Ders Notları

“Bilimsel Bilgi” Yorum mudur yoksa İnanç mıdır?

“Bilimsel Bilgi” Yorum mudur yoksa İnanç mıdır? | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (12. 09. 2023) yapılan Kur’an Çalışmaları dersinde Kehf suresinin ilk ayetlerinin tefsirine devam edildi. Özellikle dördüncü ve beşinci ayetlerle ilgili olarak önemli tefekkürler paylaşıldı. Dördüncü ayette, önceki ayetlerle bağlantılı olarak “O çocuk edindi” diyenleri uyarmak için “dosdoğru kıldığı bir kitap” diye tanımladığı Kur’an’ın bu suredeki beşinci ayetinde, “Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan ne büyük bir söz bu! Onlar ancak yalan söylüyorlar” deniliyor (18: 4-5). Kayıtlardan takip ettiğim kadarıyla derste “Allah’ın çocuk edindiği” iddiasının sarih ve zahir anlamıyla Hıristiyanların Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu şeklindeki iddialarının temelsizliğine işaret ettiği belirtildikten sonra özetle şu fikre vurgu yapıldı: “Her ayeti olduğu gibi bu ayeti de aynı zamanda bize bakan mesajlarıyla anlamak gerekiyor. Bugün Hıristiyanların önemli bir bölümünün de -Hz. İsa’ya ayrı bir değer vermekle beraber- böyle bir iddiaya inanmadıkları biliniyor. Ayet bize evrendeki her hangi bir varlığa ‘var olma, meydana gelme, yaratma’” gibi isnatlarda bulunmamamız gerektiğini tembihliyor. Kendisi var edilmeye muhtaç olan, ancak kainatın düzenine uyarak var kılındığı açıkça görünen bir varlığa kutsiyet atfedildiğinde bu, bir çeşit ‘Allah’a oğul isnat etme’ anlamına geliyor. Neden? Allah sanki Kendi özelliklerini kısmen de olsa “miras’ bıraktığı bir yaratıktan bahsediliyor demektir. Bu, bir insan olabileceği gibi diğer herhangi bir varlık için de düşünülebilir. Bugünkü dünyada bazı kişiler bazı ifadelere sanki ‘Yaratıcı’ gibi bir anlam yükleyerek topluma sunabiliyorlar. Mesela, ‘tabiat’, ‘doğal kurallar’, ‘kendiliğinden’, ‘rastlantılar sonucu’ tabirleri gibi.”

Derste beşinci ayetle ilgili olarak da varlıkların kendi kendine oluştuğunu veya doğanın eseri olduğunu iddia edenlerin eleştirildiğine dikkat çekilerek şunun altı çizildi: “Kainata, maddeye, atomlara ‘kendi kendine oluyor, tabiat meydana getiriyor, şu şu sebeplere bağlı olarak var oluyor’ gibi nitelemede bulunan insanların bu iddialarının hiçbir temeli olmadığı açıkça gözlemleniyor. Zira bir maddenin var olması için o maddenin kendisinde, kendinden kaynaklanan hem ilme ve kudrete sahip olacak, hem kendi konumunu diğer varlıklarla ilişkili şekilde düzenleyecek, hem de her şeye nüfuz eden bir iradeye sahip olacak ki, var olabilsin. Oysa bu iddia mantığın kabul edeceği bir şey değildir. Çünkü her varlık bütün içinde anlamlı ve uyumlu bir yerde yer alıyor. Her varlık alemdeki düzene uyarak var oluyor ve varlık buluyor. Dolayısıyla bir varlığın var olabilmesi için kainatın düzenini bilmesi ve ona uyması gerekiyor. Evrendeki tüm diğer varlıklarla tam bir ahenk içinde var olan ve kendisinde hiçbir seçim yapma özelliği görünmeyen bir varlığı var eden ancak tüm kainatı var eden olabilir.”

Biz insanlar evrenin içinde varız. Evreni gözlemleyecek özelliklerle donatılarak var edilmişiz. Evreni gözlemleyerek anlarız ki, bu evren kendiliğinden kendisine varlık verecek bir özelliğe sahip değildir. Ben de kendiliğimden kendime varlık veremem. Benim yapı taşlarım da kendilerine kendiliklerinden varlık veremez. Benim hücrelerimin de konumlandırıldıkları görevi yapmaktan başka bir seçimleri yoktur. Anlaşılıyor ki evreni gözlemlediğim şekilde bir düzen içinde kim var etmiş ise, ancak o bu evrenin her bir parçasının nasıl olması gerektiğine karar vermiş olabilir.

