bundan ders alacağız…”.

Lahikaların amaçlarından birisi ‘cemaat oluşturmak’tır. Barla Lahikası bu cemaatleşme süresinde ‘tekevvün’ yani ilk oluşum aşamasına tekabül eder.

“Teorik olarak öğrenilen konuların pratik hayatta fert ve cemaat bazında uygulamaya konulması çok önemli. Evet, aynı zamanda cemaat bazında. Cemaatsiz din olmaz arkadaşlar! Tek başına fert olarak din yaşanmaz, cemaatle yaşanır! Ama bu eşin olur, çocuğun olur, kardeşin olur ayrı ama cemaat olur! Cemaat olma o kadar önemlidir ki Ehl-i sünnetin fıkıh mezheplerinden birinde namaz fert olarak değil, cemaat halinde kılınır. Kimse yoksa evde, meleklerle kıl! Bunun eğitimini almış olmak lazım. Onun için Risalelerde iman eğitimi verilirken cemaat olmanın şartları hazırlanmaya çalışılıyordu. Cemaat, insanların toplanıp da aynı kitabı tekrar tekrar okumalarından ibaret değildir. Cemaat olmak, okuduğumuz kitapların içeriklerinin bizzat kendi çevremizde muhtaç olanlara ulaştırmak için çaba göstermektir. Lahikalardaki mektuplara bakıldığında mesela Üstad, ‘Bu kitapları etrafındaki arkadaşlarınla mütalaa et, onların ne kanaate ulaştıklarını da bana bildir’ der. Bunun nedeni şudur: Üstad yazdığı Risalelerin dışında insanlara ne soru sorar ne de cevap verir. Cemaat oluşturmak bilfiil uygulamaya koymak demektir. Resulullah, insanlar soru sormadan cevap vermezdi. Kendilerine, ‘Size şundan haber vereyim mi’ dediğinde, onlar ‘Evet, ya Resulullah haber ver’ derlerse, o da cevap verirdi. Bazen ‘Şunu bilir misiniz’ diye sorar. Onlar, ‘Hayır biz bilmeyiz, Allah ve Resulü daha iyi bilir’ dediklerinde, o da “Madem öğrenmek istiyorsunuz bunun cevabı şudur’, diye cevap verirdi. Durup dururken konuşmazdı. Medine’de bir olay olur, onun üzerine hutbe verirdi. Hutbe insanlarla yapılan sohbetlerden farklıdır. Hutbe ilandır, ahkam-ı ilahinin beyanıdır, Peygamber’e mahsustur. Sonuç olarak şöyle söyleyeyim, kendisine soru sorulmayınca cevap vermeyen, soru sorulunca da mutlaka cevap veren bir Üstad ile karşı karşıyayız…”.

Üstad, cemaat oluşturmada Risale-i Nur’la ilgili olarak birinci aşamada Risalelerin elle çoğaltılması (istinsah) ve halka mal edilmesi çabasına girdi. Bunun için telif hakkı vs. gibi kişisellik, cimrilik vasfı taşıyan hiçbir tavra girmedi.

“Lahika mektuplarının maksadı cemaat oluşturmaktır, diye konuşulmuştu. İkinci maksadı ise ifade edilen hakikatleri benimsemiş, akıl ve kalpleri feth edilmiş olan insanların bu hakikatleri kendi pratiklerine nasıl yansıttıklarının örneklerini sunmaktır. Başka bir ifadeyle iman hakikatlerinin amele, ubudiyete nasıl dönüştürüldüğünün örneklerini önümüze koymaktır. İnandığımı söylediğim Yaratıcımın Mabud, benim abd olduğum gerçeğinden hareketle bunun ubudiyete nasıl yansıtıldığının örnekleri. Lahika mektupları bir yönüyle tam da böyle! Bakıldığında bu mektuplarında takva örnekleri var, ihlas örnekleri var, şükür örnekleri var, kardeşlik örnekleri var, sadakat örnekleri var, tesanüt örnekleri var…”.

