Ders Notları

“Yaratanı Sev, Yaratılanlardan Ötürü”

“Yaratanı Sev, Yaratılanlardan Ötürü” | Ha-Mim

Ha-mim’in, benim mazeretim dolayısıyla katılamadığım ancak kayıtlardan takip ettiğim 04. 12. 2022 tarihli online Risale dersinde, Peygamber mucizelerinin ele alındığı On Dokuzuncu Mektup’un okunmasına ve müzakeresine devam ediliyor. Resul-i Ekrem’in (asm) duasıyla ortaya çıkan dokuz kategorideki harikalardan (On Dördüncü İşaret) biri olan, “onun (asm) bazı kişilerin başını ve yüzünü mübarek eliyle mesh edip dua ettikten sonra zahir olan” olağan üstülüklere dair örneklerin sıralandığı (Dokuzuncu Misal) kategorideki altı misal okunuyor ve gayet bereketli tefekkürler paylaşılıyor. Ben tefekkürlerin tamamını ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=-Xo_cJkpw6g) aşağıdaki örnekle ilgili olanlara değinmekle yetinmek istiyorum:

“Abdurrahman ibn Zeyd ibnü’l-Hattâb hem küçük hem çirkindi. Resul-i Ekrem (asm) eliyle başını mesh edip dua etmiş. O duanın bereketiyle kâmetçe en bâlâ, kâmet ve suretçe en güzel bir surete girmiş” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 147).

Görüldüğü üzere rivayette küçük ve görünüşü itibariyle çirkin bir kişiye Resul’ün eliyle başına dokunup dua ettiği, o duadan sonra da onun zaman içinde hem yapı hem de fizikî görünüm bakımından “güzel” bir surete girdiği ifade olunuyor. Kaynaklarda Resulullah’ın vefatında altı yaşlarında olan Abdurrahman’ın, doğduktan sonra hurma liflerine sarılarak dedesi Ebu Lübabe tarafından Hz. Peygamber’in yanına getirildiği, bedenî yapısının emsallerine göre küçük ve görünümünün çirkin olduğu, Resulullah’ın (asm) başını okşayarak dua ettiği, büyüdüğünde uzun boylu ve yakışıklı bir genç olduğu, hatta Emeviler devrinde Mekke valiliği yaptığı belirtiliyor. Derste bu nakil vesilesiyle güzellik ve çirkinliğin tanımı, toplumsal kabul ve anlayışlar, bu rivayetin bugünün insanına verdiği mesajlar etrafında önemli katkılar ve değerlendirmeler yapılıyor.

Moderatör bu rivayetin mesajına ilişkin -kısaca- şu değerlendirmeyi paylaşıyor: “Bedenî bakımdan sorunlu olan bir kimsenin sorunu Resul’ün elini sürmesi ve dua etmesiyle gideriliyor ve güzelliğe ulaşıyorsa, demek ki ben de en azından ahlakî sorunlarım varsa bunların giderilmesi için risaletle gelen mesaja başvuracağım. Zaman zaman -diyelim ki- kıskançlık gibi sîretimizi çirkinleştiren birtakım hallerimiz olabiliyorsa, bu hallerin düzelmesi, dolaysısıyla hem sureten hem sîreten, başka bir ifadeyle hem fiziken hem ahlaken güzelliğe ulaşabilmek için Resulullah’ın mesajlarının hayatımıza dokunması, Peygamber’in duasıyla dualanması gerekiyor.”

Ardından söz alan bir müzakereci -özetle- şunları dile getiriyor: İçinde yaşadığımız toplumda ‘güzellik’ adına benimsenen değerler var, normlar var. Mesela ‘bedenî görünüm olarak ince olmak lazım, kilolu olmamak lazım’ deniyor; özellikle hanımlar için ‘tığ gibi yahut kırılacak gibi ince olması lazım’ vs. deniyor. Ama insanlar obez olabiliyor. Bir kısmı yanlış beslenme sebebiyle olsa bile bir kısmı doğuştan kilolu olabiliyor. Ama şimdi -en azından bazı yerlerde- çirkinliğin ya da kilolu olmanın problem edinilmemesi gerektiği konusunda güzel yaklaşımlar ortaya konuluyor. Mesela ‘Herkes kendi vücuduyla barışık olmalıdır, herkesin vücut yapısını olduğu gibi kabul etmek gerekir’ şeklinde anlayışlar geliştiriliyor. Düşündüğümde bu bana anlamlı bir ilerleme olarak görünüyor. Bir tarafta toplumda genel kabul görmüş güzellik kriterleri var, bir tarafta bu kriterlere uygun olmayan görünümler için bunlarla barışık olunması gerektiğini ifade eden yaklaşımlar var. Söz konusu rivayet fiziken küçük ve görünümü çirkin olan birisinin Resul’ün mesh etmesi ve duada bulunmasıyla güzelleştiğini beyan ediyor. Diyelim ki ben kendimi çirkin görüyorsam Peygamber’in duasını alamayacağıma göre ne yapacağım? ‘Bu benim gerçekliğim’ deyip kabul mü edeceğim, yoksa başka bir çıkış mı arayacağım?”

Bu soruya karşılık söz alan bir müzakereci latife yapıp tebessüm ederek -bazı ilave ve tasarruflarla- şunları söylüyor: “Benim bu soruya cevabım şu: Kendisini güzel hissetmeyenler plastik cerrahiye gitsinler, kilosu ile sorunlu olanlar zayıflama merkezlerine başvursunlar! Ne var ki bunların çok pahalı olduğu da bir gerçek! Şaka bir tarafa, söz konusu nakli göz önünde bulundurarak varlıklara baktığımızda her şey şeyin olağan üstü güzelliğe sahip olduğunu gözlemliyoruz. Vücut organlarımız birbiriyle uyumlu, çift olan azalarımız birbiriyle simetrik. Yüzümüz diğer canlıların yüzleriyle karşılaştırıldığında tartışmasız çok güzel. Etrafımızdaki bahçe çok güzel, bahçedeki ağaçlar çok güzel, kuşlar çok güzel, kanaryanın rengarenk kanatları çok güzel… Dağlar çok güzel, ormanlar çok güzel, denizler çok güzel. Denizlerdeki balıklar çok güzel. Hamsinin pulcukları çok güzel… Yer yüzü çok güzel, gök yüzü çok güzel. Ay çok güzel, güneş çok güzel, yıldızlar çok güzel… Evrende gördüğümüz ve inkarı mümkün olmayan bu güzellikler, düşündüğümüzde bir kaynağa işaret etmiyor mu? Çiçekteki güzellik toprağın eseri mi? Kanaryanın kanatlarındaki estetiğin kaynağı anne kuş mu? Gökyüzünün zineti kendinden mi? Ha-mim derslerinde sıklıkla temellendirildiği üzere, evrende gördüğümüz özelliklerin kaynağı varlıkların kendileri olamaz, onlarda güzellik verme özelliğinin bulunmadığı besbelli, kimse de gösteremez; birisi tamamen duygular ile ilgili, diğeri ise tamamen madde cinsinden varlıklar. Sorguladığımızda bu sonuca kolaylıkla ulaşıyoruz. Belli ki bu özellikler -yaratılmışlar cinsinden olmayan- mutlak bir Kaynağın eseri. Gördüğümüz her şey ya da her şeyde var olan her özellik o Kaynağı, o Varlık Kaynağını gösteriyor. İstisnasız her şeyi güzel ve güzellikli kılan Varlık Kaynağı özel bir nitelikte var ettiği insana mesaj gönderiyor, Kendisini varlıkların diliyle tanıtmaktan başka ‘kelâmı’ ile tanıtıyor. İnsanlardan seçtiği Resulleri (elçileri) bu mesajı ulaştırmak ve yaşayarak insanlara örneklik yapmak üzere görevlendiriyor. Bu Resul vasıtasıyla, daha doğrusu Resul’ün getirdiği mesaj vasıtasıyla güzelliklerin anlamı ve kaynağı ortaya çıkıyor. Mesela Resul şu mesajı getiriyor: ‘Ahsene külle şey’in halakah: O Yarattığı her şeyi güzel yaptı’ (Secde 32/7)”.

O mutlak Kaynağın her şeyi ‘güzel yarattığı’ mesajı Resul aracılığıyla bize geliyor. Dilimize yerleşmiş olan ‘Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü’ söylemi bu noktada doğru ve geçerli. Bu ifadeyi kainatın şahitliğine dayandıracak olursak, yaratılan her şeydeki güzellik özelliğini gör ve onlardaki bu güzelliğin kaynağı olanı tanı, Onu da yarattığı her şeyi güzel yaratmasıyla sev! Yani müşahedelerimize dayanarak bu ifadenin varoluş noktasında şu şekilde kullanılması gerekir: ‘Yaratanı sev, yaratılanlardan ötürü.’

Şöyle devam ediyor aynı müzakereci: “O mutlak Kaynağın her şeyi ‘güzel’ yarattığı mesajı Resul aracılığıyla bize geliyor. Dilimize yerleşmiş olan ‘Yaratılanı hoş gör, Yaratandan ötürü’ söylemi bu noktada doğru ve geçerli. Bu ifadeyi kainatın şahitliğine dayandıracak olursak, yaratılan her şeydeki güzellik özelliğini gör ve onlardaki bu güzelliğin kaynağı olanı tanı, Onu da yarattığı her şeyi güzel yaratmasıyla sev! Yani müşahedelerimize dayanarak bu ifadenin varoluş noktasında şu şekilde kullanılması gerekir: ‘Yaratanı sev, yaratılanlardan ötürü.’ Ama bu söz topluma pratik yönüyle girmiş, varlık açıklaması yönüyle değil. Böyle bir yol gözüküyor bizim için. Yani çaresizlik yok. Biz yaratılanları yaratılış hikmeti açısından değerlendirmeliyiz. Toplumun geliştirdiği tanımlardan dolayı yaratılış maksadını düşünmediğimiz için bize çirkin görünenlerin bizim varlık maksadımıza ulaşmamız için hizmet ettiklerini anlamalıyız. Bize verilen güzeli sevme, çirkini sevmeme duygumuzu uygulamaya koyarken, çirkin diye gördüğümüz halleri eleştirel bir tavırla değil, çirkini sevmeme duygusunu Veren yaratıcımızın adına ‘Sen bana bunu sevdirmedin, bunu sevme dedin, ben de bu duygumu Sana itaat etmek üzere kullanıyorum ve çirkini sevmiyorum’ bilinciyle sevmemek ve gereğini yapmak görevimizdir.”

“Ayrıca, varlıklara ya da yaratılanlara Resul’ün getirdiği açıdan bakıldığında güzellik ve çirkinlik tanımımız da değişiyor. Çiçek güzel olduğu gibi dikenin de güzel olduğunu anlıyoruz. Elimize batmasını sevmediğimiz halde, onların yaratılışlarındaki hikmeti anladığımızda ‘ne güzel görev yapıyorlar’ diyebiliyoruz. Hücreler ya da hücrenin içindeki parçalar güzel olduğu gibi virüsün de yaratılışındaki harikalığı ile Yaratıcısının mükemmelliğini bize tanıttığı için güzel bir görev yaptığını takdir edip sevmeliyiz. Aynı nedenle mikrobun da güzel olduğu anlaşılıyor. Vişne güzel olduğu gibi sonuçları itibariyle onun çürümesinin de güzel olduğu anlaşılıyor. Fakat bu demek değildir ki, dikeni elimize batıracağız, virüsün ve mikrobun bedenimize ulaşmasına müsaade edeceğiz. Onları bize sevdirtmeyen Yaratıcımızın emrine uyup onlardan kaçınacağız, gerekirse onları etkisiz hale getirmenin yollarını arayacağız. Dikkat etmeliyiz ki bu teşebbüsleri yaparken şimdiki bazı bilimsel araştırmalar yapanların iddia ettikleri gibi ‘doğanın yanlışlarını düzeltiyoruz’ vs. deyip ‘doğa’ diye uydurdukları, bilinçsiz, neyi kast ettiklerini hiçbir surette açıklayamadıkları bir kurgusal kavrama dayandırmamalıyız. Varlıkların yaptığı tanıklığa dayanan ve Resullerin getirdiği mesaja uyarak bu görevi yapmalıyız.”

“Tekrar müzakerede gündeme getirilen soruya dönersem, Yaratıcının yaratmasının güzelliğini göremeyenler ‘eh, ne yapalım, beni de yahut bizi de böyle kabul edin’ demeye getiriyorlar. Bu da esasen, insanlık tarihi boyunca önümüze konulduğu görülen iki yoldan birisi. Ya Yaratıcıyı kabul edip her şeyi Onun güzel yarattığını görmek ya da bunu görmezden gelip başka hiçbir gerçeğe dayanmayan çözüm arama çabalarına girmek. Resul’ün getirdiği mesajda insana verilen bazı imkanlar sayıldıktan sonra “ve hedeynâhü’n-necdeyn” (Beled 90/10) ayeti ile insanın önüne iki yol konulduğu ifade olunuyor. Burada önemli olan gözlemlerimizle ulaştığımız, insaniyetimizin onayladığı yoldan gidebilmek. Resul’ün mesajını hayatımıza dokundurduğumuzda ne yaratılmışsa güzel olduğunu fark ediyor, -deyim yerindeyse- mesaj her şeyi güzelleştiriyor.”

Dersin devam eden bölümlerinde söz konusu rivayetin nasıl anlaşılması gerektiği ve günümüze ne gibi mesajlar verdiği konusunda başka kıymetli tefekkürler de paylaşılıyor. Ancak kayıtta benim özellikle işaret etmek istediğim bir husus var: Peygamber’in meshi ve duası ile ortaya çıkan harikalıkların Resul’ün getirdiği mesaj çerçevesinde değerlendirilerek hem bu rivayetleri kabulümüzü kolaylaştıran hem bunların bugüne bakan yönlerini gayet makul olarak yorumlayan açıklamalar karşısında, bir müzakereci “Niçin bunları müellif burada yorumlandığı şekilde yazmadı?” diye soruyor. Bu soruyla ilgili Risale-i Nur’un metodu hakkında çok istifadeli görüşler ortaya konuluyor. Birer cümleyle işaret etmek gerekirse bunlardan birisi, -bir müzakereciye göre- Risalelerin akademik ya da ilmî bir eser olmayıp imanı kurtarmaya odaklanan bir çalışma olması. Başka bir gerekçe Risalelerin olayın özüne ilişkin değerlendirme yapması, ilgili tefekkürleri okuyucuya bırakması. Başka bir müzakerecinin ifadesine göre asıl gerekçe, söz konusu rivayetler her ne kadar burada tefekkürî boyutuyla ortaya konulmuyorsa da Risalelerin neredeyse tamamının bu tür tefekkürlerle dolu olması. Başka bir husus Risalelerde gerek ayetlerin işlenişinde gerekse hadis nakillerinde sürekli olarak insanî ve evrensel prensiplere dikkat çekilmiş olması. Diğer bir husus Risalelerin ayet ve hadislerin anlamını dar bir alan sıkıştırmaması, onların her döneme, her tabakaya ders veren boyutlarının olduğuna dikkat çekmesi…

Ders hem aynı kategoride yer alan rivayetlerin güncel yorumları hem işaret edilen soru etrafında Kur’an, hadis ve Risalelerin anlaşılma usullerine dair gayet değerli prensiplere işaretle sonlanıyor. Allah razı olsun!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın