Usûle Dair

Hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etmek

Hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'âlimizle izhar etmek | Ha-Mim

Said Nursi’ye ait olan bu çok kıymetli teklifin analizine girmeden önce, bugünkü kullanılan Türkçe yapısı ile bir daha ifade etsem daha iyi olacak:

İmanın hakikatlerinin kemalatını fiillerimizle sergilemek.

Fazla bir şey açıklanmadığını hissediyorum. Her bir kelime ayrı ayrı açıklama bekliyor.

Oldum olası, Risale-i Nurlara bulaştığımdan beri benim ana meselem şu oldu: İmanı yaşamak.

Ne demek “imanı yaşamak”? İmanın hakikatlerini hayatıma taşımak. Nasıl yani? İbadetlerimizi yapmak değil mi? Evet, ibadetlerimizi yaparken dahi imanı yaşamak. İman bir yana ibadetler bir yana değil. ”İbadetlerimiz” dediğimiz İslam dininin iktiza ettiği kuralları uygularken ve de o kuralları uygulama durumunda bulunmadığımız zamanlarda “imana göre” yaşamak.

Her an bir tercih yapmak durumundayız ya, o anlarımızda tercihimizi “iman neyi gerektiriyorsa” ona göre tercih ederek yaşamak. Nefes alırken, etrafa bakarken, insanî olan tüm duygularımı, iman ile ne kastediyorsam ona göre kullanmayı tercih etmem. Yani, şöyle oturduğum yerden etrafıma bakarken gördüklerimin benim için ne anlama geldiğini düşünüp, onlarda gördüğüm özellikler ile onları bana Gösteren arasındaki bağı hatırda bulundurmak. Hemencecik bu bağı hatırlayıvermek ve o özellikleri Sahibine verecek şekilde değerlendirmek.

İmanın “hads” haline gelmesi, yani bir kişinin hayatında otomatikleşmesi böyle bir şey olsa gerek. Zor mu? Hayır. Bir niyet, bir nazar ile uygulanmaya konması mümkün. Yeter ki, iman ile ameli ayrı kaplara koyarak, birbirinden ayırarak, “İman ettim, tamam, şimdi amel için ne yapmalıyım?” diye bir arayışa girmemek gerekir. İmanı yaşamak, o imanın gereğine göre bir dünya görüşü ve o dünya görüşü doğrultusunda insanî özelliklerimizi kullanmak gibi bir başlangıcı gerektiriyor.

[Yanlış anlaşılmaları önlemek için şu notu düşmem gerekir: “Amel imandan bir cüz değildir,” diye bilinen mesele buraya girmez. Yani, namazın kılınması gereğine inanan bir kimse, namaz kılmazsa bu bir ihmal neticesi olabilir, veya başka bir nedenle olmuştur, namaz kılmaması inanmadığının delili olarak alınamaz, demektir, bu kural. Aynı şekilde, hayatı gafletle geçen bir kişi, mesela ben, her gördüğü eşyayı, Yaratıcımın Kendisini bana tanıtmak için yarattığı biraraç” olarak görmüyorsam, bu hal, benim Yaratıcıyı inkar ettiğim anlamına gelmez. Kişisel durumları değil de, olması gerekeni konuştuğumuz belli ama yine de tekrar tekrar açıklamak gerekiyor.]

İman, bir tür dünya görüşüdür ki, insanın bütün insanî duygularını o dünya görüşüne göre kullanması, o imanın hakikatlarını yaşamasıdır. Zorunlu olarak, bu tür bir hayat, böyle bir dünya görüşüyle bizi tanıştıran Elçilerin hayat tarzlarına dikkat etmeyi gerektiyor. Onların hayatlarında her an bu bilinçliliğin hakim olduğunu görüyoruz. Eşya ile olan ilişkilerinde daima eşyayı bir “mektup,” bir “ayna,” bir “mesaj” olarak algılama alışkanlıklarında hiçbir an boşluk görülmüyor. Önemli olan mesele şu: Elçilerin bize takdim ettikleri dünya görüşünü yalnızca belli “fiileri” yani “amelleri” yapmaya indirgememek. Elbette bu hal, amellerin ihmali veya önemsizliği sonucuna götürmez bizi. İmanı hayatımıza uygulama gereğini konuşuyoruz. Nedense bu hassasiyet bizi, imanın gereğini, yalnızca ritüellere indirgemeye doğru sevketmiş.

Konunun önemi burada yatıyor: İmanı günümüzün 24 saatinde uygulanabilir olarak nasıl değerlendireceğiz? Kelimeler email grubunun ana hedefi bu diye biliyorum.

Buraya kadarki konuşmalarımızda gündeme getirmediğimiz bir kelime; “kemalat.” Şimdi biraz da bunun üzerinde duralım.

İmanın hakikatlarının “kemalat“ını hayatımızda bizzat yaşayarak göstermek. Neden “kemalat”? İnsanı, sıradan bir yaratık olmaktan çıkararak onu ebedi mutluluğa namzet kılan imanın kemalatıdır. Nedir bu kemalat?

Eğer Risale-i Nurlarda sıklıkla kullanılan şu ifadeleri ezbere nakletmeme müsaade ederseniz, meselenin en azından entellektüel düzeyde anlaşılmasına belki de faydalı olur: Eşya ile karşılaştığımızda, yani hayatımızın genelinde, herşeyi “mana-yı harfi” ile, yani “melekutiyeti” ile değerlendirme alışkanlığı kazanmak. Böylesi bir alışkanlık insana, kendisini Mutlak Olan Yaratıcı ile bağlayarak yaşamayı kazandıracağı için, bu dünyanın fani yönüyle meşgul etmeyecektir. Daima ebedî olan ile başbaşa kalmasını sonuçlandıracağından, insanı eğer tabir caizse, ebedîleştirecektir. Bu ebedîleştirme, insanın duygularını yokluğa değil de ebede gidecek şekilde kullanmasını sağladığı için, insanın en derin beklentisi olan sonsuz mutluluğu bu dünyada yaşamaya başlaması demek olacaktır.

Hepimiz deneyebiliriz. Şu anda aldığımız nefesten başlayarak, maddi vücudumuzda olup bitenleri bir düşünüp, bunlara bir de his dünyamızda olup bitenleri hatırlayabildiğimiz, farkında olabildiğimiz kadarıyla katalım. Sonra da gözümüzün gördüğü, kulağımızın işittiği, burnumuz hissettiği, dilimizin tattığı, aklımızın ilgilendiği, hayalimizin kapsamına aldığımız her şeyi de bir an için gündemimize getirip, hep birlikte, ”İşte ben böyle bir dünyada misafir ediliyorum. Benim Ev Sahibim şu anda bana bunları sunuyor. Bunların hepsi Onun İradesiyle bana takdim ettiği bir ziyafettir, ikramdır,” şuurunu taşıyalım

Nerede buluruz kendimizi? Huzur-u İlahide. İşte “huzur” diye buna denir. Sahipsiz değiliz, Mutlak’a aitiz, ebede namzediz. Hiç derdi olur mu böyle bir insanın? Böyle bir kişi hiç yalan söyleyebilir mi? Hiç hırsızlık yapabilir mi? Hiç Yaratıcısına teşekkürünü sunmaması mümkün mü? Secdeye kapanıp, Onunla konuşmama ihtimali olabilir mi? Hiç taleplerini Ondan başkasına sunması söz konusu olur mu?

Bu denemenin süresini uzatmayı bilinçli bir şekilde arzu eden kişi her nerede olursa olsun, Rabbini tanıyan bu kişinin ne kadar huzurla yaşadığını gören kişilerin bu insanın haline gıpta etmemeleri mümkün mü? İmanın gerçeklerinin kemâlâtını hayatında yansıtan insan budur. Gerçek davetçi bu insandır.

Sokaklara dökülüp “İslam’ın propagandası”nı yapmak, İslamın haşmetini göstermek için ”büyük güçlere” sahip olmak mı, yoksa imanın hakikatlerinin kemâlâtını hayatımızda bizzat yaşayarak temsil etmek mi daha etkili bir yöntemdir dersiniz?

Yazar hakkında

Ali Mermer

Yorum yazın

2 Yorum

  • Risale okumalarında , anlamada, efalimizle esma sıfat ve Zatı ulûhiyete ayine olmakta çok çalışmamız gerektiğini anladım , kışr da kaldığım için lüb bü bulamadığımı tam hissettim . Özellikle manayı harfi ile imanı her daim yaşamak ne kadar önemliymiş… Binler selam .. Sitede emeği geçen herkesten Allah razı olsun  …

    • Ahmet kardesim,

      Samimi dualariniz icin tesekkur ederim. Rabbimiz sizden de razi olsun.

      Selam ve sevgilerimle.