“Ubudiyetin fert bazındaki durumu çok farklıdır. Risale-i Nur geleneğinde, Üstadın açıklamalarında ‘iman-hayat-şeriat’ üçlemesine yer verilir. Burada bunun fert bazında uygulaması ile toplum bazında uygulaması arasındaki farka dikkat etmek gerekir. Ubudiyetin fert bazında gerçekleşmesini anlamak için bu farkı anlamak bizim için zorunludur! Nedeni şu: Toplum bazında iman tahkim edilmeden, muhkem hale getirilmeden, temelleri atılmadan amel istenemez. Çünkü ya riya ya nifak olur! Onun için toplum bazında imanın hakkaniyetini tahkim ettikten sonra, -ne kadarlık tahkik edebildiyse-, o kadarı ile amel edip ubudiyete dönüştürülmesi gerekir. Bu aşamalara riayet şarttır! Allah’ı mabud olarak tanımamış birisine namaz kılmayı teklif etmenin anlamı yoktur. Ama Allah’ı şu oranda veya bu oranda tanımış olan bir kimseye o kadarıyla ibadet etmesi istenir. Ben bunun örneğini çok gördüm. Burada belli noktaya gelmiş insanlar, samimi olarak namaz da kılarlar. Böyle kimseler, başlangıçta bizimle yatar-kalkarlar ama bizden daha samimi ibadet ederler…”.

Cemaat, insanların toplanıp da aynı kitabı tekrar tekrar okumalarından ibaret değildir. Cemaat olmak, okuduğumuz kitapların içeriklerinin bizzat kendi çevremizde muhtaç olanlara ulaştırmak için çaba göstermektir.

“İmanı amel ile ‘hayat’a yansıtan bir toplum oluştuğunda ‘şeriat’a geçilir. Yani bu hayatın bir ‘yönetim’ biçimi olarak tanzimine geçilir. Bunun temelleri Allah’ın iradesiyle bize sunduğu prensiplere göre şekillenir. O prensiplere şeriat denir. Bunlar ibadetlere ait olur, insanlar arası ilişkilere ait olur, aile ilişkilerine ait olur, akraba ilişkilerine ait olur, gayr-ı Müslimlerle ilişkilere ait olur… Bunlar çok değişik şartlarda, çok farklı şekil alan hususlar olup ‘muamelat’ adıyla anılır. Bundan sonra ‘ahlakiyat’ gelir. Yani toplum içinde insan olmanın iktizasını takınarak diğer insanlarla kurulan ilişkilerde insanlara tebessüm etmek, selamlaşmak, bir muhtacın veya bir yetimin veya bir kedinin başını okşamak gibi hukukta yeri olmayan ama imanın ve insanlığın gereği olarak kuşanılması gereken tavır ya da tutumlar. Bunlar sünnetin ahlakiyat kısmıdır. Bir de ukûbat kısmı var, mücazat. Yani edebini takınmasını bilmeyen, toplumun hukukuna tecavüz eden kimselere haddini bildirmek yahut yaptırım uygulamak. Çok detayı olan bir husus, uzmanları bunları bilir…”.

“Amel gerçekleşince ‘şeriat’ kısmına geçilir. Amelî aşamaya gelmemiş bir toplum için şeriat kısmını vurgulamak hem sünnetullaha aykırı hem de inanmayanlara inananlar gibi muamele etmek demektir ki, bunun İslam’ın muhteviyatında yeri yoktur. Zira inanmayanlara inanmama hürriyeti tanımaktır, İslam’ın şiarı. Ama bu kişi toplumda başka türlü suç işlerse ne gibi hukuki yaptırımlara maruz kalacağı bellidir. Bu ayrı bir konudur…”.

“Fakat burada çok önemli bir nokta var. Şu: Ben dört kitabın eğitiminden geçmiş, imanın şu veya bu oranda hakkaniyetini kavramış, bunun pratik hayata geçirilmesine inanmış birisi olarak, ‘Bu zaman iman kurtarma zamanıdır, amel ve şeriata gerek yok, fedakarlık lazım, namaz kılmasan da olur’, dersem daha doğrusu böyle demek Resulullah’ın uygulamasıyla, Üstadın uygulamasıyla hiçbir şekilde örtüşmez. Eğer iman ediyorsam ferdi planda amele, eğer amel ediyorsam şeriata riayet etmek prensibim olmalıdır. Bunu Lahikalar öğretiyor bize…”.

Bu minval üzere devam eden takdimin ilerleyen bölümlerinde, cemaat oluşumunda Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası ve Emirdağ Lahikasının işaret ettiği dönemler, Lahikalardan istifade etmenin prensipleri ve Lahikaları anlama usullerine dair önemli açıklamalar yapılıyor. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın