Ha-mim’in, geçtiğimiz hafta sonu (27. 02. 2022) yapılan Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=9XJQ11f60F0), Barla Lahikası’nda yer alan 34-39. mektuplar okunup müzakere edildi. Benim mazeretim dolayısıyla katılamadığım derste, kayıtlardan takip edebildiğim kadarıyla, her zaman olduğu gibi çok faydalı tefekkürler paylaşılıyor. Ben bunların tamamını ilgili kayıtlara havale edip aşağıdaki mektupta geçen bir terkip hakkındaki müzakereyi kısaca paylaşmak istiyorum. Mektup şu:
“Altın yaldızla yazılması lâzım gelen eser-i âlînizde, Resul-i Mücteba Aleyhi Ekmelü’t-Tahâya Efendimiz Hazretlerine dil uzatan hain-i bîdin olan mülhid hainlerin kuruyası dillerini, inayet-i İlahî ve ruhaniyet-i Peygamberî ve şeriat kılıncı ile kesmeye muvaffak olduğunuz şu eser-i bergüzidenizi Cenab-ı Hak ind-i İlahîsinde ve nezd-i Peygamberîde kabul eylesin. Şefaat-i Nebeviyeye efendimi ve fakiri de nâil eyleyip sancak-ı Muhammedî (asm) tahtında cümlemizi ihvanlarımızla beraber haşreylesin, âmin!” (Barla Lahikası, 39. Mektup)
Başındaki kayıtta belirtildiği üzere mektup Risale-i Nur’un katibi Şamlı Hafız Tevfik’e (Göksu) ait. Muhtevadan anlaşıldığı kadarıyla, Şamlı Hafız Tevfik, Risale-i Nur’un, Resul-i Ekrem’in (asm) risaletini temellendiren parçasının, Resulullah’a dil uzatan kimselerin dillerini kestiğini ifade ediyor. Bunun ilahî inayetin bir cilvesi olduğuna işaret edip eserin Allah nezdinde kabulü, müellifinin ve kendisinin Resulullah’ın şefaatine vesile olmasını diliyor. Derste, bu kısa mektupla ilgili olarak değerli müzakereler paylaşılıyor. Bir müzakereci parçada geçen “şeriat kılıcı” terkibi üzerinde şu tefekkürü dile getiriyor:
“Metinde geçen ‘şeriat kılıcı’ ifadesi çok dikkatimi çekti. Peki bu ifade ile ne kast ediliyor? Şeriat ‘kılıç’ mıdır? Neden ‘şeriat’ kılıç kelimesi ile ifade olunuyor? Bu ifade, ‘Müslümanlar zaten hep savaşçı, kılıççı’ ithamı ile örtüşmüyor mu? Ulaştığım sonuç şu: Şeriatın kılıcı çok ince keser. Yani hak ile batılın arasını çok ince bir şekilde ayırır. Daha somut ifade etmek gerekirse, şeriat ‘hak’kın yüzde yüz hak, ‘batıl’ın yüzde yüz batıl olduğunu bilerek karar veren Allah’ın hükmünü gösterir. Bu bakımdan İslam geleneğinde hep ‘şeriat kılıcı’ tabiri kullanılagelmiştir. Yoksa bu ifadede geçen ‘kılıç’; vuran, kesen, koparan anlamında değildir. Genel olarak bilinmesinde çok fayda var. Gerçekten insanlığın çoğunluğunu etkileyen bir itham var karşıda: ‘Müslümanların Allah’ı savaşçı, hep korkutan bir Allah, insanları cehennemle tehdit eden bir Allah, Peygamber de savaşçı bir peygamber’ diye. Peki gerçekten Allah bizi korkutmuyor mu? Daha doğrusu ‘korku’ ifade eden ayetler yok mu? Elbette var. Ama bizim insan olarak muhtaç olduğumuz bir ‘korku’ yahut ‘korkutma’ var. Mesela Kur’an bizi cehennemle korkutuyor. Ateşle korkutuyor. Nasıl? Diyor ki, ‘Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının; o inkarcılar için hazırlanmıştır’ (Bakara 2/24). Yine diyor ki, ‘Siz kendinize zulmediyorsunuz’ (Yusuf 10/44). Cehennem dediği yer nedir, biliyor musunuz? Onun yakıtı, sen kendin ve uydurduğun sahte ilahlar var ya, işte onlar. Yani ben sana ekstra bir şey yapmıyorum, endişelenme diyor. Kendine dikkat et, çok tehlikeli bir yolda gidiyorsun diye vakıayı, insan yaratılışının gerçekliğine uygun şekilde dile getiriyor.”
“Bu anlamda Kur’an, evet, korkutucu bir dil kullanır. Kimse, ‘Kur’an hep rahmetten bahseder’ demesin. Kur’an cehennemden daha çok bahseder. Çünkü insan yanılarak öğrenen bir yaratıktır. Yanılmalarımız o kadar çoktur ki beş sefer, on sefer hatta daha fazla yanıldıktan sonra düzelme meyli gösteriyoruz. Mesela benim yanılmalarım bana hep, ‘yanlış yolda gidiyorsun, vaktini boş yere geçiriyorsun, gençliğini boş yere geçiriyorsun, ihtiyarlığında uyansan bile çok geç kalmış olacaksın, okuduğunu zor anlayacaksın, öğrendiklerin hafızanda kalmayacak, dikkat et’ diye sürekli ikaz ediyor. Bu ikazlara muhtaç değil miyiz? Bu tarz bir korkutma, bir bakıma bizim kendimizi gözden geçirmemiz için bir iyilik, bir hayır, hatta bir rahmet değil midir?”
Müzakereler hem aynı müzakerecinin hem diğer katılımcıların iştiraki ile “şeriat”ın tanımı, şeriatın insan fıtratına uygunluğu, çünkü insanı yaratan ile şeriatı gönderenin aynı olduğu, dolayısıyla arada bir çelişkinin olmayacağı, müsteşriklerin İslam’a “yanlı” baktığı, Risale-i Nur’un Kur’an’ın usulünü takip ederek insanı fıtrî gerçekliğine uygun olarak eğitip bilinçlendirdiği gibi konular üzerinden devam ediyor.
Benim bu müzakereler içinde en çok dikkatimi çeken “şeriat kılıcı” tamlamasının, İslam’ın “hak ile batılı tam olarak ayırma özelliği” şeklinde açıklanması oldu. Gerçekten nasıl ki maddi anlamda keskin bir kılıç, bir şeyi ikiye ayırdığında, tam bir ayırma gerçekleştirir yani ayırım öyle incedir ki kestiği yerde her hangi bir tarafa ait en küçük bir parça bile kalmaz ise; İslam da hak ile batılı, doğru ile yanlışı, iman ile küfrü tam olarak, -müzakerede dile getirilen ifade ile-, yüzde yüz olarak ayırıyor. Yani cennet ile cehennemin ortasında ayrı bir yer yok. Kur’an’ın ölçülerinde hak ile batıl keskin kılıç ile ayrılır. Biz ise çok gelgitler yaşarız. Bu özelliğimizden dolayıdır ki Kur’an daima bizi keskin bir yol ayırımına davet eder. Bu nedenle Kur’an’ın ifadeleri sanki çok sert ve katı görünür. Mesela cennet tasvirleri, cehennem tasvirleri o kadar kesindir ki, cennet yüzde yüz mutluluk, cehennem yüzde yüz acılar yaşanan yaratılış türleri olarak insanlara sunulur. Nedeni ise çağrılan yerin keskin bir şekilde tasvir edilmesinin gerekliliğidir. Eğer mesela, cehennem Allah’ın rahmetiyle karışık birazcık elem çekilen yer olarak tasvir edilirse insan gerekli tedbiri almada ciddi tavır takınma ihtiyacı hissetmediği için hak ile batılın arasını açacak bir hayat yaşayamaz.
Allah razı olsun…