Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu yapılan (11. 12. 2022) Lahikalar dersinde, Barla Lahikası’ndan 159-162. Mektuplar okunup müzakere edildi. Bu mektuplarda geçen Rahman ve Rahim isimlerinin tecellileri, “mele-i a’lâ”, “semâ ve semavât”, “ümm ve ümmîlik”, “cehalet ve câhil” kavramları ile “ümmîlik ile cehalet arasındaki farklar” gibi konularda değerli müzakereler paylaşıldı. Ayrıca 160. Mektup’un sonunda Ahmed Hüsrev’in göndermede bulunduğu “Kişinin cennette sevdikleriyle beraber olacağı”na dair hadis ile ilgili olarak da geleneksel anlayışı genişleten özgün bir tefekkür ortaya konuldu. Ben söz konusu mektuplar ve zikredilen kavramlarla ilgili müzakereleri ilgili kayda havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=v6aLzq3lQu8), burada işaret edilen hadise dair paylaşılan müzakereye değinmek istiyorum.
Çeşitli vesilelerle, zaman zaman gündeme geldiği için hemen hemen herkesin duyduğu hatta kısalığından dolayı bazılarının orijinalini de bildiği (el-mer’ü maa men ehabbe) bu rivayetin farklı versiyonları var. En yaygın versiyonuna göre bir adam Resulullah’a (asm) gelerek, “Ey Allah’ın peygamberi, kıyamet ne zamandır?” demiş, o da, “kıyamet için ne hazırladın?” diye sormuş; adam, “Ben çok namaz, oruç ve sadaka hazırlayamadım fakat Allah’ı ve Resulünü seviyorum” diye cevap verince Resul-i Ekrem (asm) “Sen sevdiklerinle beraber olacaksın” buyurmuştur (Müslim, “Birr, 164). Hz. Enes’in naklettiği başka bir versiyona göre -bu detaya yer verilmeksizin- Resulullah, “Kişi sevdiği ile beraberdir” demiştir (Buhari, “Edeb”, 96). Diğer bir versiyona göre Resulullah’ın (asm) yanına gelip, “Ya Resulallah, bir kimse henüz bir topluluğun yaptığı şeyleri yapmış olmasa fakat onları sevse ne dersin” diye sormuş, o (asm) da, “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurmuştur (Buhari, “Edeb”, 96).
Aradaki farklar nasıl olursa olsun, özü itibariyle insanlara daha doğrusu müminlere “sevdikleriyle ebediyen beraber olma” gibi insan kalbinin çok köklü bir duygusuna karşılık gelen ve büyük bir müjde niteliği taşıyan bu rivayet, müminler arasında çok rağbet görmüş, hadisin mesajına ilişkin güzel notlar düşülmüştür. Özetle şöyle denilmiştir: a) Samimi olarak bir kimse Allah ve Resulünü severse, bu sevgi onu ebedi hayatında Allah’ın rızasına, dolayısıyla Onun rahmet ve ihsan yeri olan cennetine ulaştırır, ayrıca orada Peygamber’le beraber olmasını sağlar; b) Allah ve Resulünü sevmek bilinen amelleri yapmaktan daha önemlidir ama bu insanın yapmakla yükümlü amelleri terk etmesine vesile olmamalıdır; c) Bir kimsenin Allah ve Resulünü sevdiğini söylemesi söze dayalı bir beyan değil, kalbe ve içtenliğe dayalı bir beyandır. Bu ise sevginin “kuru bir duygu” olarak kalmasına değil Allah’a daha çok yönelmesine, Peygamber’in sünnetine daha çok sarılmasın yol açar, yol açmalıdır; d) Ahirette Peygamber’le (asm) ve salih kimselerle beraber olmak Peygamber’in ve salihlerin yaşadığı gibi yaşamayı, onların “halleriyle hallenmeyi” gerektirir; e) Peygamber’i seven bir kimsenin cennette onunla beraber olması o kişinin cennet nimetlerinden Peygamber ile eşit düzeyde yararlanması anlamına gelmez; zira aynı imkan ve nimetlerin bulunduğu mekanı paylaşan kimseler kendi duygularının gelişmişliğine göre hisse alırlar…
Derste, Ahmed Hüsrev’in mektubunda bu hadise yapılan bir atıf dolayısıyla bir müzakereci tefekkürünü şöyle dile getirdi: “Sevdiklerimizle beraber olacağız derken aklımıza hep insanlar geliyor. Anne-babalarımızla beraber olacağız, eşlerimizle beraber olacağız, çocuklarımızla beraber olacağız, yakınlarımızla beraber olacağız diyoruz. Bu biraz sınırlı bir anlayış. Evet, insan orada sevdiği kimselerden ayrı kalacağını düşünecek olursa zaten perişan olur. Ama ‘sevdiklerimiz’ içine sevdiğimiz, sevdiklerimiz neler varsa hepsini dahil etmek lazım. Bizim ‘sevgi’ kelimesini bütün sevdiklerimizi kapsayacak şekilde genişleterek bu hadis naklinden faydalanmamız gerekiyor.”
“Peki ben neleri seviyorum deyince, elbette önce en yakınlarımdan başlayarak sevdiğim kimseleri, dostları, akrabaları düşüneceğim. Ama iman etmiş olan sevdiklerimi, dostlarımı ve akrabalarımı! Zira Kur’an ayırım yapıyor, inanmayan akrabaların olursa onlarla iyi geçinirsin ama onlar sevdiklerin gruba girmezler diyor -mefumen-. Bunlara ilaveten bir de benim sevdiğim başka şeyler var. Mesela şu sebzeleri severim, şu meyveleri severim, şu tatlıları severim… Kuşları severim, güvercinleri severim, kanaryaları-bülbülleri severim. Bakın, insanlar evlerinde hayvan besliyorlar, kedi besliyorlar, köpek besliyorlar. Onları ailenin bir üyesi gibi değerlendiriyorlar. Hasta olurlarsa üzülüyor hemen veterinere götürüyorlar…”
“Hayatımı anlamlandıran, yaşamaya değer kılan Resullerin getirdiği İlahi mesajı sevmek insanın sevgi halkasını sınırsızlaştırır. İnsanı sonsuz Varlık Kaynağı olan Rabbiyle tanıştırır. Hayatımı yaşamaya değer kılan, ümitlerimi sonsuz mutluluğa ulaştıran, beni Yaratıcıma dost kılan bu İlahi mesajı ve bu mesajı benim hayatımda nasıl uygulayacağımı dayanılmaz zorluklara göğüs gererek bana gösteren Resullerin sevgisi bizim hayatımızın ayrılmaz parçası olmalıdır. ‘İnsan bilmediğinin düşmanıdır’ derler. Eğer Kur’an ile yakından tanışmamış isek, Resulullah (asm) ile yakından tanışmamış isek, sevdiğimizi iddia etmemizin gerçekliği şüpheli kalmaz mı? ‘Hem sevdiğini söylüyorsun, hem de ilgilenmiyorsun, olacak iş değil’ denir. Kur’an ve Resulullah ile tanıştığımız kadar bizde yerleşen sevgi, nasıl ki bu dünyada iken bile onların bildirdiği mesajın mutluluğu ile yaşamayı sağlarsa, ahirette de bizim kendimizi onlarla beraber olmaya vesile olur. Nitekim Peygamber zamanında Kuba mescidinde namaz kıldıran bir sahabi namazın her rekatında ihlas suresini okuyor, sonra yanında başka ayetleri kıraat ediyordu. Bundan yakınan arkadaşları durumu Resullah’a bildirdiklerinde, o (asm) bu sahabiye, bunu neden yaptığını sorduğunda, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Ben bu sureyi okumayı seviyorum’ diye cevap vermesi üzerine Peygamber (asm) ‘senin bu sevgin seni cennete girdirecektir’ der (Buhari, “Ezan”, 106).
“Devam edecek olursa, aynı şekilde insanlar bitkileri seviyorlar. Çiçekleri seviyorlar. Salonlarına saksılar diziyorlar. Camların önündeki çıkıntıya çiçek saksıları koyuyorlar… Balkondan veya -imkan bulabilmişler ve yaptırmışlarsa- terastan yıldızları seyretmeyi seviyorlar. Yıldız kümlerini izlemeye bayılıyorlar. Okuyanlar ve bilenler bildikleri ölçüde galaksileri seviyorlar. Özel videolarını izleyince, gök adalarının haşmetli hareketlerini büyük bir merak ve hayranlıkla seyrediyorlar… O zaman ‘sevdiklerinizle beraber olacaksınız’ müjdesine dost ve yakınlarınızın yanında sevdiğin ne kadar şey varsa -ki bu anlamda bütün varlığı seviyoruz- onları da dahil ederek cennetteki sevgi halkasının sınırlarını alabildiğine genişletmek gerekiyor.”
“Eğer sevdiklerimi neden sevdiğimi bilirsem, yani ‘bunlar bana Yaratıcımın özelliklerini gösteriyor, Onun mutlakiyetini, Onun sonsuzluğunu, Onun kudret, rahmet ve kereminin sınırsızlığını yansıtıyor’ dersem elbette hepsi ‘sevdiğim şeyler’ kategorisine girer. O zaman söz konusu rivayete göre bu, cennette bütün onlarla beraber olacağımız anlamına gelir. Yani hadis cennette insana, insanın sevdiklerinin daima sahneleneceği bir alemde yaşayacağı müjdesini veriyor. Yoksa hadisi orada sevdiğin beş-on dost ve akrabanla beraber olacaksın diye dar çerçevede anlamamak gerekiyor.”
Bu müzakereden sonra şöyle düşündüm: Cennet sonsuz mağfiret ve ihsan sahibi Yaratıcının mağfiret ve ihsanının gerçekleşeceği bir yer, bir alem ise; elbette insanın dünyada iken sevdiği insanların yanında yine sevdiği canlı-cansız ne varsa hepsiyle beraber olması gayet makul, cennetin mahiyetine gayet uygundur. Ardından da bu hakikate ışık tutan şu ayeti hatırladım: “(Ey insanlar!) Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve genişliği yer ile gökler arası kadar olan cennete girmek için koşun, yarışın!” (Âl-i İmran 3/133)