Ha-mim’de geçtiğimiz hafta içi yapılan (23. 04. 2024) “Kur’an Çalışmaları” dersinde Nahl suresinin 16. ayeti ile devam eden ayetleri üzerinde, bizim inanç ve pratik hayatımıza bakan boyutlarıyla bağlantılı olarak önemli tefekkürler paylaşıldı. Ben bunları ilgili ders kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=OW1YSEnYFPs) dolaylı olarak gündeme gelen bir konuya değinmek istiyorum. Dersin süre olarak yarışından fazlasını içine alan konu, yaratılışı izah ederken ihtimal/olasılık hesaplarına dayalı açıklamaların sorgulanması gerektiği hakkında idi. Bazı çalışmalarda Allah’ın varlığına dair “hassas ayarlar delili” olarak da sunulan bu argüman, inananların yaklaşımını güçlendiriyor gibi görünmekle beraber özünde üstü örtülü bir sorunu da barındırıyor. Derste bu soruna dikkat çekildiği için konu bana oldukça önemli geldi.
Ders takdimcisi -sonradan metin olarak bize ulaştırdığı eklemelerle- şunları paylaştı: “Görebildiğim kadarıyla inanmayan yahut inanamadığını söyleyenler arasında en çok dile getirilen hususlardan birisi, -basit anlatımıyla- ‘biz laboratuarda maddenin hareketini incelediğimizde her şeyin böyle oluştuğunu görüyoruz’ şeklindeki ifadeleri. Bunu -yine basit bir örnek olarak- şuna benzetiyorum: Bir çocuk -çünkü yetişkin bir insan böyle düşünmez- otomobile bakıyor; pistonların çalıştığını, tekerleğin döndüğünü görüyor, ‘tamam işte, otomobil gözlemlediğimiz gibi hareket ediyor, parçaları birbiriyle uyumlu, demek ki bu otomobilin parçaları zaman içerisinde böyle oluşmuş’ demeye gelen bir açıklama getiriliyor.”
“Bilim adamlarının kullandığı dil elbette bu kadar basit değil. Var oluşla ilgili olarak diyorlar ki, ‘atom çekirdeklerindeki nükleer reaksiyonlar kütle kaybına ve enerjinin açığa çıkmasına neden oluyor, madde böylece enerjiye dönüşüyor. Enerji de fotonlar aracılığı ile maddeye dönüşüyor. Böyle bir varlık gözetliyoruz.’ Bu açıklamanın bizim basit otomobil örneğinden farkı nerede? Otomobilin hareket etmesi de şöyle gözlemleniyor: ‘Motorun silindirlerinde gerçekleşen yakıt-hava karışımı ateşlenir ve patlar. Bu patlama, pistonun itme kuvvetiyle aşağıya doğru itilmesine neden olur. Piston, krank miline bağlıdır ve bu hareket, krank milinin dönmesine ve sonunda tekerleklere güç iletilmesine neden olur, böylece araç hareket eder.’ Yanlış bir gözlem mi var burada? Hayır! Gözlem doğru. İnsan aklı soruyor: Atomun varlık kaynağı ne? Çekirdeklerinin atom içine yerleştirilmesinin varlık kaynağı ne? Atom kendini var edecek bir özelliğe sahip mi? Çekirdek kendiliğinden atomun bir parçası olma özelliğine sahip mi? Nükleer reaksiyonlar bir faaliyettir, bir işlemdir. Bu işlemin varlık kaynağı ne? Bu işlemi gerçekleştirecek, yani bir işlemin sonuçlanmasını amaçlayacak şekilde tercihi yapacak kaynak ne? Enerjinin gözlemlenen özelliklerle var olmasının kaynağı ne? Enerjinin kendisi böyle özelliklere kaynaklık yapacak bir özelliğe sahip mi? Fotonların foton olarak varlık kaynağı ne? Foton aracılığı ile enerji maddeye dönüşüyor diye gözlemlemek, bu dönüşümün varlık kaynağını izah eder mi?’ Soruları çoğaltabiliriz. Biliyoruz ki dönüşüm bir işlemdir, bu işlemin gereği olan irade, bilgi, güç, amaçlılık, planlılık gibi sayamayacağımız sayıda özelliklerin nereden kaynaklandığını sorgulamak son derece insanîdir, mantıkîdir. Bu soruların hepsine şu şekilde bir açıklama getiriliyor: ‘Biz böyle gözlemliyoruz, şimdi de bunun nasıl oluşabileceğini hesaplamaya çalışıyoruz.’ Otomobil örneğine bakalım: Motorun parçalarında böylesi işlemler gözlemliyoruz diyerek otomobilin yapılmasının ve işlemesinin arkasındaki mühendisi görmüyor. Oysa otomobilin parçalarının kendiliklerinden var olup sonra da bir araya gelerek böyle bir sonucu oluşturmasına imkan olmadığını her akıl sahibi bilir. Böyle bir ihtimal yüzde sıfırdır.”
“Otomobili bir insanın yaptığını biliyoruz. İnsan varlık aleminde olmayan bir işlem yapamaz. Yani varlık veremez, fakat tercih yapar ve bu tercihin sonucunda varlık verilen otomobilin tasarımını yapabilir. Otomobil örneğinin varlık vermeyi içermediğini bilerek kullanılması gerekiyor. Kendi yaptıklarımızı bildiğimiz için hemen ‘mühendis olan birisi bu otomobili tasarlamış’ deriz. Çünkü önceki deneyimlerimizden biliyoruz ki bir mühendis var. Bu tecrübe sonucu elde edilen bilgi bizi şartlandırdığı için hemen mühendisten bahsedebiliyoruz, diye itiraz ediliyor. İlaveten deniliyor ki, ‘biz bir şeyin evrenin varlık kaynağı olduğunu deneyimlemiyoruz ve dolayısıyla bilmiyoruz. Böyle bir gözlememiz yok. O halde, evreni nasıl gözlemliyorsak o şekilde algılayıp ondan faydalanmaya çalışacağız. Varlık kaynağını araştırmak bizi bir inanca götürür, o ilahiyatın konusudur, biz bilim adamıyız.”
“Ayrıca, ‘bu inanç bizim araştırmalarımıza engel olur’ deniyor. Fakat diğer taraftan evrenin kendisinden kaynaklanan izahları içeren de birçok teori geliştiriliyor ve bu teorilerin bir ‘Yaratıcı yok, fakat varlığı nasıl izah ederiz’ peşin hüküm olan ‘inançlarını’ inanç olarak tanımlamak istemiyorlar. Fakat gerçek o ki ‘Yaratıcı falan aramaya gerek yoktur’ diyenlerin maddenin kendisinde gözlemledikleri özellikleri maddenin kendinden kaynaklandığını iddia eden ‘inançlarının’ hiçbir delili olmadığını itiraf etmeyip ‘kesin var, fakat araştırmaya devam ediyoruz, bekleyin bulacağız’ diyerek insanları oyalıyorlar. Çok dikkat etmek lazım.”
“İnsanın varlığında gerçekleştirilen özellikler, kendi deneyimleri aracılığı ile mantıken ulaştığı sonuçları evrenin varlığında gözlemlediklerini anlamada bir araç olarak kullanılacak mahiyettedir. Yani basit örneğiyle, insan tercihlerinin sonucunda yaratılan işlemlerde, kendisinin varlığında bizzat deneyimleyerek öğrendiği; bir şeyi irade etme, seçme, tercih yapıp, o tercihlerini gerçekleştirilmesi için evrenin düzenli yaratılışına uyarak yaptığı tercihlerinin sonuçlara varlık verilmesi için bekler. Bu basit örneği ile; çiftçinin tarlayı işleyip, hazır yaratılan tohumu ekmesi ve bitkinin yaratılmasını beklemesi gibidir. Böyle bir insan varlığı gerçekleştiren Varlık Kaynağı; insanı düşünme, sorgulama, merak etme, anlamlılık arama, duygularının tatmini için tercihler yapma gibi sayılamayacak sayıda özelliklerle bir eğitimden geçiyor olmalıdır ki biz de burada bu sorularımızın cevabını arıyoruz. Çünkü böyle bir ihtiyaç ile yaratılmışız. Yani evreni ve insanı yaratan Yaratıcı, Kendisinin nasıl bir yaratıcı olduğunu tanıtıyor ve insanın duygularının beklentilerini ancak Kendisinin karşılayabileceğini öğretiyor. Böylece insanı Kendisinin varlığı ve sonsuz özellikleriyle tatmin edeceğini gösteriyor. Böyle bir eğitim sonucunda gerçeği kabul edenleri mükafatlandıracağı, reddedenleri ise kendi inançları ile baş başa bırakacağını şimdiden gösteriyor. Yine basit bir örnek ile, okul açılmış, eğitim veriliyor, öğrenenler sonunda hayatta öğrendiklerini uyguluyorlar, öğrenmeyenler de cahillikleriyle baş başa kalıyor. Eğitim dönemi bitince (ölümü temsil eder) uygulayacağı malzemesi olmayanlar mahrumiyet yaşıyor.”
“Bu gerçekleri anlamak için kendimizin yaptığı çok basit bir işlemi de kullanabiliriz. Nasıl bilinçli, sorgulama özellikleriyle var edildiysek, aynı şekilde o özelliklerimizle akıl yürütmeyi kendi deneyimlerimizle öğrenir ve evrenin varlığını da bu akıl yürütme ile sorgularız. Kendisi laboratuarda neyin nasıl olduğunu incelerken bilincini, iradesini, aklını, daha önceden öğrendiği bilgilerini, ne amaçla ne araştırdığının farkındalığını kullanarak evrenin düzenli yaratılışına müracaat edip, neyi tercih ederse ne yaratılıyor olduğunu gözlemleyenlerden bazıları, kendi yaşadıkları gerçeklerine aykırı bir yorum ile karşımıza çıkabiliyor. Kendisinin hiçbir şeyi amaçsız olarak yapmadığını biliyor. Kendisinin hiçbir şey yaratamadığını da biliyor ki, laboratuardaki araştırmalarında daima evrenin düzenli yaratılışına müracaat ederek, evrenin yaratıcısının neyi nasıl yarattığını öğreniyor ve ona göre de evreni kendi yararına kullanıyor. Çünkü bir amacı var. Buraya kadar doğru bir iş yapıyor. Fakat burada durmuyor, belli iddialarla evrenin varlık kaynağını yorumluyor. Evrenin varlık kaynağının varlığı gerçekleştirerek Kendisinin sayılamayacak kadar özellikleriyle insana tanıttığını reddetmeye kalkıyor; ‘Böyle bir varlık kaynağı falan yok, ben böyle bir şey gözlemlemiyorum’ diyor. Otomobilin bir mühendisinin olduğunu önceden gözlemlediğimiz için mühendisten bahsedebiliyoruz diyorlar. Daha önceki gözlemlerinden öğrendiği doğrudur. Fakat öğrenmeyi gerçekleştirecek özelliklerle var edildiğini ve böyle bir özelliğin bir maksadı olduğunu inkar ediyor. Çünkü varlığını da kasıtsız oluşmuş bir varlık olarak tanımlıyor. İnsan, iradesi özgür olarak yaratılmış. Ta ki bu özgürlüğünü dürüstçe kullansın ki, bu varlık düzeyinde kendi varlığını doğru olarak tanıyıp, sonsuz mutluluk ihtiyacıyla yaratılan duygularının tatminini kimin sağlayabileceğini anlasın ve o duyguların Yaratıcısına ‘Ancak Sen bu ihtiyacı karşılayabilirsiniz, Senin bir eserin olan evren ve kendi varlığımla anladım ki, Sen Sonsuz özellikleri olan bir Varlıksın’ diyebilsin. Gururu, inadı terk etsin. Gerçeğini kabul etsin.”
“Peki, varlık kaynağını sorgulamadan varlığı inceleyip faydalanma yolunu seçmenin gerekçeleri nerelerde yatıyor? İnsanın özgürce seçim yapma özelliği olduğunu unutmadan, gerçekleri yaptırabilecek özgürlük ile yaratılmış olduğunu dikkate alıp insan isterse kendini şu veya bu anlayışa mahkum edebilir olduğunu her insan kendi tecrübesi ile bilir. Kimse kimsenin üzerinde düşünce ve varlığı anlama konusunda zorlayıcı bir etkiye sahip değildir, herkes bunu bilir. Biz kendimize bakıp gerçek bildiklerimizi diğer insanlarla paylaşma ihtiyacı ile yaratılmışız ve ancak paylaşırız, zorlayamayız.”
