Genetik Kalıtım Materyali DNA:
Yapısında sitozin, adenin, guanin ve timin diye adlandırılan dört baz ve bu bazlara bağlı bir şeker grubu bulunan DNA çift sarmal yapıdadır, yani iki hat yan yanadır (tipik bir merdiven gibi). Adenin ile timin birbirine bağlanır, guanin ile de sitozin (merdivenin basamakları gibi). Bütün canlı diye bilgimiz organizmalarda bu bileşenler bulunur.
Kesin olan bir nokta var ki DNA kendi kendine çoğalamaz. DNA polimeraz denen ve onun kopyasını yapan (ve kendisi de DNA’dan sentezlenen !!) bir protein kompleksine ihtiyaç duyar. Tabii, DNA kopyalanırken, bir taraftan da o hücrenin “kimlik” bilgileri bir şekilde korunmalıdır. DNA’nın kopyasını yaparken hangi hattın ana kalıp, hangi hattın kopya olduğunu anlamak için sitozin bazında bir (metil grubu denen) bir küpe takılıdır. Bu küpe yeni kopyalanmış DNA’da bulunmaz. Böylece yeni kopyası yapılan DNA’nın önce yanlış olup olmadığı da özel olarak görevli “tamir” proteinleri tarafından kontrol edilir, gerekli görülen kısımlar tamir edilir, sonra onlara da bu “kimlik” kodları takılır. Özetlersek DNA’nın yeni kopyası, hatalı kısımların tamiri ve hafıza ayarlarının yapılması için yüzden fazla protein iş görür. Dikkat edelim, bütün bunlar hücrenin hafızasını, yani önceden öğrendiklerini korumak için yapılır!! Ayrıca bütün bu işi yapan proteinler DNA’dan kopyalanır!! Kim kime bağımlı oldu, hangisi daha önce var oldu da kendine has olan var olma olayını başkasına bağımlı hale getirdi?
DNA’nın kopyalanmasından sonraki basamak da DNA’nın paketlenmesidir. Hücre içinde bulunan DNA aslında çok büyüktür (bir insan DNA’sı yaklaşık 2 metre kadar uzunlukta). Ne var ki bütün bu DNA’lar gözle göremeyeceğimiz küçüklükte (yaklaşık 10 mikro metre, 1 metrenin yüz binde biri kadar uzunlukta) bir çekirdekte paketlenerek sığdırılır. Bu paketleme hücre tipine ve organa göre farklılık gösterir, ki ona göre o hücre veya organa gerekli olan genlerden RNA ve protein sentezi yapılır. Hücre için özel olan genlerin sentezlenip diğerlerinin yanlışlıkla sentezlenmemesi için ilk olarak DNA’daki sitozine küpe takılır, sonra bu DNA proteinlerle özel paketlenir ve en sonunda o paketleyen proteinler de ayrı birer küpeler takarak özel bir koruma sağlarlar. Özetlersek, bir hücrenin “kimliği”, veya “hafızası” en az üç seviyede korunma altına alınır. Bu işlemlerin hepsi kasıt ve çok kapsamlı bilgi gerektiren işlemler, nasıl iradesiz, şuursuz, ‘rastgele’ değişen çevre şartları ve hücre için oluveren ‘rastlantılar’ sorumlu olabilir? “Evrimde bir amaç yoktur, rastgele değişimler, birikerek bu hale geldi, çevresel faktörler (evrimsel güçler) ile bu hale gelmiştir” diyebilen kişinin bu “hafızayı” koruma mekanizmalarını “rastgele olaylar” ile açıklamasını beklerim. Ve daha önemlisi, bu hücresel bileşenlerden hangisi, DNA mı, proteinler mi, yoksa onlara takılan küçük hafıza küpeleri mi bilerek bir şeyleri ayarlıyorlar. Tamamen birbirinin varlığına muhtaç olan hangi madde olabilecek muhtemel olaylara göre diğerlerini etkileyebilir? Ortadaki deliller ve mantığa aykırı olan bu teorinin bir de kendi içinde çelişkisi var: Eğer evrimin iddia ettiğine göre bir hücre gelişen çevre şartlarına göre ne olur ne olmaz değişmek zorunda kalabiliyorsa bu kadar kimlik veya hafıza bilgilerini korumak için yüzlerce protein, ve yüzlerce reaksiyon, ve o kadar da enerjiyi sarf etmesi çelişki değil mi?
DNA’ya özel bir diğer ilginç bilgi de kök hücre ile ilişkilidir. Kök hücrelerdeki DNA’da bulunan sitozinler her türe özel bir programlamaya sahiptir. Bir insanın kök hücresinin DNA’sında olan bu özel sitozin programlanması, bir farenin kök hücresiyle ayni değildir. Hatta insan kök hücresi birçok kendine has özellik gösterir. Evrimsel olarak basamak basamak ilerliyorsak, ve her aşamada bir sonrası için temel hazırlıyorsak, nasıl oluyor da bir insanın kök hücre programlanması bir fareden bu kadar farklılık gösterebiliyor? Bir insanın bu kadar özel olmasına gerek yok ki. İnsan o kadar özel ise, neden insan DNA’sında hayatını sınırlayıcı özellikler var? Ben bu kadar zahmet çekip evrim geçirsem neden ölmek isteyeyim ki? “Evrimsel sınırlar var”, veya “evrimsel mecburiyetler” diye uyduruk/saçma laflarla (saçma açıklamalarla) bu durum çözülemez. Ben neden bir ağacın, veya kaplumbağanın yüzyıllar boyunca yaşayabilmek için bulduğu çözümü kendimde kullanamıyorum? Teorik olarak insan bitkilerden veya kaplumbağadan milyonlarca yıl sonra evrimleştiğine göre, neden bir ağacın veya kaplumbağanın bulduğu uzun yaşam sırlarını kendimde kullanmadım da daha kompleks, çok daha ileri safhada yaşayan ama doğar doğmaz ölme programı başlayan bir organizma oldum? Evrim belli bir amacı gütmüyor diyorsak bu kadar anlattığımız özel yapılar, ve programlar nasıl açıklanacak?…
Her bir proteinin kodlama bölgesi DNA’da bir gen olarak adlandırılır. Bir gen içinde de protein için gerekli kalıp bölgeleri olan exon’lar ve onları birbirinden ayıran intronlar bulunur. Bir örnek verelim. Yüz tane amino asitten oluşan bir “ABCD” protein için 300 baz içeren bir RNA yani DNA barkodu gerekir. Ancak, “ABCD” geni 10000 baz içerir. Bunun nedeni eksonlar arasındaki intronlardır. Aslında proteinin yapısına girmeyen bu parçalar ne işe yarar? Bir proteinin yapısına girmeyen bir madde için neden bu kadar vakit, enerji ve hammadde kullanılıyor? Uzun bir sure modern bilim bu kısımlara gereksiz veya çöp olarak baktı. Hatta evrimsel süreçte DNA’da birikmiş fazlalıklar olduğu iddia edildi. Fakat son yıllarda bu intron denen kısımların aslında çok önemli düzenleyici görevleri olduğu bulunmaya başladı, ve hatta sırf bu alanlarda çalışılan yeni araştırma alanları son zamanlarda moleküler biyolojide en popüler konulardan biridir. “Bilim mutlaka bunu da açıklayacak bir gün” diye sürekli bize satılan bir anlayış var. Halbuki araştırmalar ilerledikçe “rastlantı”nın ve “tabiat”ın (kendi kendiliğine oluşmanın) kesinlikle açıklama olamayacağı yeniden tasdik ediliyor. Bu yüzden bir biyolog olarak ben, daha önce sebebi bilinmeyen her bir olayda “Bilim bu olayın rastgele olamayacağını, boşu boşuna olamayacağını mutlaka itiraf edip açıklayacak” diyorum. Şartlanmamış ve kariyer sevdası olmayan bir bilim adamı olarak bakınca, varlık aleminde abes veya boşa yapılmış bir iş olmayacağı bilinciyle yıllardır bu olayları gözlemliyor, ve her yeni bulguda Alim ve Hakim bir Yaratıcının varlığının daha bir teyit edildiğini görüyor, Elhamdülillah diyorum. DNA’nın aslında çöplük gibi evrimleştikçe birçok şeyi biriktirdiği masalı -ki başından beri çürük bir iddia idi- ama artık çok net olarak geçerliliğini yitiriyor, yeter ki biraz hür/uyanık/sorgulayan gözle bakabilelim. Bunun gibi her konuda bir yaratıcıya gerek olmadan ve rastgelelik üzerinden olayları anlatmaya çalışan her alanda siz sorguladıkça ve araştırdıkça zaten bariz olan gerçekler daha da net ortaya çıkacak.
Hayat demişken ölümden de bahsetmemek olmaz. DNA’nın öyle bir mekanizması var ki, bir hücre bölündükçe yaşlanıyor. Belli bir sayıda hücre bölünmesinden sonra o hücre ölür. Bir başka deyişle, bir insan doğumundan itibaren yaşlanmaya başlar. Bir taraftan büyüyoruz, diğer taraftan bütün hücrelerimizde bir zaman ayarı bizi yaşlandırıyor. Üstelik bu bizim DNA’mızda kodlanmış. Bu zaman ayarlı ölüm mekanizması, insan kromozomlarının en uç kısımları olan telomer diye adlandırılan bölgelerdir. Bu telomerler her hücre bölünmesi ile biraz kısalır. Aslında DNA da “telomeraz” denen ve bu kısalan telomerleri tekrar uzatan bir protein de vardır. Ancak yaş ilerledikçe bu protein aktivitesini kaybeder. Yaşlılığı önlemek için bu protein tekrar aktifleştirmeye çalışıldığında kansere neden olur, yine belki daha erken ölüme yol açar. Bir anlamda sanki DNA kendi kendine bir yaşam sınırı koymuş. DNA bir taraftan çoğalmak için proteinlere muhtaç, bir taraftan da buna da bir zaman ayarı konulmuş. Nasıl böyle bir ayarlama olabilir tesadüfen? Mümkün değil. Evrimsel süreçte sürekli biraz daha ileri gitmek için milyarlarca yıl uğraşıp, bir de tutup hayati sınırlayacak bir mekanizma koymak çok saçma. Hangi evrimsel mekanizma ölümü açıklayabilir? Evrimsel her olay bir mücadele, yaşam savaşı gibi yansıtılıyorken, niye böyle programlı ölüm var o zaman? Teori hem temelsiz, hem tüm bulgulara aykırı, hem de iç tutarsızlığının haddi hesabi yok.