Diğer taraftan derste, ayette geçen “bu konuda ne kendilerinin ne de atalarının bilgileri yoktur” ifadesinin yaratılışı ve varlığı eşyanın kendisine, doğaya veya sebeplere verenlerin “iddialarını kanıtlayacak hiçbir delillerinin bulunmadığı” biçiminde anlamak gerektiği, gerçekten onların, iddialarını temellendirecek hiçbir tutarlı delil ortaya koyamayacakları belirtildi. Bundan ötürü yaptıkları açıklamaların spekülasyondan öteye geçmediğinin altı çizildi. Ayetin aynı fıkrasındaki “atalar” tabirinin de benzer anlayışa sahip geçmişteki büyüklerinin yanı sıra materyalist ve inkarcı zihniyetin “fikir babaları” olarak anlamak icap ettiği paylaşıldı. Yine söz konusu ayetin son fıkrasında geçen “Bu, ağızlarından çıkan büyük bir sözdür” ifadesi de şu mesajı barındırıyor denildi: “İnkarcıların yaptıkları açıklamalar önyargılara dayanmayan ve özgürce düşünebilen akıllarından yahut samimi kalplerinden çıkan değerlendirmeler olmayıp şartlanmışlıklarından dolayı ağızlarıyla söyledikleri, muhakeme ve insaniyetlerinin eşlik etmediği sözlerdir. Zira insan, kainattaki bir maddeyi ve oluşu hakkaniyetli olarak incelediğinde onun ancak tüm kainatı yaratan bir Kudretin eseri olabileceğini anlar.”

Derste işaret edilen bu ve benzeri hususlar paylaşılırken bir katılımcı “bilimsel bilgi” tabirini sordu. Bu soru etrafında -takdimcinin sonradan ulaştırdığı bazı eklemeler ile- şu düşünceler paylaşıldı: “Evet, zaman zaman ‘bilimsel bilgi’ sorusu çoklarınca soruluyor. Eğer bu tabirle kişi, bu kalıp altında kendi şahsi yorumunu söylüyorsa bu sahtekarlıktır, bilimi istismar etmektir. Ama eğer bununla şahsi yorumunu değil de incelediği, gözlediği bir sonucu paylaşıyor, ‘ben inceledim, şöyle bir yaratılış özelliği gördüm’ diyorsa bu bilimsel bilgidir. Mesela bir çekirdekten nasıl ağaç çıktığını inceliyor ve çekirdeğin yarılmasından ağaç oluncaya kadar geçen aşamaları anlatıyor. Eğer bu aşamaları anlatırken gelişen aşamaları evrenin düzenli ve belli bir amaca göre gerçekleşmesinde gözlemlediğimiz bir önceki varlığın, kendisinden sonra var edilen ve ona bağlıymış gibi görünen, diğer bir varlığın var olusuna sebep veya etken olduğunu söylüyor ve bunu ‘bilimsel bilgi’ adı altında dayatıyorsa burada bilimsel bilgiden söz edemeyiz. Böyle bir anlatımda peşin kabul edilmiş kişisel bir yargının dili kullanılmaktadır. Evrenin varlığında neler gözlemlediğini anlatırken, kendi önyargısının dilini kullanarak varlıkların kendi kendilerine veya doğal olarak böyle oluştuğu iddiasını dinleyicilere veya okuyuculara empoze ediyor. Yani yaptığı gözlemi kendi kişisel yargısını empoze etmek için alet ederek sunuyor. Bir çekirdeğin toprak altında yarılıp içinden yepyeni özelliklerle donatılmış bir filizin çıkmasını, çekirdeğin kendine ait, sanki kendi kendine oluşmuş bir hücresinin bilinçli iradesiyle, geleceği bilerek planlı bir şekilde yaptığı tercihlerle gerçekleştirip yeni bir varlık olan filize varlığını verdiğini, yani yarattığını iddia eden bir dil kullanıyor. Gerek çekirdeğin ve gerekse filizin yapı taşlarının, yani cansız, maddeden ibaret olan elementlerinin, bilinci, geleceği bilecek bilgisi, varlık verecek gücü, çevresiyle ilişki kuracak hikmetli iradesi gibi birçok zorunlu özellikleri, o maddenin kendisinden kaynaklanan özelliklermiş gibi konuşuyor. Halbuki, maddenin kendisi, kendine varlık verecek bir özelliğe sahip değildir, sahip olduğunun delili kesinlikle yoktur, bunu kimse iddia edemez. Maddenin kendinde canlılık özellikleri yoktur ki, hayatın kaynağı madde olsun. ‘Doğa’ veya ‘tabiat’ diye kullandıkları kelime, maddenin kendisinden ibarettir. ‘Bir madde var ve bir de maddenin doğası var’ iddiasını kimse, maddenin kendinden kaynaklanan böyle bir özelliğin varlığını gözlemlediğini söyleyemez, gösteremez. ‘Doğa’ veya ‘tabiat’ denilen, ancak maddeye kim vücut verdi, onu bulunduğu pozisyona yerleştirdi ve o pozisyonun dışına çıkma özgürlüğü tanımadı ise, ancak o varlık verdiği maddeyi belli özelliklerle donatarak varlık veriyor olabilir.”

“Şimdi sorgulayalım: Bir insanda bulunan bilinç, düşünme kabiliyeti, sevme, korkma, sevmeme gibi sayılamayacak kadar çeşitli olan özelliklerinin, o insanın yapı taşları olan maddenin tercihiyle gerçekleştirilmiş olduğunu iddia etmek için elimizde nasıl delillerin bulunması gerekir? O yapı taşlarının önceden insanı bütünüyle tanıması, onun evrenin tümüyle ilişkiye geçeceğini bilip ona göre donatıp var ettiğini iddia etmek imkansızdır. Çünkü o maddenin içinde maddenin kendisinden kaynaklanan ve bütün evreni zaman ve mekan boyutuyla başından sonuna kadar kapsayan sonsuz bir kudret, ilim, irade, hikmet, rahmet gibi özelliklere sahip olduğunu gözlemlememiz gerekir. ‘Maddenin doğasının kendisi yapıyor, var ediyor’ diye iddia eden bir kişi, bu özellikleri gözlemlediğimiz maddenin içinde göstermesi gerekir.”

“Böyle bir iddia sanki bir bilgisayarın maddeden ibaret olan elementlerinin ve maddeden yapılmış parçacıklarının ‘doğa’sında bir bilgisayarı, bilgisayar olarak gerçekleştirecek özelliklerin olduğunu iddia etmek gibi bir saçmalık olur. Fakat biz biliyoruz ki, bilgisayarı yapmak için, evrene varlık verenin kurduğu düzeni araştırmış, o düzenin müsaade ettiği sınırlar içinde keşfettiği kadarıyla, bilgisayarın kullanılacağı alanları ve kimlerin ne maksatla kullanacağını, nasıl sevimli ve pratik bir şekilde kullanılabileceğini düzenleyecek, bunları bilecek, tercih edecek, belli bir amacı gerçekleştirecek özellikler ile donatılmış ‘bilinçli bir varlık’ olması gerektiğini biliriz. Bu benzetmemizde, bu bilinci varlığın bir ‘insan’ olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü bir insan bu dünyada varlığını gözlemlediğiniz bir varlıktır. Bir benzetme yapmak için kullandığımız bu örnekte dikkat edeceğimiz nokta şudur: Evrenin tümü sonsuz defa bir bilgisayardan daha mükemmeldir. Biz bu bilgisayar mühendisi olan insanı bilgisayarın içinde aramayız, çünkü o bir madde yığınıdır. Fakat o madde yığınını bir bilgisayar haline getirmek için neler gerektiğini soralım şimdi: Bilgi, irade, hikmet, faydalı olma kastı, bilgisayarı kimler ne maksatla kullanacağını bilerek o maksada göre şeklini, rengini, kalitesini önceden bilecek ona göre bilinçli bir şekilde kastedip gerçekleştirecek güç olması gerektiğini mantıken anlarız. Böylesi bir varlığı bilgisayarın içinde görmüyoruz. Bu özelliklere sahip olan bu varlığı tanımasak bile, bilgisayarın varlığının cinsinden olmayan ve tamamen farklı bir varlık düzeyine sahip olan bir varlığın mutlaka var olması gerektiğini mantığımızı kullanarak anlarız.”

“Benzetmemizdeki bilgisayar evreni temsil eder. Biz insanlar evrenin içinde varız. Evreni gözlemleyecek özelliklerle donatılarak var edilmişiz. Evreni gözlemleyerek anlarız ki, bu evren kendiliğinden kendisine varlık verecek bir özelliğe sahip değildir. Ben de kendiliğimden kendime varlık veremem. Benim yapı taşlarım da kendilerine kendiliklerinden varlık veremez. Benim hücrelerimin de konumlandırıldıkları görevi yapmaktan başka bir seçimleri yoktur. Anlaşılıyor ki evreni gözlemlediğim şekilde bir düzen içinde kim var etmiş ise, ancak o bu evrenin her bir parçasının nasıl olması gerektiğine karar vermiş olabilir. Bilgisayarın her bir parçasının nasıl bir maddeden yapılması gerektiğine, nasıl bir pozisyonda yerleştirileceğine, ve bir bütün olarak ne maksadı gerçekleştireceğine karar veren bilinçli bir varlığın olmasını anlamanın mantıken zorunlu olduğunu her insan onaylar. Nihayetinde maddeden oluşmuş bir hücrede yine maddeden oluşmuş bir bilgi kaydı olan DNA’nın o maddenin geleceği hakkında karar verdiğini iddia etmek, bir binanın içinde o binanın planının binaya varlık verdiğini, onu bir bina şekline soktuğunu söylemek kadar mantıksızlıktır. Binada bulunan plan, o binaya varlık verenin, o binaya varlık vermeden önce ne yapacağını bildiğinin bir belgesi olduğunu anlamak için bir insanın önyargılı olmaması yeter.”

Evrenin Varlık Kaynağının evren cinsinden olması zorunluymuş gibi, o Kaynağı evrenin içerisinde aramanın sadece bir dil oyunu olmaktan öte bir değeri var mıdır? Böyle bir saçma mantık savunucusunun, ‘bilgisayar içerisinde bilinçli tercih yapan bir şey görmüyorum ki, bilgisayarın bir mühendisi olduğuna inanayım’ diyenler gibi konuştuğunu anlamak -önyargılı olmamak şartıyla- hiç kimse için zor değildir.

“Şimdi çekirdek örneğine dönelim: Çekirdeğin nemli toprakta çatlayacak şekilde var olmasının varlık kaynağı nedir? Çekirdeğin nemli bir ortamda yarılacak özellikte olması, o bitkinin ya da ağacın bu aşamalarının her birinde yepyeni özelliklerle donatılarak bir düzen içerisinde varlık aleminde görünmeleri, her bir anda yeni bir varlık biçiminde var olmalarını o düzenin kendisinin gerçekleştirdiğini iddia etmenin bir mantığı var mıdır? Dolayısıyla, söz gelimi bir kavun çekirdeğinin toprak atında yarılması, kök salmaya başlaması, nazik köklerin toprağı delerek dışarı çıkması, filizlenmesi, dört bir tarafa kol atması, daha sonra yaprakların arasından çiçek ve meyve tomurcuklarının oluşması, bu tomurcukların süreç içinde kelek olması, keleğin tatlanarak kavun haline gelmesi… ‘doğal’ olma ile, toprağın, suyun, güneş ışığının, havanın birleşerek oluşturduklarını sebeplerle veya çekirdeğin hücresine kaydedilmiş planın bu aşamaları gerçekleştirdiğini iddia etmenin bir delili olabilir mi? Bunların kendi kendilerine rastgele, milyarlarca yıl içerisindeki vuku bulmuş olabileceğinin iddia edilmesi, “bir bilinçli Yaratan olmalıdır’ mantıki sonucunu kabul etmeme ön yargısının sonucu değil midir?”

“Eğer bir kişi ‘bilimsel bilgi’ adı altında çekirdeğin kavun haline gelmesini böyle açıklıyorsa, bu ayetteki ‘Allah çocuk edindi’ diyenlerin iddialarından farkı nedir? ‘Allah çocuk edindi’ diyenlerin, ‘evreni madde yarattı’ diyenlerden farkı nedir? ‘Hayır efendim, ben böyle bir şey demiyorum’ denmesinin anlamı yoktur. Esasen, ‘evrenin bütünü ve evren içerisinde var olan her bir şey ‘doğal’ olarak böyle gelişiyor’ veya ‘evren zaten ‘sonsuzdur’ iddiaları ile, ‘ben zaten bir ‘Yaratıcı’ olması gerektiğini kabul etmeyerek evrenin varlığını açıklamaya çalışıyorum’ diyen bir kişinin bahanesi sudur: ‘Ben evren içerisinde evren cinsinden olmayan bir varlık görmüyorum’ diyerek saçma bir savunmaya girişmektir. Evrenin Varlık Kaynağının evren cinsinden olması zorunluymuş gibi, o Kaynağı evrenin içerisinde aramanın sadece bir dil oyunu olmaktan öte bir değeri var mıdır? Böyle bir saçma mantık savunucusunun, ‘bilgisayar içerisinde bilinçli tercih yapan bir şey görmüyorum ki, bilgisayarın bir mühendisi olduğuna inanayım’ diyenler gibi konuştuğunu anlamak -önyargılı olmamak şartıyla- hiç kimse için zor değildir. Veya bilgisayarın her bir parçasının milyarlarca yıl boyunca rastlantılar neticesinde bilgisayarı gerçekleştirmiş olabileceğini savunan kişi kendisinin ‘Yaratıcı’ inancı düşmanlığından başka neyi dile getiriyor, dersiniz?”

“Eğer varlığı, varlığın kendisi ile açıklıyorsak, bu ‘Allah’a çocuk isnat edenler’in dediği ile aynı kapıya çıkar. Dolayısıyla ‘bilimsel bilgi’ diyen kişiye sormak gerekir, ‘bununla ne kast ediyorsun? Şahsi yorumunu mu yoksa süreçlere dair gözlem ve araştırmalarını mı?’ Eğer bu tabirle ‘varlıkların nasıl yaratıldığını, hangi aşamalardan geçtiğini, nasıl bir sürecin olduğunu, bu süreçlerin gerçekleşmesi için yaratık cinsinden olmayan özelliklere sahip bir Yaratıcının sonsuz iradesinin gücünün, bilgisinin, hikmetinin, rahmetli yaratışının yansımalarını incelediğini, bunu kast ettiğini’ söylüyorsa, -değerlendirmelerine inkarcı bir dil katmamak şartıyla- bunu bilimsel bilgi olarak kabul edebiliriz.” 

Ders kayıtlarını dinledikten sonra “bilimsel bilgi” konusunda yazılanları hatırlamaya çalışıp derste dile getirilenlerle birleştirdiğimde, bende şöyle bir kanaat hasıl oldu: Fiziki alemdeki varlık, olay ve oluşları deney ve gözlem gibi bilimsel metotlar çerçevesinde tasvir etmek önemli. Bu, yaratılış ya da oluşun bu alemdeki seyri hakkında bilgi veriyor. Mesela -en basit örnekleriyle-, aşılanmış bir yumurtanın anne karnında bebek oluncaya kadar geçirdiği safhalar ya da güneşin uzaklık, büyüklük, ısı ve ışık miktarı gibi özelliklerine dair bilgiler ‘bilimsel bilgi’dir. Fakat bu bilgiler paylaşılırken yaklaşım biçimi ve bunu ifade eden dil son derece önemlidir. Eğer yaklaşım biçimi ve kullanılan dil, -Yaratıcıyı, yani Allah inancını inkardan söz etse de, etmese de- zigotun safhalarını yumurtanın kendisiyle veya hücrelerdeki bilgi kayitlari olan DNA faaliyetinin kendi becerisi ile açıklıyor yahut güneşin özelliklerini -kaynağı itibariyle- güneşin kendisi ile izah ediyorsa bu ‘bilimsel bilgi’ olmayıp yorumdur ve basbayağı saplantı haline getirdikleri ‘inkarcılık inancı’nın pozitivist bir dille ifade edilmesidir.

Dersin tamamını ilgili kayda havale ediyor (https://www.youtube.com/watch?v=oD7NwsRWIfE), tefekkürünü paylaşan takdimci için Allah razı olsun diyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın