Ders Notları

Resul-i Ekrem’in (asm) Şefkati

Resul-i Ekrem’in (asm) Şefkati | Ha-Mim

Ha-mim’in en son yayımlanan Kur’an çalışmaları dersinde Kehf suresinin ilk ayetlerinin tefsirine devam ediliyor. Derste, önceki hafta işlenen ayetlere atıf yapılarak 5.-10. ayetlerin açıklamalarına, bu ayetlerin bizim hayatımıza bakan yönlerine değiniliyor. Benim kayıtlardan takip ettiğimi ve çok istifadeli bulduğum derste, paylaşılanları ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=9gMyc6ErADA) burada -sonradan bazı küçük tasarruflarla- beşinci ayet vesilesiyle gündeme getirilen tefekkürü aktarmak istiyorum.

Bakıldığında görüldüğü üzere, surenin ilk ayetlerinde Allah’ın, inanmayanları uyarmak, iman edip salih amel işleyenleri içlerinde ebedi kalacakları cennetle müjdelemek, ayrıca, evrenin yaratıcısının yarattığı evrende Kendi özelliklerini miras bıraktığı kimi varlıklar yarattığını ima eden “Allah çocuk edindi” simgesiyle, bazı varlıklarda Yaratıcılık özelliği var gibi düşünenleri uyarmak için Kur’an’ı indirdiği belirtiliyor. Her çocuk, anne ve babasının özelliklerini bir insan olarak taşımaya devam edecek şekilde yaratılıyor. Kur’an, böyle bir yaratılış türü ile bir benzetme yaparak okuyucularını, yaratılmaya muhtaç bu alemde Yaratıcılarının mutlak olan özelliklerini taşıyan hiçbir varlığın olamayacağını ilan ediyor. İnsanların bazıları maddenin içinde sanki bir Yaratıcı gibi kendisine ait bir özellik var ki, o özelliği ile kendisini geliştiriyor, yeni biçimlere sokuyor, kendisi için iyi olan pozisyonu seçecek şekilde tercihler yapıyor… iddialarının delilsiz, tamamen düzmece olduğuna dikkati çekiyor. Bu evrendeki varlıklarda böylesi hiçbir özelliğin bulunamayacağı mesajını veriyor. Ardından “Bu konuda ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir söz bu, ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar” deniliyor. Bu suretle varlıklardaki özellikleri Yaratıcılarına atfetmek yerine varlıkların kendilerine izafe edenlerin bu tür sözlerinin hem akıllarından ve kalplerinden çıkan değerlendirme olmayıp “ağızlarından çıktığı” hem de düpedüz yalan olduğu belirtiliyor. Kendilerinin de vicdanlarında, akıllarında böylesi bir iddianın yalnızca önyargılarıyla düşündüklerinin farkında oldukları bildiriliyor. Dilleriyle ifade ettiklerinin doğru olmadığını bilerek bir iddiada bulundukları için Kur’an bu hali “yalan” olarak değerlendiriyor. Bilmediği için yanlış bir şey söyleyene ‘yalancı’ denmez de, ‘cahil, gafil, bilmiyor’ denir. Çünkü bilmeden yanlış bir bilgi vermek yalan söylemek değil, yanılmaktır. Devamındaki beşinci ayette ise Peygamber’e (asm) seslenilerek şöyle buyruluyor: “Neredeyse sen, bu söze inanmazlarsa, arkalarından üzülerek adeta kendini tüketeceksin” (18: 5).

Evet, Resulullah (asm) bütün insanların, hatta kendisine düşmanlık yapanların da hem dünyada huzur içinde yaşamalarını hem de imanlarının, sadakatlerinin, inat etmemelerinin, Yaratıcıdan memnun olarak yaşamalarının mükafatı olarak ahirette ebedi saadete ulaşmalarını arzu ediyor. Ayet, aslında onun (asm) düşmanları dahil bütün insanlara karşı nasıl bir ruh haleti içinde olduğunu tasvir ediyor.

Derste, beşinci ayetin açıklaması bağlamında şunlar dile getiriliyor: “Gerek Allah ile yaratılanlar arasında bir irsiyet varmış gibi O’na ‘çocuk isnat edercesine’ tavır takınanlar gerekse kainatı ve kainatta olup bitenleri kendi kendine gelişen olaylar veya doğanın gerçekleştirdiği olaylar diye görenler besbelli ki yalan söylüyorlar. Kur’an, daha doğrusu Kur’an’ı indiren bu insanların akıllarında ve kalplerinde böylesi bir iddianın hiçbir delili olmadığını biliyor. Fakat inatlarından Yaratıcılarına teslim olmak istemediklerini, kendilerine verilen duyguların kendilerine ait olduğunu iddia ederek, kendilerini yüceltmek istedikleri için dilleriyle böyle konuşuyorlar. Değilse, ne vicdan ve ne de akıl, hiçbir seçme, geleceği bilme özelliği olmayan, yalnızca var edildiği şekilde olmak zorunda olan bilinçsiz maddede kendisini yeni bir pozisyonda var etme özelliğini kimse gösteremez. Devamlı değiştirilerek var ediliyorlar ve ancak Yaratıcılarının tercihine uymak zorunda olan parçacıklardan oluşuyorlar.”

“Ayet, onların sözlerinin temelsiz olduğunu ifade ettikten sonra dönüp Peygamber’e ve müminlere sesleniyor; Peygamber’e, ‘İnsanlar inansın diye az kalsın kendini parçalayacaksın’ diyor. Satır arasında, ‘Senin görevin tebliğ etmektir, zorla empoze etmek değildir’ hatırlatmasını yapıyor. Evet, Resulullah (asm) bütün insanların, hatta kendisine düşmanlık yapanların da hem dünyada huzur içinde yaşamalarını hem de imanlarının, sadakatlerinin, inat etmemelerinin, Yaratıcıdan memnun olarak yaşamalarının mükafatı olarak ahirette ebedi saadete ulaşmalarını arzu ediyor. Ayet, aslında onun (asm) düşmanları dahil bütün insanlara karşı nasıl bir ruh haleti içinde olduğunu tasvir ediyor. Ama inanmayanlar kendilerine verilen özgür seçim yapma özelliğini kullanarak inanmama yolunu seçiyorlar. İnatlarından dolayı inanmıyorlar, gururlarından dolayı inanmıyorlar, itibar meselesi görerek, ‘biz yetim, fakir bir aile çocuğunun dediklerine mi inanacağız, ona mı tabi olacağız’ diyerek inatlaşma yolunu seçiyorlar. Bunun için de türlü bahaneler uyduruyorlar. Mesela ‘Bu adamın söyledikleri şiire benziyor, şaire mi uyacağız’ diyorlar. ‘Bu adam kâhin gibi görünüyor, kâhine mi kulak vereceğiz’ diyorlar. ‘Bu adam verdiği haberleri cinlerden mi alıyor, mecnun birisini mi tasdik edeceğiz?’ diyorlar… İnsan inanmak istemezse bahaneler üretir, üretilen bahanelerin ardı arkası de kesilmez. Çünkü yanlışın, yalanın sonu yoktur, gerçek ise ancak tek olabilir. İki gerçek aynı şeyde ve aynı anda bulunamaz. Bir şey nasıl yaratıldı ise ancak öyle olmak zorundadır, bir anda iki türlü var olamaz, çünkü yaratıldığı halin dışında bir seçeneği yoktur.”

“Peygamber ne diyor? ‘Kainat anlamlı’ diyor. Peki bu alemde anlamsız bir şey gösterebilir miyiz? Peygamber ne diyor? ‘Sizi ve alemi bir yaratan olmalıdır’ diyor. Peki varlıkların düzenli, harika, mükemmel yaratılması, yenilenmesi, yenilenirken düzen ve güzelliğini koruması bir Yaratıcılarının olmasının zorunluluğunu aklımıza, duygularımıza aşikar biçimde göstermiyor mu? Peygamber ne diyor? ‘Sizi ve evreni yaratan, sahip olduğunuz her şeyi size armağan edeni inkar etmeyin, şükredin, teşekkürde bulunun ve Onun bir hediyesi olarak faydalanın’ diyor. Peki insan fıtratı gerçekte bunu söylemiyor mu? Peygamber ne diyor? Ölümle birlikte toprakta çürüyüp, yok olup gitmeyeceksiniz; toprakta çürüyen yalnızca sizin bedeninizdir, siz bedenden ibaret değilsiniz, sizde sizi insan yapan bilinç, düşünme, sorgulama, sevme, korkma, ümit etme, kaygı duyma özellikleri gibi sonsuz duygular var, sizi yaratan ve size sayısız bu insanî duygular veren Yaratıcınız sizi ilk defa bir beden ile yarattığı gibi, beden öldükten sonra, size bu dünyada geliştirdiğiniz duygularınızın çalışabileceği yeni bir beden verecek’ diyor. Bu yeni bedenin verilişine de ‘haşir’ (toplanma) adını vererek size tekrar yaratılışınızın gerçekleşeceği, her daim özlemini çektiğiniz sonu gelmeyecek olan mutluluğu verecek’ müjdesini getiriyor. Peki insan duygularının aradığı, inandığı zaman tatmin olduğu hakikat tam da bu değil mi?”

Ayet, müminlere de şöyle bir çağrıda bulunuyor: ‘Siz de, onun getirdiği hakikatlerle hayatınıza anlam katmış olup yok olup gitme ümitsizliğinden kurtulmuş kimseler olarak siz de, bu mutlu yaşamdan mahrum olan kimselere aynı hakikatleri ulaştırmak için çaba gösterin’. Bizim için de bir çeşit uyarı, bir çeşit ikaz var, bu ayette aynı zamanda.

“Tekrar ayetin Resulullah’a özel mesajına dönersek, diyor ki, ‘Senin görevin sana bildirilenleri insanlara bildirmek yani tebliğ etmekten ibarettir, sen bu görevini hakkıyla yaptın, yapıyorsun. Ama hissiyatın itibariyle onların inanmalarını öyle istiyorsun ki için içini yiyor. Buna gerek yok. Kendini bitirme. Senin görevlerin var, onları yapmaya devam et’. Bir de ayet sanki insanların inanmaları için zorlamaya kalkmanın ön tedbirini alıyor. Mesela, bu vesile ile ‘Dinde zorlama yoktur’ (2: 256), ‘Biz insanın önüne iki yol açtık’ (90: 10), ‘Özgürce seçiminizi yapacak şekilde size imkan verdik, dikkat edin yanlışı, yalanı seçmeyin, ‘Elbet onu (amacına ulaştıracak olan) doğru yola Biz yönelttik: ister şükreder, ister nankörlük eder’ (76:3), ‘Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin’ (18:29) gibi ayetlerdeki mesajlar aklımıza geliyor. Diğer taraftan bu ayet Resul-i Ekrem’in (asm) nasıl bir fedakarlık içinde kendisini susturmak, hatta öldürmek isteyenlerin bile insanî duygularında huzur içinde yaşamalarına vesile olacak Sonsuz Güç ve Rahmet Sahibi Yaratıcıları ile tanışmalarına ve Ona güvenerek geleceklerinden endişe çekmemelerine hizmet ettiğinin haberini veriyor. Onun vazifesini yapıp çok yüksek bir sorumluluk duygusuyla hareket ettiğini önümüze koyuyor. Müminlere şöyle bir çağrıda bulunuyor: ‘Siz de, onun getirdiği hakikatlerle hayatınıza anlam katmış olup yok olup gitme ümitsizliğinden kurtulmuş kimseler olarak siz de, bu mutlu yaşamdan mahrum olan kimselere aynı hakikatleri ulaştırmak için çaba gösterin’. Bizim için de bir çeşit uyarı, bir çeşit ikaz var, bu ayette aynı zamanda. ‘Bu adam kabul etmez, şu adamdan hayır gelmez, filancayla muhatap olmanın alemi yok’ gibi düşüncelerle tembelliğinize fetva vermeyin’ diyor.”

Gerek bu ayet, gerekse Şuara suresindeki “Kendine kıyacaksın inanmıyorlar diye adeta” (26: 3) ayeti derste dile getirildiği gibi Resulullah’ın (asm) halet-i ruhiyesini tasvir ediyor. Başka bir ifadeyle Resulullah’ın (asm) “şefkat-ı imaniye”sini gösteriyor. En güçlü insanî duygulardan biri olan şefkat ve merhamet, öyle anlaşılıyor ki, Resul-i Ekrem’de (asm) zirve yapmış görünüyor. İnsanların inanması için “kendisini neredeyse parçalama” noktasına gelmiş olmanın nasıl bir şefkat ve merhamet duygusu olduğunu gerçekten tasavvur etmeye çalışmak gerekiyor. Hele bu duygunun kendisine düşmanlık edenleri de kapsayacak şekilde olması insanı hayrete düşürüyor. Yine derste ifade edildiği gibi, bunun müminlere bir çeşit uyarı niteliği taşıması da üzerinde çokça durulması gereken bir hakikat niteliği arz ediyor. İman nuru ile aydınlanan bir müminin bu nurdan mahrum olan insanlara bunu büyük bir arzu ile taşımaya çalışması, böylelerinin dünyalarını olduğu kadar ahiretlerini aydınlatmak için koşması hem insan olmasının hem de mümin olmasının adeta zorunlu özelliği olarak görünüyor.

Derste hem devam eden ayetlerle ilgili hem de özellikle “çevrelerindeki insanların düşünmeden topluma uyup gittiği bir varlık görüşü ve bir hayat tarzının ne kadar gerçek olduğunu sorgulayan gençlerin, kendilerinin farkına vardıkları hayat tarzını yaşamak için yaptıkları tercihi dile getiren ayet”le ilgili olarak önemli yorumlar paylaşılıyor. “Kendi inançlarının gerçekliğine güvenle, toplumun değerlerine göre bir “mağara” hayatı gibi algılanan hayatta nasıl Mutlak özelliklere sahip bir Yaratıcının gözetiminde korundukları” şeklinde yapılan özgün yorumlar çok istifadeye medar görünüyor. Ben dersi takrir edene samimi olarak teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın