Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (03. 07. 2022) yapılan Mektubat dersinde, Resulullah’ın (asm) mucizelerinin ele alındığı On Dokuzuncu Mektuba devam edildi. Bu risalenin Peygamber-i Zişanın (asm) “bereket-i taam” konusundaki mucizelerinden örneklerin verildiği Yedinci Nükteli İşaretinde yer alan misaller üzerinde duruldu. Üçüncü misalden başlanarak dokuz örneğin okunup müzakere edildiği derste, her misal ile ilgili olarak çok “bereketli” açıklamalar paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayda (https://www.youtube.com/watch?v=_JSv3JX3z7Y) havale edip aşağıdaki yedinci misal ile ilgili tefekkürlerden bazılarını aktarmak istiyorum:
“Nakl-i sahih-i kati ile, Şifâ-i Şerif ve Müslim gibi kütüb-i sahiha beyan ederler ki: Hazret-i Câbiru’l-Ensârî diyor: Bir zat, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan iyâli için taam istedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yarım yük arpa verdi. Çok zaman o adam iyâliyle ve misafirleriyle o arpadan yediler. Bakıyorlar, bitmiyor. Noksaniyetini anlamak için ölçtüler. Sonra bereket dahi kalktı; noksan olmaya başladı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldi, vak’ayı beyan etti. Ona cevaben ferman etti: ‘Lev lem tekilhü leekeltüm minhü ve lekâme biküm”. Yani “Eğer kile ile tecrübe etmeseydiniz, hayatınızca size yeterdi.”
Bir müzakereci söz alarak şunları söyledi: “Rivayette ‘noksaniyetini anlamak için ölçmeye kalktılar, bereketi kalktı’ deniyor. Ne demek bu? O yiyeceğin, dolayısıyla bereketin kaynağı olan Yaratıcısı, -ki O ‘mutlak’tır-, mutlakı ölçemezsiniz, ya da ölçmeye kalkarsanız kendi kapasitenize indirgersiniz. O zaman da mutlakın tecellisi kalkar, senin kapasitenin (senin ölçülerinin) tecellisi yansımaya başlar. Rivayet böyle bir mesaja işaret ediyor gibi görünüyor. Anadolu kültüründe de var bu. İki şekilde ifade olunur: Birincisi tabağın en sonunda kalan parça, -ki o çoğunlukla bulgur tanesidir-, ‘onu bırakma, zira bereketin nerede olduğunu bilemezsin’ denir. Diğeri de ‘bereket tartılmaz’ denir. Onun için Anadolu kültüründe saymaya karşı bir ‘çekinme’ vardır. Avam bunu literal olarak anlar. Ama biz literal anlamın ötesinde şöyle bir anlamı da olmalı diye düşünmeliyiz: Rabbe isnat edilen, Yaratıcısına yöneltilen her türlü faaliyetin maddi miktarda ölçülemez olması. O halde bunun farkına vararak, onlara bakmak gerekiyor. Ben bu dünyada ne kadar amel işleyeceğim de, Allah bana orada onun karşılığında şöyle bir mükafat verecek’ diye o amelin karşılığını beklersek, o zaman saymış oluruz, amellerimiz sayılabilir oluyor. Oysa bizim kapasitemiz sınırlı, sayılabilir, ama onun karşılığını verecek olanın kapasitesi sınırsızıdır. İşte bunu göz önünde bulundurmazsak Onu da o sınırlama dahilinde değerlendirmiş oluyoruz. Bu da konuyu anlamamak, kavramamak demektir.”
Bunun üzerine moderatör şunları dile getirdi: “Evet, mevzuyu anlamayıp saymaya kalkınca bereket kalkıyor. Bereket ne demek? Her şey yoktan var ediliyor, her şey bana Rabbimin ihsanı olarak sunuluyor. Hani derslerde, ‘sürekli yaratılış’ diye bir hakikatten bahsederiz ya. Varlık sürekli yaratılıyor. O halde varlık sürekli olarak bir berekete mazhar. Yeniden yeniye bir yaratılış var. Ama ben düşünüyorum ki bir çuval bulgur; bir defa koyduk, o bulgur aynı bulgur değişmiyor, tükettikçe eksilmesi lazım diyorum ya, işte böyle baktığım zaman bereket manası benim dünyamda kalkmış oluyor. Sınırlı bir bulgu var orada. Bir tarafta yaratıldı ve durdu. Yani ‘big bang” şeklinde bir yaratılış anlayışı var ya. Biz biraz da big bang şeklindeki yaratılış anlayışından dolayı kainatı bir çuval bulgur yapmış oluyoruz, bereketi kalkıyor. Bir defa yaratıldı, -ki bunu kabul etmeyenler de var-, diyelim böyle bir dindarlığım var, kainat bir defa yaratıldı, bir yük arpa kainat bohçasının içine, çuvalın içine kondu, o devam ediyor gibi düşünülüyor. O zaman bereket kalkıyor. Ben de o bir defa yaratılış içinde burada atılan bir insanım ve azalıyorum, noksan olmaya başlıyorum, ölüyorum. Ama bu nazarı kaldırır ve ‘ben an be an yaratılıyorum’ dersem, -daha önce konuşmuştuk-, ‘et-tehıyyât, el-mubarekât…’ derken çekirdeklerden, yavrulardan, çocuklardan, tohumlardan bahsediliyor idi. Her an yeniden yeniye yaratılmanın söz konusu olduğu bir kainat içinde yaşıyorum. Bu nazarla kainata bakarsam, 93 yaşına gelsem de 18 yaşında gibi genç olurum. Yani sayı cinsinden tecrübe etmezsen, o bereket senin bütün hayatın için yeter. Dünyan hep canlı kalır, ihtiyarlamak da söz konusu olmaz.”
İlk söz alan müzakereci moderatörün bu katkısıyla ilgili olarak şöyle söyledi: “Ben gençlere şaka ile diyordum ki, ‘ben şu anda senin gibi yeni yaratılmış bir mahlukum, şu anda yaratılmışım, yoktan var edilmişim’, onlar da gülüyorlardı. Evet, yaratılışın sürekliliğini düşününce, bu bilince sahip olunca yaşımızı ölçmeye kalkmayız. İnanmayan birisi ‘kaç yıldır ben bu dünyada varım’ der, inanan birisi de inancının farkına varmadan ‘kaç yıl önce yaratıldım’ der, saymaya başlar. Oysa yaratma fiili yoktan var etme olduğu için yaratmayı sayamazsınız. Yani sıfır bir oluyor. Sayamazsınız, sıfırdan bire nasıl geçildi diye, yokluktan varlığa nasıl geçildi diye. Onun için bu, kendini ihtiyar bilenler bakımından çok güzel bir nokta oldu. Onların da ‘ben şimdi şu kadar yaşımdayım’ demelerine gerek yok; ben şu anda yeni yaratıldım’ diyebilirler.”
Moderatör, “Evet, bunun böyle olması lazım. Böyle olmasaydı, 93 yaşını geçmiş meşhur sahabi Ebu Eyyûb el-Ensarî, ‘Bizden bu işler geçmiş, bir unumuzu eledik, eleğimizi astık, gençler gitsinler cihat meydanlarına, hizmette gençler bulunsunlar’ der, o yaşında İstanbul’un surlarına kadar gelmezdi’ dedi. Arkasından şunları ekledi: “Aynı hususu biz şuna da tatbik etsek ne olur? Biz şu anda iman hakikatleri dersi çalışıyoruz. Acaba bunu da saymaya başlıyor muyum ben? Çünkü bir zaman bir arkadaş bana, -Risaleler için demişti ama bunu Kur’an’a tatbik edelim-, ‘ben Kur’an’ı okudum, anladım ana hatlarıyla, şimdi satır aralarındaki ince manalar kaldı’. Bu doğru mu? İşi mühendisliğe dökerek ‘şu kadar becerim var’ demeye gelen bir tavır doğru olur mu? Malumata dökme bir çeşit sayma kabul edilebilir mi? Alem-i bekaya bakan, sayılamayacak-sınırlandırılamayacak olan şeyleri ölçeğe vurmak sağlıklı olabilir mi? Söz gelimi, ‘benim imanım filancaya yetişemezse de şununla yarışır düzeydedir’ dercesine bir tavır doğru olabilir mi? Bu tavır da, imanımızdaki ve iman hizmetimizdeki bereketi kaldırmaz mı diye de aklıma geliyor.”
Bunun üzerine önceki müzakereci şunları paylaştı: “Bu yaklaşım çok ciddi bir hususun ip uçlarını veriyor gibi görünüyor. Dini, imanı bilgi cinsine indirgeyen bazı çevreler var, -ben onları seküler dinî çevreler diye isimlendiriyorum-, bilginin belli bir hacmi olur, sayılabilir ama iman bilgi cinsinden değildir; iman mahluk olandan mutlak olan Hâlik’a geçme faaliyeti ise bu sayılamaz. Çünkü bir mahluka bir diyelim, buradan da sonsuza gidiyorum. Oysa bir ile sonsuz arası sayılamaz. Çünkü sonsuza sınır veremezsin ki, ‘başladım başladım sonsuza geldim’ diyeyim. Böyle bir transfer yaşanıyor. Onun için insanların gerek Yaratıcı ile olan ilişkileri gerekse Kur’an’ı anlama usulü, -ve bu arada okuduğumuz kitapları anlama usulü-, bilgi cinsinden iman eğitimi cinsine dönüştürülmedikçe dünyevilikten, seküler din anlayışından kurtulamayacağız. Bilginin hiçbir değeri yoktur eğer onu imana miraç yani merdiven yapmaz isek. İmana geçtiği andan itibaren ‘mutlak alem’e girdiği için sayılamaz. Onu saymaya kalkamazsın. Mesela bir ayeti okursun,- meşhurdur-, ihlas suresini her zaman okudum. Bıkmadın mı? Bıkmadım. Çok seviyorum. ‘Eh sen, o sevdiğin ile ebediyen beraber olacaksın’. Çünkü ihlas suresinin içeriği mutlaktır, bilgi değildir. İhlas suresinde kaç tane ayet var, hiç önemli değil. ‘Kul hüvallahü ehad’ dedikten sonra ‘ehad’in mutlakiyetini anlayınca sınırlanamaz, tanımlanamaz, kainat cinsinden tarif edilemez olduğunu anlayınca, Kur’an’ın maksadına ulaşılmış olur. Bu kadar kolay. Mutlaka ulaştın. Onun için saymaya kalkma. ‘Bu çok az, biraz uzun sure oku’ demenin alemi kalmıyor. İlginç bir nokta.”
Dersin devam eden bölümlerinde hem Resul-i Ekrem’in (asm) “bereket”le ilgili mucizelerine dair diğer rivayetler tahlil ediliyor hem de “Resulullah (asm) geçimini nasıl temin ederdi?” gibi önemli soruların cevabına dair değerli paylaşımlarda bulunuluyor. İnsan bunları dinleyince, “Allah hepimizin hayatına, yiyecek ve içeceklerine, ömrüne, imanına bereket ihsan etsin” demekten kendini alamıyor.