“İnanan insanların çok hoşuna giden bir argüman var; çok güçlü bir argüman zannediliyor. İnsanlar ihtimal hesapları yapıyorlar. Tekrar otomobil örneği üzerinden söylemek gerekirse, şöyle diyorlar: ‘Bu otomobilin parçalarında gelişime uygun özellikler var. Süreç içinde her parça gelişerek oluşumunu tamamlıyor, otomobil ortaya çıkıyor ve hareket ediyor. Her şey kendinden kaynaklanan bir düzen içinde gerçekleşiyor.’ Şimdi bilim adamı olarak ben bu düzen içinde otomobilin oluşum sürecinin olasılığını hesaplıyorum’ diyor. Belli bazı ön şartlanmaların gerektirdiği şekilde bir varlık tanımı yapıp hesaplamaya başlıyor. ‘Gözlemlerime göre şu maddenin şu hale dönüşebilmesi için…’ diyerek maddenin kendisinin dönüştüğü ön yargısıyla hesaplamalara başlıyor ve bir rakam sunuyor. Her hesaplama türünün bir tanımdan çıktığını itiraf etmiyor. Buradan mesela dünyanın yaratılışına geçiyor ve şöyle diyorlar: ‘Dünya güneşten kopan muazzam bir kitle olarak atılmış. Başlamış dönmeye. Milyonlarca yıl içinde döne döne bu hali almış.’ Bunu bu kadar basit söylemiyorlar. İşi olasılık hesaplarına dayandırarak izah ediyorlar. ‘Bak, dünyada katmanlar var, güneşten koptuğunu gösteren ve henüz soğumadığı için yüksek ısıyı muhafaza eden magma tabakası var’ vs. diyorlar. Doğru var, fakat bu güneşin varlık kaynağı sorgulanmıyor, kopma işleminin varlık kaynağı sorgulanmadan geçiştiriliyor. Çekim kuvveti adını verdiği özelliğin varlık kaynağı sorgulamadan madde çeker diye gözlemliyorum, deyip geçiştiriyor.”
“Kainatta bir düzen olduğunu sadece inananlar değil, inanmayanlar da söylüyorlar. Kainatta düzen var mı? Evet var. İnananlar diyor ki, ‘öyleyse bu düzeni kuran var, Allah var.’ İnanmayanlar ‘evet, kainatta düzen var, bu düzen milyarlarca yılı aşan bir süreç içinde kendiliğinden oluşmuştur’ diyor. O halde burada ana problem düzenin varlığının izahı. Bu düzen kendiliğinden oluşmuş olabilir mi? İşte burada olasılık hesapları gündeme getiriliyor. İnananlar matematiksel hesap yapanların hesaplarını da şahit göstererek bu olasılık hesaplarının kesin olmamakla birlikte ve fakat çok büyük bir rakam ile ifade edebiliyorlar şimdilik, diyorlar. Bilim adamları tarafından bu rakam 10 üzeri bol sıfırlı olarak ifade ediyor, İnananlar da ‘bu olasılığın gerçekleşmiş olabileceği imkansızdır’ demeye getiriyorlar. Oysa bu düşünce ile 10’un üzerine ne kadar sıfır koyarlarsa koysunlar sonunda ‘sıfır sıfır…da bir ihtimal’ demek suretiyle o ‘bir’ ihtimale kapı aralıyorlar. Yani havuzda bir delik açıyorlar. Düşünelim, bir havuzda küçük de olsa bir delik açıldığı zaman 14 milyar yılda havuz içinde şu kalmaz.”
“İnananlar hayat için ne diyorlar? Kainatın pek çok ihtimaller arasında bizimki gibi hayata elverişli hale gelme ihtimalini şimdilik 10 üzeri 123’te 1 olarak hesaplayanlar var. Fakat henüz böyle bir hesaplamaya gidecek gerekli bilgimiz yok deyip geçiyorlar. Fakat hâlâ maddenin varlığını ve özellikle hayatın varlığının kaynağını maddenin kendisinden kaynaklanan bir özelliğe dayandırmak için inat ediyorlar. Maddenin kendinden kaynaklanan bir özelliğinin olamayacağını görmezlikten gelip sanki varmış gibi hesaplamalara girişiyorlar. Böylece ‘bilimsel açıklama’ yaptıklarını iddia ediyorlar. Böylesi ileri sürülen sayılar için inananlar da, ‘bu olağanüstü bir sayıdır ve bunu bir kimsenin normal sayı olarak dile getirmesi bile çok güçtür. Bunun için bir rakamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfır koymamız gerekir. Bu kainattaki bütün proton ve nötronlarının sayısından daha fazladır. Dolayısıyla burada Allah’ın varlığını gösteren apaçık bir delil vardır’ diyorlar. Peki, inanmayanlar ne diyor? ‘Evet, çok çok çok küçük bir ihtimal de olsa demek ki bu ihtimal tutmuş ve şu evren de bu ihtimalin tuttuğunu gösterir ve dolayısıyla kendiliğinden oluşmuş olabilir’ diyorlar. Yaklaşımlarını temellendirmek için hiçbir delili olmadan ‘sonsuz kainatlar’ teorisini ortaya atıyor, sayısız kainatlardan birisi olarak nihayet şu kainat şimdiki gördüğümüz anki şeklini almış olabilir’ diyorlar.”
“Bu varsayımlar neden inandırıcı değildir? Biz maddenin her bir anda, yeniden, yepyeni özelliklerle var edildiğini anlıyor muyuz, anlamıyor muyuz? Yani maddenin şu andaki hali dünkü varlığının sonucu mudur? Başka bir ifadeyle, maddenin bugünkü haline kaynaklık eden dünkü hali midir? ‘Efendim, evren çok yüksek bir enerjiye bağlı bir patlama sonucu var oldu’ diyorlar. Nereden geldi bu enerji? Daha önceki kainatın sönen kara deliğinden gelen bir atom veya enerji kaynağından. Dikkat edelim, ‘kendi kendine olmuş’ demiş oluyorlar. Bu durum, hani otomobile bakıp da ‘çalışıyor kardeşim işte, sen ne mühendisinden bahsediyorsun?’ diyen kimselerin söylemine benzemiyor mu? Bakın olasılık hesaplarına dayalı düzen teorisi ile gitmek çok bir şey ifade etmiyor. Nitekim inanan bir fizik profesörü bile güya Yaratıcının varlığını temellendireyim derken ihtimal hesaplarını verip, ‘bunun ne kadar düşük bir ihtimal olduğu ortada’ derken bir hataya kapı aralıyor.”
“Evet, kainatın yaratılışında bir düzen var ama dikkat edin -hatta bu cümleciği yazıp düşünün-, kainatta daimî bir yaratılış var, daimî bir düzenli yaratılış var. Her bir an düzenli, kasıtlı, amaçlı bir yaratılışa şahitlik ediyor. Söz gelimi bir önceki halim bir sonraki halimin yaratılmasında etken, müessir olamaz. Böyle bir özellik eski halimdeki yaratılışın elementlerinde görülmüyor, çünkü yok. Kimse de gösteremez! Maddede tercih yapma, kendi kendini yenileme özelliği yok. Kimse de bunu iddia edemez! Çünkü maddede şuur yok, bilinç yok, irade yok, tercihte bulunma özelliği yok. Durum böyle iken nasıl madde bir sonraki halin gerçekleşmesini sağlayabilir? Burada ne kadar düşük olursa olsun hiçbir ihtimale yer verilemez. İster 10 üzeri şu kadar sıfır denilsin, ister on üzeri bu kadar sıfır denilsin.”
“Dolayısıyla yaratılışta açıkça görülen kasıtlı ve şuurlu var oluş hiçbir matematiksel ihtimalle maddenin kendisine izafe edilemez. Düzenli bir yaratılış için akıl, irade, şuur gerektiğine, maddede de bu özellikler bulunmadığına göre aksi istikamette düşünmenin sıfır olduğunun altının çizilmesi gerekiyor. Bu bakımdan Risale-i Nur’da ‘sebeplerin hakiki tesiri yoktur’ denilir. Bu ifade, iyice irdelendiği zaman ‘bizim sebep diye zikrettiğimiz şey sebep olarak yoktur. Yalnızca o da yaratılmaya muhtaç bir yaratıktır, bir sonraki yaratılışın varlığına sebep olacak hiçbir özelliği yoktur,’ anlamına gelir. Aksi halde sebepler de var ama ‘asıl var eden Allah’tır’ demek zihin karışıklığına yol açabilir. Ulaşılacak sonuç bellidir; tüm kainat bütün parçacıklarıyla birlikte var edilmeye muhtaç ‘sonuç’turlar. Evrende hiçbir şey bir başka şeyin varlığının nedeni olacak özelliğe sahip değildir, yani ‘sebep’ olamaz. Her şeyi ile birlikte evren bir sonuçtur, Yaratanın böyle bir alemi var etme iradesinin tecellisi olabilir. Sebep-sonuç içinde yaratılıyor diye yaptığımız gözlemlerimiz, yalnızca bizim daha önceki gözlemlerimize göre günlük hayatımızda kullandığımız bir ‘ifade’den ibarettir, yaratılışa dair hiçbir hakikati ifade etmez. Allah yani Yaratıcı ‘lem yelid’ olmalıdır; yani hiçbir zaman kendi mutlak özelliğini yaptığı varlığa yansıtmaz. Çünkü yansıtsa o da mutlak olurdu. Mutlak olan ise bir başkasının özelliğinin yansıması olamaz, çünkü başkasına muhtaç olan mutlak olamaz. Böyle bir düşünme biçiminin çelişkili olduğu, dikkat edince kolayca anlaşılabilir. Nitekim materyalist dünyanın tabiatı bir bakıma ‘mutlak’ saymasının sebebi de budur!”
“Ben matematikçi değilim. Burada ilk bakışta güzel gibi gelse de ‘ihtimale kapı aralayan’ fikrin nerede kaydığına işaret etmek istedim. 10 üzerine kaç tane sıfır yazılırsa yazılsın var oluşta maddenin kendisine yönelik ihtimal sıfırdır. Çünkü kainatta ‘hallâkıyet-i dâime’ yani Yaratıcının her an, her zaman, daimî yaratması vardır, başka bir ifadeyle ‘faaliyet-i dâime’ vardır. Bun anlamak için Risale-i Nur’da işlenen ‘kayyûmiyet’ bahsini iyi hazmetmek gerekiyor. Aynı şekilde ‘Zerre Risalesi’ni iyi kavramak gerekiyor. Tabiat Risalesindeki izahları da buradaki izahlarla uyumlu olarak yorumlamak gerekiyor.”
“Sonuç olarak yaratılışın bir düzen içerisinde gerçekleştiğini söyleyerek evrenin varlığını bir Yaratıcıya bağlamak gayretleri takdire değer olmakla birlikte, varlığın düzen içinde gerçekleştiği gözlemine Yaratıcıya inanmama tercihi yapanlar da inançsızlıklarını dayandırırlar. Onların elindeki en güvendikleri varlığı açıklama teorilerinin çoğu bu düzen içinde varlığın bir yaratıcıya dayandırılmadan açıklamasından ibarettir. Düzenin, yaratma işleminden ayrılmadan tanıtımına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü evrende bir yaratma var, bir de düzen var, değil. Ya ne var? ‘Düzenli bir Yaratılış var.’ Başka örnekleriyle anlamaya çalışırsak, bir hikmet var, bir de yaratma var değil; ya? ‘Hikmetli bir yaratma var’; ‘güzellikli bir yaratma var’; ‘kasıtlı bir yaratma var’; ‘tercihli bir yaratma var’; ‘ölçülü bir yaratma var…’ Siz bu kalıbın içine Yaratıcının bütün Esmasını koyabilirsiniz, çünkü Yaratıcı her bir şeyi bütün Esmasıyla birlikte yaratıyor ki her bir şey Onu bütün özellikleriyle tanıtıyor, ilan ediyor, Kur’an’ın tabiriyle tesbih ediyor. Diğer bir deyişle bir Yaratıcı var ve bir de Düzenleyici var değil. Yaratıcı tüm sıfatlarıyla birlikte var olan Mutlak Varlıktır. Her yarattığını bütün özellikleriyle birlikte yarattığına her bir varlık şahitlik yapar. Risale-i Nur metodu olan ‘Ehadiyet’ metodu ile kainatın varlığını çalışmanın tam yerinde bir hakikat ifade ettiği anlaşılıyor.”
Dersten sonra sathî bir tarama yaptığımda, literatüre “hassas ayarlar argümanı” olarak geçen bu delilin, takdimcinin işaret ettiği gibi müminlerin imanını güçlendiren boyutu olmakla beraber, ne kadar küçük oranda olursa olsun özünde aksine yönelik açık kapı bırakmasının sorunlu olduğunu fark ettim. Nitekim bazı ateistlerin, -bana ikna edici gelmese de- bu argümanı sorgulayan yaklaşımlarını gördüm. Sözün özü iman iradî olduğu için dileyen inanır, dileyen inanmaz ama bizim imanı daha doğrusu tevhidi gerçek temeli üzerine kurarak anlamamız ve anlatmaya çalışmamız gerekiyor. Allah razı olsun.