Ders Notları

Lemaat 87. Ders Notları

Lemaat 87. Ders Notları | Ha-Mim

5 Ocak 2020 tarihinde okunup görüşülmeye başlanan, “İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine “melek” der, rahmeti de okutur. Muhalif tarafında eğer meleği görse, libasını değişmiş onu şeytan zanneder; adâvet, lânet eder.” şeklindeki metnin müzakeresine devam edildi (Aşağıdaki her paragraf bir müzakerecinin açıklaması ya da açıklamasının özetidir):

*Pratik hayatımızda en önemli hususlardan birisi tutum ve davranışlarımızdaki “melekî” olanlarla “şeytanî” olanları ayırabilmek gibi görünüyor. Neyin melekî, neyin şeytanî olduğunu nasıl ayıracağız, bunların kriterleri nelerdir? Bana şöyle geliyor, mesela davranışlarımızın arkasındaki motivasyon ve sonuç “çıkar” temelli mi, hak temelli mi? Eğer bir şekilde “çıkar” temelli ise, o davranış formu ne olursa olsun, bu, inadîdir, şeytanîdir, denilebilir. Söz gelimi, iman hizmetinde bulunduğum kişiden: a) maddi beklentim varsa, b) manevi beklentim varsa, c) bu kişi üzerinde değişiklik bekleyip bunu bir biçimde kendime mal etme tarafım varsa bütün bunlar “çıkar” ilişkisi içinde olduğumun göstergesi kabul edilebilir.

*Karşılaştığım bir kişinin her hangi bir fikri karşısında, olumlu veya olumsuz damgasını vurmadan önce onun “hak” olup olmadığını sorgulamak, ondan sonra hüküm vermek gerekiyor. Mesela, birisi “Hz. Muhammed çok iyi insandır” der, ben “niçin böyle diyorsun” diye sorduğumda, “çünkü o çok başarılı idi” vs. türünden sözler söylerse, ben, “benim risalet anlayışımla ilgili değerlendirme yapmıyorsun, seninle işim olamaz”, diyebilmeliyim. Keza başka birisi, “ben Allah’a inanmıyorum” derse, ben hemen reddetmeksizin, “dur bakalım, sen neyi inkar ediyorsun, belki ben de senin inkar ettiğin şeyi inkar ediyorum, gel rahatça bir görüşelim” deyip onun gerçek fikrini almam ve ona göre tutum sergilemem gerekiyor…

İnadın ‘vechesini’ değiştirmek mümkün mü?
*Acaba “inadın ‘vechesini’ değiştirmek mümkün mü, diye bir nokta hatırıma geldi. Kelimeler Grubunda, “her şeyin Allah’a bakan vechesi cennettir” diye bir müzakere hatırlayınca. Bu anlamda inadın yüzünü değiştirip onu olumluda kullanma imkanı yok mudur?

*‘İnat’ genellikle olumsuz anlamda kullanılıyor. Fakat eğer bu kelimenin içeriğindeki sabit-kadem olma, ısrar etme, sabır gösterme gibi anlamları “hak” olan boyuta taşırsak, bu defa ona inat değil “sebat” diyoruz. Fakat 9. Mektup’ta, Nursi, insan fıtratında bulunan duyguların ‘tevcihinden’ söz ederken “inad-ı mecazi” tabirine yer veriyor: “o haslet-i rezile olan mecaz-ı inadî güzel ve âli bir haslet olan hakiki inada yani hakta şiddetli sebata inkılap eder”, diyor.

*Şeytan vardır ama şeytanın teklifleri ‘ademîdir’, yani varlıkta karşılığı yoktur. Mesela şeytan yağmuru bulutun yağdırdığı teklifi ile gelir. Oysa yağmurun oluşum keyfiyetine ve sayısız olumlu neticelerine baktığımız zaman onun bulutun sonucu olduğu fikrine hiçbir zaman ulaşamayız; dolayısıyla şeytanın bu önerisinin tekabül ettiği bir gerçeklik yoktur. Ama şeytan bu tür tekliflerle gelmek suretiyle benim “hak”kı aramama, hakkı bulmama bir bakıma katkı yapar…

Unutmamak gerekir ki insanda olan ya da insana verilen en önemli özellik ‘iradedir’.
Unutmamak gerekir ki insanda olan ya da insana verilen en önemli özellik ‘iradedir’. İradeyi inkar eden tüm açıklama biçimleri geçersizdir. Herkesin bildiği bir kural var, mantıkta: “Her şey zıddıyla bilinir”. Bundan dolayı Allah da “gayr” olanı uluhiyetten “nefy” ile bilinir; “lâ ilâhe” sözü bu anlama gelir. “Şu anda elimde kalem var” dediğimde, eğer kalemsizlik söz konusu olmasa, yani varlıkta bunun zıddı düşünülemeyecek olsa bu sözün hiçbir anlamı olmaz. Bir şeyin “gerçek” olması ayrıdır, getirdiği alternatiflerin ademî yani gerçekdışı olması ayrıdır. Şeytan vardır ama görevi alternatif tercihler, ademî teklifler getirerek insanın gerçeği yani hakkı bulmasına hizmet etmesidir. İslam tarihinde, “madem alem Allah’ın varlığına delildir, o halde yok hükmündedir” şeklindeki yaklaşım üzerine çok tartışmalar yapıldı. Oysa Yaratıcının Mutlak olduğunu anlamak için alemin varlığı zorunludur! Özetle, şeytan vardır ama şeytanî fikirler ademîdir/gerçekliğe yoktur.

*Metni okuyunca, kendimi müellif yerine koyarak onun bu düşünceleri hangi sâikle yazdığını anlamaya çabalayarak şöyle düşümdüm: İnsan olarak kendime baktığımda, bende kimi zaman celladıma “övgüler dizme” yahut bana yardım edene “sövgüler dizme” gibi bir eğilimimin de olduğunu görüyorum. Metin bana “alışkanlıklarınla, sorgulanmamış tutumlarınla, şartlanmışlıklarınla mukabele etme” tavsiyesinde bulunuyor gibi anladım. Metindeki “inat, göz, görme, nazar, libas” gibi kelimeler anahtar sözcükler gibi geldi. İlk etapta birisi “şeytan” gibi ya da “melek” gibi geldiğinde, hemen şeytanı tel’in etmemek gerektiği gibi meleğe de hemen buyur demeyeceğim. Aklî, kalbî, vicdanî özelliklerimle ölçüp tartacağım, hükmümü her hangi bir alışkanlığımın yada siyasi düşüncelerin etkilemesine izin vermeyeceğim; inatkarlık içinde bulunmayacağım, tamamen hakkaniyet içinde sorgulamayı tamamlayıp onsan sonra tutum ve davranışlarımı belirleyeceğim, diye anladım, konuşulanlara ilave bir perspektif olarak.

*Konuşulduğu gibi sebat ve inat arasında fark var; biz hakta sebat edeceğiz, tamam da burada çok önemli nokta, durduğumuzun yerin hak olduğunu “çek etmek” gerektiğinin zaruriliği. Gerçekten durduğumuz yani sebat ettiğimiz yer “hak” mı, yoksa çek etmeksizin hak olduğunu ezbere kabul ettiğimiz bir yer mi? Yani gittiğimiz yol “doğru” demek yeterli midir? Bunu sürekli olarak kontrol ediyor muyuz? Metin satır arasında böyle bir mesaj veriyor, diye anladım.

Varlık açısından yokluk gereklidir. Sevabın olması için günah gereklidir.
*Şeytanın varlığı yani var olması gerektiği ile ilgili yaklaşımlar sağlıklı. Varlık açısından yokluk gereklidir. Sevabın olması için günah gereklidir. Günah işlemeye teşvik etme anlamında değil, sevabın olması, anlaşılması açısından bir gereklilikten söz ediyoruz. Bu varlığın mayasında ademi şeyler, günahlar, çirkinlikler, yanlışlıklar vardır, olmalıdır. Aksi halde vucûdî şeyler bilinemez, anlaşılamaz, açığa çıkamaz. Bu vesile ile bir noktaya işaret edeceğim. Biliyoruz ki “peygamberlik mesleği “şefkat” yoludur. Peygamberler bütün insanlara karşı yüzde yüz şefkat göstermekle yükümlüdür. Bu nasıl olabilir? Bir peygamber her türlü inkara, nifaka, fıska, kötülüğe, zulme… (daha doğrusu mensuplarına) karşı nasıl şefkatle mukabele eder? Bunun benim zihnimde tek açıklayıcı yolu, onların, alemin varlığın mayasının böyle olduğunu, böyle olması gerektiğini bilmeleridir. Kur’an’da insanın “en güzel kıvamda” yaratıldığı belirtilir. Yaratılış, yani hilkat hamurun kıvamı tam yerindedir, demektir bu. Suyu, tuzu, irmiği ne az, ne fazla demektir. Siz hamuru hangi amaçla karıyorsanız tuzunu, suyunu ona göre koyarsanız. Yaratılış hamuru da yaratılış maksadına uygun kıvamda var edilmiş, var ediliyor. Bunu bildiğiniz zaman, evet, herkese yüzde yüz şefkatle yaklaşır, şefkatle mukabele edebilirsiniz…

*Hakikat arayışında olmak, hakikat içinde olmak, hak mesleğini sürdürmek bir yolculuk gibi görünüyor. Devam eden, bitmeyen, bitmemesi gereken süreçler silsilesi. Dolayısıyla bu yolun yolcularının da sürekli olarak bulundukları yeri, karşılaştıkları olayları, metindeki ifadelere atıf yapmak gerekirse, “muhalif”tir veya değildir şeklindeki perspektif ile değil, daima ‘hakkı’ arama-sorgulama hassasiyeti içinde sürdürmek gerekir, diye anlıyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum

  • Öncelikle usul çok güzel. Şura-Meşveret-Müzakere-Müdavele-i efkar yönünden çok yerinde.

    Konu hakkında ilave bir katkı : (Bakara 2/14) Mümin-Münafık ayrım hususiyetleri ve “Değerler” olgusunun önemi; Nübüvvet Müessesesinin zorunluluk nedenleri, Melek-Şeytan ve önerileri ayrımında çok mühim yeri olduğu hatırlanmalıdır.

    Baki selam ve başarı dileklerimle.