“Sû-i zan hem size, hem onlara zarar verir.”* (Münâzarat)
• Tepeden halka İslam’ı dikte etmek, halkı İslam’dan soğutuyor. Bu şekilde devlet ve yönetim gücü ile İslamiyet’i insanlara tepeden empoze etmek İslamiyet’e aykırıdır.
• İslamiyet tepeden empoze edildiğinde yeni nesiller dinden soğur, dine laubali olur.
• Halkın iman seviyesinin layık olduğu (bunu da harici faktörlerle yanıltılmamak şartıyla, halkın çoğunluğunun görüşü belirler.) bir yönetime imkân verecek bir politik tavrı desteklemek; İslamîdir, doğrudur. Bu tavrı takip edenleri -din/iman durumlarına bakmadan- desteklemek doğrudur. Meşrutiyet, ‘halkın yönetimidir’.
• İslamiyet’in tepeden halka empoze edilmesi İslamiyet’in zararınadır ve halkın İslamiyet’i kabulünün aleyhinedir. Böyle tavra girmeyenler desteklenmelidir.
• Yaratıcının adaletine aykırı tercih yapmak zulümdür. Örneğin İslamî yönetime layık olmayan halka zorla İslamî yönetimi dayatmak zulümdür. Yaratıcının adaletine aykırıdır.
• İstibdat (baskı rejimi) yolu insanın gerçeğini değiştiremez. Bir kişi istibdat ile hakka sevk edilemez.
• İslamiyet’e göre, din eğitimi almak istemeyene din eğitimi vermeye kalkmak yanlıştır. İslamiyet’e göre yönetilmek istemeyeni İslamiyet’e göre yönetmeye kalkmak İslamiyet’e aykırıdır.
• İçki içmek isteyene içki içmek özgürlüğü tanımak İslamiyet’e uygundur. İçki içmek özgürlüğünü baskıyla yasaklamak İslamiyet’e aykırıdır. Namaz kılmak istemeyenin namaz kılmama hakkını tanımak İslamîdir. Müminlerin yönetiminin hâkim olduğu bir toplumda, içkiyi toplum içinde içmek veya topluma sarhoş olarak katılmak, toplumun hukukuna tecavüzdür. Bu durumda, içki içmekten değil, toplumun hukukuna tecavüzden bahsedilir ve adalet mekanizması toplumun hukukunu koruyacak şekilde uygulanır. İçki içmenin cezasını içkiyi yasaklayan Allah verir. Yönetim ise toplumun hukukunu muhafaza eder. Zaten Fıkhın/Şeriatın öngördüğü had cezalarındaki temel espri; 1- Din ayrımı yapmaz, 2- Kişilerin inanışlarıyla ilgili değildir, 3- Toplumun hukukunu korumak içindir.
• Tepeden inmeci bir tavırla, din adına yönetime talip olduğumuz için İslamiyet’in ulviyetini ve kudsiyetini kaybettik.
• Hamiyetli insanlar halkı eğitmek yerine yönetime geçince İslamiyet müstebit bir din haline dönüşüyor.
• ‘Duygu sömürüsü’ en hain istibdat yöntemidir. Şefkat duygusunu, dini, parayı, maddi ve manevi imkânları kullanarak duygu sömürüsü ile yapılan istibdat en sinsi ve hain istibdat yöntemidir. Duygu sömürüsü ile istibdat, insanların zayıf damarlarını istismar ederek, onları psikolojik baskı altına almaktır.
• Namaz kılmak istemeyen çocuğumuza, “tamam yavrum kılmak istemiyorsan kılmayabilirsin. Çünkü benim dinim bunu emrediyor. İnsanları hür bırakacaksın diyor” demeliyiz.
• Kendimiz hakkaniyetine ikna olduğumuz kadar çocuğumuza arkadaşlık ederek ona ikna olduklarımızın tebliğini yapacağız ve sonra tasdik edip etmemekte serbestsin diyeceğiz.
• Adetullaha göre, hidayete giden yolu tercih eden kimseye hidayet verilir ve dalalete giden yolu tercih edene de dalalet verilir. Dalaleti tercih eden kimseye dalaleti vermek adalettir. Adetullaha göre, dalalete giden yolu tercih eden kişiyi iradesinden başka hiç kimse dalaletten alıkoyamaz. Bu, adetullahın gereğidir. Diğer kişilerin ona yapabileceği, hidayetin yolunun delillerinin o kişiye tebliğ edilmesidir.
• Hidayete gidecek tercihi yapmayanın kaderi dalalette kalmaktır. Bu Allah’ın adaletidir.
• Vahyin rehberliğinin dışında herhangi bir yolu takip ile varoluşu/olayları izah etmeye “felsefe” denir. Sebeplere tesir vermek suretiyle yapılan her türlü olay tahlili ve var oluşu izah tarzı felsefedir.
• Risale-i Nur’un temel özelliği, sebeplere uyarken sebeplerin tesiri olmadığının eğitimini yapmasıdır. İman ile yaşamak da budur. Kur’an ile yapılan İlahî rehberlik de imanın yaşanabilir hale gelmesi eğitimini vermek için gönderilmiştir. Maalesef sebeplerin etkin olduğunu zanneden bir hayat tarzı yaşıyoruz. Mesele, kâinatın bir yaratıcısı olduğunu kabul etmek değildir. Bunu herkes yapıyor. Esas olan imanın hakkaniyetine göre bir dünya hayatı yaşamaktır. Örneğin, “sıhhat yemekten değildir. Yemeği yedim, yemeğin yaratıcısı yemek vesilesi ile beni sıhhatli yaratıyor.”
• Meşrutiyeti/hürriyeti savunanlara “dinsizsiniz” denildiğinde, onlar da meşrutiyeti/hürriyeti İslamiyet’ten hariçmiş gibi zannedip İslamiyet’e muannidane karşı olan bir tavra girerler. Çünkü onlar da kendisini dindar zanneden ‘diğerleri gibi’ İslamiyet’i “taklîdi” bir şekilde kabul etmişler. Onlara, “dinsizsiniz” denildiğinde kendilerinden şüphe edip kolay bir şekilde dini terk edebileceklerdir. Hatta kendilerinin temel amacı olan hürriyeti, İslam’ın reddettiğini zannederek İslam’a karşı olmaya başlayacaklardır.
• Taklidî din anlayışı ve Siyasal İslamcılık, derin ve ince analiz edemeyen bazı hürriyetçilerin dinden uzaklaşmasına sebep oluyor. Çünkü o hürriyetçiler diyorlar ki: “Hürriyeti savunduğumda dindarlar (bu taklîdi dinciler) bana ‘dinsiz’ diyor. O dincilerin yolu olan istibdadı zaten savunamam, vicdanıma ters. Demek ki bu dincilerin doğruluğunu iddia ettiği dinde bir sakatlık vardır. En iyisi ben hürriyetçiliği bırakacağıma, bu dincileri terk edeyim ve onlara ve onların dinine karşı olayım” diyor.
• Taklîdi din anlayışı ile yönetimi ele geçirmek amacıyla İslamiyet’e hizmet etmek isteyen insanlar, düşünen insanların, yeni neslin, İslamiyet’e karşı fikir üretmelerine, belli dinsizlik akımlarını destekleme çalışmalarına vesile oldukları için dinsizlerden daha çok mesul durumdadırlar.
• İstibdada (baskı rejimine) başvurulduğunda bîçareler (tam analitik düşünemeyenler) dalalete/dinsizliğe sevk ediliyor demektir.
• Yanlış dini ret eden, yanlış dini ret etmekte haklıdır. Toplumda yanlış temsil edilen ve taklide dayalı dini ret edenlere “siz haklısınız bu dini ret etmekte” demedikçe, yeni nesilleri kazanamayız. Onlar, yanlış temsil edilen ve politikaya alet edilen bir dinin kurbanlarıdırlar. Onlara, “yanlış temsil edilen din ile gerçek din arasında taban tabana zıtlık bulunduğunu bilmiyorsunuz” demeliyiz. Onlara, “müesseseleşmiş ve taklide dayalı dini bırakalım. Bu eşyanın bir yaratıcısı olması gerekir. Gelin bunun üzerine düşünelim. Gelin birlikte Yaratıcıya imanın gerçekliğini araştıralım” demeliyiz.
• İslamiyet’in Sahabe döneminden beri ana sorunlarının temelinde bu konu var. (Yani, halkın kendi iman düzeyine göre ve tercihlerine göre yönetilmesini kabul edip etmemek meselesi var.) Sıffin’de de, Cemel Vakası’nda da bu mesele temel sorundur.
• Kur’an’ın ana mesajına aykırı hadis nakillerini bir kenara bırakmak zorundayız. Zamanla yönetim yapısı değiştiği için toplum da değişti ve insanların kültürden getirdikleri bilgileri din adına satmalarının sonucunda birçok hadis uyduruldu.
• Tarih bize yalan söylüyor. Tarih, toplumun geçirdiği aşamaların yansımasıdır, topluma hâkim olan yöneticilerin politikalarını yansıtır. Hakikatin yansıması değildir.
• Yönetimi ele geçirmekten önce tebliğ vazifeni yap. Yoksa bazı bîçarelerin dalaletine sebep olmak var.
Not. Yukarıdaki prensipler 06.08.2017 tarihinde Ali Mermer tarafından yapılan “Münazarat” dersinde Alaetin Taşkın tarafından alınan notlardan oluşmaktadır. İfadeler, ders esnasında kullanılmış olup yer yer aynı, yer yer de yaklaşık olarak aynı manaya gelecek kelimeler yazılmıştır. Parantez içi ifadeler, manayı tamamlamak için Alaetin Taşkın tarafından eklenmiştir. Yazı son olarak Ha-Mim tarafından düzenlenerek yayınlanmıştır. Yapılan dersin kayıtlarına bu linkten ulaşabilirsiniz.