Ders Notları

‘Tesbih’ Aşamasından Geçmeyen, Gerçek Anlamda ‘Şükredemez’

‘Tesbih’ Aşamasından Geçmeyen, Gerçek Anlamda ‘Şükredemez’ | Ha-Mim

Fizikî alemde bir meyvenin ağaçla, ağacın bahçe ile, bahçenin ova ile, ovanın dünya ile, dünyanın güneş ile, nihayet bütün evrenle ilişkisi olduğu gibi, -Kur’an ile varlık arasındaki zorunlu bağdan hareketle- Kur’anî bir kelimenin uzak ve yakın bütün komşularıyla, Kur’an’ın bütün temel kavramlarıyla, Kur’an’ın bütün ana maksatlarıyla alakası olduğu, alakası olması gerektiği hakikati bir kez daha canlandı zihnimde. Buna yol açan da hafta sonu yapılan müzakereli bir derste gündeme gelen “tesbih-şükür” ilişkisine yönelik müzakere oldu. 

Kayıtlardan dinlediğim (https://www.youtube.com/watch?v=zAW15B7QH58) söz konusu derste, Lemaat’ta yer alan bir metnin içerisinde geçen “…tesbih ile şükreder” ifadesi ile ilgili olarak şöyle bir müzakere ortaya konuluyor: “Burada tesbih ile şükür arasında irtibat kurulması bana çok önemli geldi. Önce hemen ulaştığım sonucu söyleyeyim: Tesbih etmeyen şükredemez! Şöyle ki, moderatörün de söylediği gibi hem tesbih hem de şükür Kur’anî bir kelimedir. Tesbih, ‘kainata bakarak her bir şeyin meydana gelmesini sağlayan Kudretin ilim, irade, hikmet gibi her açıdan mükemmel olduğunu görerek Onun her türlü eksiklik ve yetmezlikten uzak olduğunu anlayıp ifade etmektir’. Şükür ise en genel anlamda ‘Yaratıcıdan memnun olmanın dile getirilmesidir’. Yani kişinin Yaratıcısına, ‘memnun oldum, faydalandım, makbule geçti’ anlamında duygu ve düşüncesini söz, hal ve davranışlarıyla belirtmesidir…”.

Tesbih, ‘kainata bakarak her bir şeyin meydana gelmesini sağlayan Kudretin ilim, irade, hikmet gibi her açıdan mükemmel olduğunu görerek Onun her türlü eksiklik ve yetmezlikten uzak olduğunu anlayıp ifade etmektir’. Şükür ise en genel anlamda ‘Yaratıcıdan memnun olmanın dile getirilmesidir’.

Müzakere bu genel tanımlardan sonra şöyle devam ediyor: “Şükür, esas itibariyle Yaratıcıya karşı bir teşekkür beyanı olmakla birlikte, insanlar arası ilişkilerde de gündeme gelir. Eğer ben bir işi kendim yaptıysam yahut bir ihtiyacımı kendim karşıladıysam başkasına teşekkür etmem. Peki şükür yahut teşekkür ne zaman ortaya çıkar? Eğer bir işim başka birisi tarafından görülürse veya bir ihtiyacım başka birisi tarafından karşılanırsa, şükür o zaman ortaya çıkar; ben ilgili kişiye teşekkür ederim. Bu durum bana açıklıyor ki, ben benim ihtiyaçlarımı karşılayanın gerçekte Yaratıcım olduğunu anlarsam ancak o zaman gerçek anlamda Ona şükrederim. Şöyle açabiliriz: İnsan bir fiili yapmak için ne yapar, teşebbüse geçer. Aslında ‘bu işi ben yapıyorum’ dememe rağmen, yapılan işe dikkat edersek, biz bir işin yapılışında teşebbüste bulunuyoruz; o işin gerçekleşmesi için kainata yerleştirilmiş olan, kainatın Yaratıcısı tarafından konulmuş olan düzene müracaat ediyoruz ve sonuç bizim için yaratılıyor. Tesbih, ‘bu işe ben şöyle bir sonuç çıkması için giriştim, sonucu yaratan ben değilim, sonucu yaratan kainattaki düzeni kurup bana o düzen içinde bu fiili meydana getirendir; ben yaratamam; O Yaratan ise yaratmasından belli ki sonsuz kudret ve ilim sahibi olan ve her çeşit noksanlıktan uzak olandır’ diye düşünmemdir. İşte bu tesbih aşamasını gerçekleştirmeyen Rabbine şükredemez…”.

Konu bir örnek üzerinden şöyle detaylandırılıyor: “Mesela bir bahçıvan düşünelim. Bahçedeki bütün sebzeleri ve meyveleri ‘ben yetiştirdim’ diyor. Bu bahçıvan Yaratıcıya şükredebilir mi? Elbette ‘hayır’. Ama öyle demiyor da, ‘Ben, mesela, yaratılmış olan suyun bahçeye girmesi için ark açtım; arkın savaklarını açık bıraktım; arktan gelen su ile sebzeler ve meyveler mucizevi şekilde benim için yaratıldı; bunların yaratılmasında zorluk da olmadı, karışıklık da olmadı, demek O Yaratıcı her türlü eksiklikten uzak bir Zât’tır’ der ve böylece tesbih ederse, böyle bir Yaratıcıya karşı şükreder. O halde eğer ben, sebze ve meyve toplarken bu tesbihi yapabilirsem şükrederim. Eğer tesbih yapamamışsam yani Yaratıcının mükemmelliğini görüp Onun her türlü yetmezlikten uzak olduğunu derk etmemişsem, sonuçta da ‘bunları ben yaptım, ben yetiştirdim’ derim. Yaratıcıya teşekkür etmekten kendimi uzak bulurum. Teşekkür edemem ki, kendime teşekkür ederim etsem bile, ‘bayağı kabiliyetliyim’ derim…”.

O halde eğer ben, sebze ve meyve toplarken bu tesbihi yapabilirsem şükrederim. Eğer tesbih yapamamışsam yani Yaratıcının mükemmelliğini görüp Onun her türlü yetmezlikten uzak olduğunu derk etmemişsem, sonuçta da ‘bunları ben yaptım, ben yetiştirdim’ derim. Yaratıcıya teşekkür etmekten kendimi uzak bulurum. Teşekkür edemem ki, kendime teşekkür ederim etsem bile, ‘bayağı kabiliyetliyim’ derim…”.

Müzakerenin sonunda söz ‘gurur-tesbih-şükür’ ilişkisine getirilerek şöyle deniliyor: “Tesbih yapmayan kişi gurur sahibi olur. Bunun tersi de doğrudur: Gururlu olmayı tercih etmiş bir insan tesbih yapamaz. Tesbih yapmayan bir insan da teşekkür edemez”.

Bu kısa fakat anlamlı tefekkür, ifade etmem gerekir ki benim dünyamda şükür kavramına anlamlı bir derinlik kattı. Müzakerede dile getirilmemiş olmakla beraber, kavramların birbiriyle zorunlu ilişkilerinden hareketle şükrün hamd ile, iman ile, dua ile, iktisad ile, sünnet ile, ahlak ile… ilişkisine dair zengin ve bereketli çağrışımlara ulaştım.

Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın