Ders Notları

Duyguların Varlık Kaynağı Sorgulanmadıkça Hiçbir Problem Çözülemez!

Duyguların Varlık Kaynağı Sorgulanmadıkça Hiçbir Problem Çözülemez! | Ha-Mim

Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu (04. 06. 2022) yapılan Şualar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=TxvIxfhFiKc), İkinci Şua’nın okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Özellikle aşağıdaki metinle ilgili olarak gerek moderatör gerekse müzakereciler değerli tefekkürlerini paylaştılar. Ben bunların tamamını ilgili kayıtlara havale edip duygu eğitimi ile ilgili olarak aşağıdaki metnin çağrıştırdığı bir müzakereyi aktarmak istiyorum:

“Bir zaman, bahar mevsiminde temâşâ ederken gördüm ki: Zemin yüzünde haşir ve neşr-i âzamın yüz binler numunelerini gösteren bir seyeran ve seyelân içinde kafile kafile arkasında gelen geçen mevcudatın ve bilhassa zîhayat mahlûkatın, hususan küçücük zîhayatların kısa bir zamanda görünüp der’akap kaybolmaları ve daimî bir faaliyet-i müdhişe içinde mevt ve zeval levhaları bana çok hazin görünüp, rikkatime şiddetle dokunarak beni ağlatıyordu. O güzel hayvancıkların vefatlarını gördükçe kalbim acıyordu: “Of, yazık! Ah yazık!” diyerek bu ahların, ofların altında derinden derine bir vâveylâ-i ruhî hissediyordum. Ve bu âkıbete uğrayan hayat ise, ölümden beter bir azap gördüm. Hem, nebatat ve hayvanat âleminde gayet güzel, sevimli ve çok kıymettar sanatta olan zîhayatların bir dakikada gözünü açıp bu seyrangâh-ı kâinata bakar, dakikasıyla mahvolur, gider. Bu hali temâşâ ettikçe ciğerlerim sızlıyordu. Ağlamakla şekvâ etmek istiyor; “Neden geliyorlar, hiç durmadan gidiyorlar?” diye feleğe karşı kalbim dehşetli sualler soruyor ve böyle faydasız, gayesiz, neticesiz, çabuk idam edilen bu masnucuklar gözümüz önünde bu kadar ihtimam ve dikkat ve sanat ve cihazat ve terbiye ve tedbir ile kıymettar bir surette icad edildikten sonra gayet ehemmiyetsiz paçavralar gibi parçalanıp hiçlik karanlıklarına atılmalarını gördükçe, kemâlâta meftun ve güzelliklere müptelâ ve kıymettar şeylere âşık olan bütün lâtifelerim ve duygularım feryat edip bağırıyorlardı ki: “Neden bunlara merhamet edilmiyor? Yazık değiller mi? Bu baş döndürücü deverandaki fenâ ve zeval nereden gelip bu biçarelere musallat olmuş?” diye mukadderat-ı hayatiyenin dış yüzünde bulunan elîm keyfiyetleriyle kadere karşı müthiş itirazlar başladığı hengâmda, birden nur-u Kur’ân, sırr-ı îmân, lûtf-u Rahman ile tevhid imdadıma yetişti, o karanlıkları aydınlattı, benim bütün “ah” ve “of”larımı ve ağlamalarımı sürurlara ve yazık demelerimi maşaallah, barekâllah’lara çevirdi; “Elhamdü lillahi alâ nûri’l-îmân” dedirtti (Şualar, İstanbul 2020, s. 12-13).

Duyguların varlık kaynağını sorguladığın zaman kainat içinde bulamazsın. O zaman anlarsın ki kainatı kim yaptıysa, seni de bu duygularla donatan Odur, O yapacak deriz. Kainatın bu sorulara cevap vermesinden ümidimizi kesince araştırmaya başlarız. Bana bu duygu nereden geldi? Kaynak nedir? Bu duygunun kaynağı ne olabilir? Bu araştırmayı yapmayan insan hiçbir zaman Kur’an’mış, vahiymiş.. hiç oralı olmaz, din ile de hiç alakası olmaz.. Duyguların varlık kaynağını sorgulamadan hiçbir problemi çözemeyiz. Onun için her bir konuda varlık kaynağını sorgulayan bir hatırlatmaya gitmek şart. Onu sorgulayacağız.

İlk söz alan bir müzakereci şunları dile getirdi:“Okunan parçanın konusu kainata Kur’an ile bakışla Kur’an’sız bakış arasında bir mukayese yapmak. Müellif metnin sonunda, alemde gördüğü yok oluşlar karşısında insanî duyguları isyan edince ‘Kur’an’a baktım, beni üzen hususların şöyle olduğunu anladım, üzüntülerim gitti, ferahladım’ diyor. Dünyada bugün milyonlarca insanın Kur’an’dan falan haberi yok. Nasıl anlayacağız bunu? Hatta Kur’an’dan haberi olan, yetiştiği ailede çocukken zorla namaz kıldırılmış olan kimseler bile şimdi, ‘Kur’an’a niye bakacağım ki’ diyor. Bence, bizim bu noktada çok ciddi bir söylem değişikliğine ihtiyacımız var. Biz hâlâ alıştığımız kavramları kullanarak görüşlerimizi, kanaatlerimizi ifade etmede ısrar ediyoruz. Odadaki arkadaşları itham etmiyorum. Genel olarak söylüyorum. Elinde Risale-i Nur olan, böyle eserlere ulaşmış olanlar, -kendim başta olmak üzere- buradan bazı cümleleri kopyalayıp söylediğimizde izah ettiğimizi düşünüyoruz. Evet, bu bahsin konusu değil, burada müellif mealen ‘Kur’an’a baktığımda cevabını buldum’ diyor. Bu bahsin konusu olmadığından müellifi eleştirmek için değil, bu vesile bir konunun altını çizmek için söylüyorum. O da şu: Bizim mutlaka dilimizi değiştirmemiz lazım. Neden? Artık toplumda iman peşinen kabul edilmekten çıktı. ‘Efendim etrafımda dindarlar var, camiye gidiyorlar, Kur’an’da şöyle’ deyince bunu dikkate alanlar var’ demenin alemi yok. Doğru. Onlara bir şey söylemek yahut onlardan farklı bir takdim beklemek gerekmiyor. Ama ben günümüz insanının genelini dikkate alarak konuşmak istiyorum.”

“Bugün ‘dünya köy oldu’ deniyor da bence köy değil, mahalle değil, herkesin aynı mekanda yaşadığı bir ev oldu. Niye? İnternet dolayısıyla. Nerede, ne zaman ne oluyor, çok küçük yaştaki çocuk bile internet aracılığıyla kendisine, ailesine, çevresine ait olmayan kültürle büyüyor, buna ulaşıyor, bunun etkisinde kalıyor. Bunu görmezden gelmek büyük bir cinayet olur. Kur’an’ın hukukuna da tecavüz olur. Çünkü Kur’an’dan aldığımız feyiz ile ruhumuz rahat ediyor. Hepimiz öyleyiz. Ben de öyleyim. Çok rahatım. Mesela ölüm diyorlar, ‘vız gelir’ diyorum; hastalık diyorlar, ‘mutlaka bunun bana bir faydası var, eğitim görüyorum’ diyorum. Sıkıntılar veya problemler karşısında ‘duygularımın pazısı gelişiyor’ diye düşünüyorum. Olumlu yönde olumsuz yönde böyle hissettiğim için insanlar da mutlu olsun istiyorum.”

“Mutluluk -biliyorsunuz-, herkesin en çok arzu ettiği şey. Piyasa birisi, “mutluluğu buldum’ diye bir video çekse, biraz da kısa ise milyonlarca hit alır. İçine bakarsınız bir şey yok. Birisi mesela, ‘Efendim sabah kalkınca şöyle yaptım, dışarıya çıkıp derin nefes aldım, kendimi deniz kenarında hayal ettim, böylece kendi kendime ‘hayat çok güzel’ dedim; siz de karşılaştığınız sıkıntılara aldırış etmeyin, olur böyle şeyler, gününüzü gün etmeye bakın’ gibi yorumlar yapıyor, milyonlarca insanı amaçsız bir hayat peşinde koşturuyorlar.”

“Vaktiyle dindarların çok rağbet ettiğini öğrendiğim bir müzik videosu izlemiştim, -Türkçe’de ona ilahi derler ama sonuçta yine müziktir-, süresi beş dakika civarında idi, 36 milyon hit almış. Çok hayret etmiştim. Müziğe karşı çıkıyor veya helaldır-haramdır diyor değilim. Ben kendim müziğin içeriğine bakarım, ne yapıyor diye. Adamı hoplatıp zıplatıyor mu yoksa insanın iç dünyasında tefekkür alanını genişletiyor mu? Benim için bu önemli. Her ne ise… Böyle bir müzik; ilahi, salavat tütünden bir müzik. Milyonlarca hit almış. Ama içeriğinde bir şey yok. Güzel sesli, güzel görünümlü, genç bir kız çocuğu ilahi söylüyor. Artık tadına doyum olmaz, tam 36 milyon hit. Bu insanlar süresi kısa olduğu için bu videoyu izlediler; girip-çıkmadılar. Diyecekseniz ki bu müzik insanın hoşuna gitmiyor mu? Gidiyor. Ben itiraf ediyorum, benim de hoşuma gitti. Ama gerçek şu ki bu müzik beni bir yere götürmez. Sorularıma cevap vermez. Yalnızca beni uyutur, sakinleştirir. Tedavi eder mi, hayır! Geçici olarak bir duygu verir, benim hoşuma gider, ben de mırıldanmaya başlarım, sonra biter.”

“Şu aklıma geliyor: ‘Efendim insanlara ulaşmak için şu yolu kullanalım, bu yolu kullanalım’ diye bir problemimiz yok bizim. O ayrı bir konu. Bunu uzmanlarına bırakmak lazım. Benim hiç alanım değil. Fakat artık insanlar dinden duygularını tatmin edecek bir cevap almak yerine, duygularını geçici olarak uyuşturan cevap almak peşindeler. Kim bunlar? Dindarlar. Genellikle dindarlar. Sorgulayanlar zaten ilahî vs. deyince ‘saçmalıklara ayıracak vaktim yok’ deyip geçiyorlar. Fakat dinle alakası olanlardan, mesela, 36 milyon kişi buraya girip dinlemiş. Bu ne demektir? Demek ki ilgi alanımız tamamen kaydı.”

“Ben şunu kendime daima hatırlatıyorum: ‘Dikkat et, farkında ol! Bugün insanlar dinden ümitlerini kestiler. Onun için dinden başlayarak konuşmaya başladığın zaman evinde çocuğun bile senden kaçıyor. Neden acaba? Cevapsızlıkla kala kala karar verdiler insanlar, özellikle düşünenler, birazcık sorgulayanlar, -genç nesil hep sorgular da sonra vazgeçer-, ‘benim sorularımın cevabını din veremez; yok canım, din iyidir, ailemin, çevremin kültürüdür, zarar gelmez, bir de Allah olması lazım, tabii canım, inkar mı edeceğim, bak harika bir şeyler oluyor bu alemde’ deyip işine bakıyor.”

“Metinde, mealen ‘Kur’an’a baktım cevabını buldum’ deniyordu ya, ben bunu bir rehberlik olarak anlayacağım. Yani bu metnin okuyucusu olarak Kur’an’a baktığımda bunun cevabını buluyorum. Evet, peki nasıl buluyorum, Kur’an’a baktığımda? Kur’an ne diyor? Kur’an başka yerlerde, örneklerini göstererek ‘Sizi biz yarattık ama insan olarak yarattık. Bedeniniz itibariyle şeytanın gözünde değersizsiniz. Zaten ruhunuz şeytanın, -temsili olarak anlatıyorum- İblisin dikkatini bile çekmiyor. İnsanlar artık ruhu unuttular. Veya Kur’an diyor, unutulacak ruh tarafınız. O zaman biz Kur’an’a bakacağız. Kur’an bana diyor ki, -Kur’an baştan sona kadar adeta psikoloji kitabıdır diyebiliriz, diğer taraftan Kur’an benim bedenim hakkında onun harika yaratılışına dikkat çekmenin ötesinde, benim onu nasıl kullanacağıma dair hiçbir şey söylemez, onu ben araştırır, bulurum, bak şimdi insanlar tıbbı geliştirdi, beslenme uzmanları yetişti vs.-, bu ruhî terbiyede Kur’an bana diyor ki, ‘sen ruhî yönünü, yani senin insaniyetini yani senin insanî yönünü benimle bağlayacaksın. Benimle bağlamadığın zaman başını acı verici sıkıntılardan, elim hallerden kurtaramazsın. Neyi? Duygularını. Nedir bu duygu? Ben böyle geçici şeyleri gördüğümde, ölüp gittiğini gördüğümde, mesela bakıyorsun bir anne, çocuğu için can atıyor, baba can atıyor, bütün varlıklarını çocuğuna veriyor bakıyorsunuz kendileri de ölüp gidiyorlar. O varlıklarını, hayatlarını verdikleri çocukları da ölüyor, kabirde çürüyüp gidiyor; beden itibariyle. Ama insanın yok oluşlar karşısında içi sızlıyor. Ne yapacağız şimdi? Haa, o içimizi sızlatan duygular var ya o duygunun varlık kaynağını, yaratıcısını arayacağız.”

Yapılacak iş, gördüklerimiz veya yaşadıklarımız karşısında bizi rahatsız eden, bizi üzen, içimizi acıtan duygularımızla ilgili olarak önce bu duygunun kaynağını araştırmaktı. Bu araştırmada duygumuzun daha doğrusu duygularımızın kaynağının evren veya evrendeki bir unsur olmayıp evreni ve bizi yaratan, evren cinsinden olmaması zorunlu olan mutlak, Gaybî bir Yaratıcı olduğunu anlayıp Ona ulaşmak, sonra da Onun bize bu duyguları niçin verdiğine yoğunlaşmak, nihayet bunları Onun açıklamaları doğrultusunda Onunla buluşturmak, kaynaştırmak idi. Bu gerçekleştirildiğinde hem insaniyetimiz tatmin olacak, hem içimizi yakan hüzünler yerini huzur ve sevince bırakacaktı; tıpkı okunan metinde müellifin kendi kişisel tecrübesi üzerinden yaşadığı ve hissettiği gibi.

“Şimdi artık konu açıldı. Duyguların varlık kaynağını sorguladığın zaman kainat içinde bulamazsın. O zaman anlarsın ki kainatı kim yaptıysa, seni de bu duygularla donatan Odur, O yapacak deriz. Kainatın bu sorulara cevap vermesinden ümidimizi kesince araştırmaya başlarız. Bana bu duygu nereden geldi? Kaynak nedir? Bu duygunun kaynağı ne olabilir? Bu araştırmayı yapmayan insan hiçbir zaman Kur’an’mış, vahiymiş.. hiç oralı olmaz, din ile de hiç alakası olmaz.. Duyguların varlık kaynağını sorgulamadan hiçbir problemi çözemeyiz. Onun için her bir konuda varlık kaynağını sorgulayan bir hatırlatmaya gitmek şart. Onu sorgulayacağız. Bedenimi kim var etti diye çok konuştuk, çok konuşuyoruz. İnsanlar da konuşuyorlar. Şöyle oldu, böyle oldu, bırakın onları, bendeki duyguların varlık kaynağı nedir, bunları her zaman gündeme getireceğiz.”

“Burada vaktiyle yaşadığım bir olaya değineceğim. Küçük bir çocuk vardı, üç-dört yaşlarında. Çok hareketli, çok meraklı, her şeyi çok soran birisi idi, -bütün çocuklar öyledir ya-, biz kurban kesecektik. Kurbanı keserken çocuk başladı ağlamaya. Bir türlü susmak bilmiyor, gözünden yaşlar akıtıyor. Niye? Kurbanlık hayvanı sevmişti çünkü. Onunla oynamış, üzerine bindirilmişti vs. Sonra o çocuğa yaklaşıldı, ‘Bak yavrum, senin bu duygun var ya, acıma duygun; işte onu sana veren diyor ki, ‘bu hayvanı bırak, kendi kendine ölüp leş olup gitmesin diye bunu sana nimet yaptım; sana verilen bu duygu da sana diyor ki, yok olmayı, ölmeyi, israfı sevmeyeceksin; o hayvanı israf etme; sen endişe etme, ben sana bu hayvandan veya benzerinden çok çok yavrular, yeni hayvanlar yaratacağım. Sen de bunlardan faydalan ve Bana şükret’. Çocuğa duygunun kaynağının ne dediği söylenince çocuk rahatladı, sakinledi. Ben de o zaman can simidi gibi bir noktayı yakaladığımı düşünmüştüm. Şimdi bu vesile ile paylaşmış oldum.

Müzakerecinin birkaç kez tekrarladığı üzere burada dile getirilen husus metnin doğrudan açıklanmasıyla ilgili değildi. Dile getirilen husus kendimize ve bugünün insanına karşılaştığı sorunlarla ilgili olarak dinden veya Kur’an’dan kalıp cümleleri alıp aktarmanın yetersizliği veya yanlışlığı idi. Yapılacak iş, gördüklerimiz veya yaşadıklarımız karşısında bizi rahatsız eden, bizi üzen, içimizi acıtan duygularımızla ilgili olarak önce bu duygunun kaynağını araştırmaktı. Bu araştırmada duygumuzun daha doğrusu duygularımızın kaynağının evren veya evrendeki bir unsur olmayıp evreni ve bizi yaratan, evren cinsinden olmaması zorunlu olan mutlak, Gaybî bir Yaratıcı olduğunu anlayıp Ona ulaşmak, sonra da Onun bize bu duyguları niçin verdiğine yoğunlaşmak, nihayet bunları Onun açıklamaları doğrultusunda Onunla buluşturmak, kaynaştırmak idi. Bu gerçekleştirildiğinde hem insaniyetimiz tatmin olacak, hem içimizi yakan hüzünler yerini huzur ve sevince bırakacaktı; tıpkı okunan metinde müellifin kendi kişisel tecrübesi üzerinden yaşadığı ve hissettiği gibi. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın