Ha-mim’de geçtiğimiz günlerde yapılan (10. 04. 2022) Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=Di7et1A1PUc), Barla Lahikası’nda, Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyli başlığında yer alan ve müellifin bir doktora yazığı mektup (no: 68) okunup müzakere edildi. Bir sayfalık hacme sahip olan ve doktorun şahsında herkes için mesaj dolu olan mektubun her paragrafı hakkında, hayatımıza dokunan çok kıymetli müzakereler paylaşıldı. Ben bunların tamamını ilgili kayıtlara havale ederek bir kısmına değinmek istiyorum.
Mektubun başında, besmeleden sonra müellifin yayın vesilesiyle koyduğu anlaşılan şöyle bir cümlesi var: “Nur Risalelerine çok müştak ve onların mütalâasından intibaha düşen bir doktora yazılan mektuptur.” Bir müzakereci bu cümleyle ilgili olarak şunları dile getirdi: “Bu cümlede birbirinin sonucu gibi görünen üç ifade dikkat çekiyor: Risale-i Nur’a çok müştak olmak, onları mütalaa etmek, intibaha gelmek. Risalelere çok iştiyaklı olmak sonuçta onları ciddi mütalaa ederek okumayı, mütalaa ederek okumak da sonuçta ruhî uyanıklığı netice veriyor. Başka bir ifadeyle ruhen uyanıklığa ulaşabilmenin yolu Risaleleri mütalaa etmek yani anlayarak, sindirerek, duygularımıza mal ederek okumaya bağlı. Bu ise Risalelere iştiyak duymanın sonucu. Peki insan, bir kitaba -burada Risalelere- nasıl ya da niçin çok iştiyak duyar? Faydasını gördüğü, sorularını cevaplandırdığı, insanî ihtiyaçlarını karşıladığı zaman. Bu takdirde cümleyi şöyle anlamak gerekiyor: Mektubun muhatabı olan doktor Risaleleri okuduğunda azami ölçüde faydalanıyor, akıl ve duygularının tatmin olduğunu fark ediyor, bu fark ediş onda bu eserlere karşı bir özel bir arzu ve şevk meydana getiriyor. Demek ki benim de, bizlerin de Risalelere bu şekilde muhatap olmamız gerekiyor diye bir ders çıkarıyorum ben bu cümleden.”
Bir başka katılımcı mektupta geçen şu paragrafı müzakere konusu yaptı: “Biliniz ki, mevcudat içinde en kıymettar, hayattır. Ve vazifeler içinde en kıymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ı hayatiye içinde en kıymettarı, hayat-ı fâniyenin hayat-ı bâkiyeye inkılâp etmesi için sa’y etmektir. Şu hayatın bütün kıymeti ve ehemmiyeti ise, hayat-ı bâkiyeye çekirdek ve mebde ve menşe olması cihetindedir. Yoksa, hayat-ı ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda şu hayat-ı fâniyeye hasr-ı nazar etmek, ânî bir şimşeği sermedî bir güneşe tercih etmek gibi bir divaneliktir.” Söz konusu müzakereci özetle şunları söyledi: “Müellif burada mevcudat içinde en değerli şeyin hayat, vazifeler içinde de en değerli şeyin hayata hizmet olduğunu söylüyor. Ardından da hayatın hizmetleri içinde en değerli şeyin fani hayatı baki hayata dönüştürmek için çalışmak olduğunu belirtiyor. İfade etmeliyim ki bu cümle beni çarptı. Bir insan bu dünyada ne kadar mutlu yaşarsa yaşasın, günün birinde bu dünyadan gideceğine göre elbette en önemli, en değerli şey hayatı ebedileştirecek çalışma yapmaktır. Bu da geçici hayat şartlarının varlık kaynaklarını sorgulayarak kainatın tümünü var eden Mutlak Yaratıcıyı tanıyıp tasdik etmek ile mümkün olur. Böyle bir Yaratıcıya ulaştıktan sonra insan, hayatın bu Yaratıcıya ait olduğunu kavrar. Sonsuz özellikleri olan Yaratıcısının kendisini yokluğa mahkum etmeyeceğini anlar ve böylece bu dünyada iken ebedi hayatın garantisi ile yaşamaya başlar.”
Başka bir müzakereci mektupta geçen şu paragrafın altını çizdi: “Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur.Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenâb-ı Haktan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” Mezkur müzakereci özetle şunları paylaştı: “İki hususu ifade etmek istiyorum. İlki usûl ile ilgili. Müellif burada önce kendisinden pay biçiyor; kafasını teftiş ettiğini ve çok lüzumsuz bilgi bulunduğunu gördüğünü söylüyor, sonra muhataba söyleyeceğini söylüyor. Burada müellifin nasıl nezaketli bir tutum sergilediği açıkça müşahede ediliyor. İkincisi, müellif bu paragrafta bilgileri lüzumlu ve lüzumsuz diye iki kategoriye ayırıyor; kişinin insanîyetine yaramayan bilgileri ikinci kategoriye koyuyor ancak bu ikinci kategorideki bilgileri faydalı, nurlu ve canlı hale getirmenin çaresi bulunduğuna işaret ediyor. Metindeki ifade ile -fennî malumatı ve felsefî maarifi- canlandırmak ve nurlandırmak için ‘fikri Sâni-i Zülcelal hesabına çevirmek’ gerektiğini kaydediyor. Demek ki fiziki alemin işleyişine dair öğrendiğimiz bilgileri insanîyetimizle sorgulayarak değerlendirirsek, onları malumat yığını, -metindeki ifade ile- odun olmaktan çıkarır, onları Yaratıcısını tanıtan, Onun özellikleri hakkında bilgi veren ve dolayısıyla hayata anlam ve hedef kazandıran bir ‘ışık’ kaynağı haline dönüştürürüz.”
Başka bir müzakereci, Mektuptaki, “Zeki dostum, kalb çok arzu ederdi, ehl-i fenden envâr-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur’âniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulûsi Bey’e benzeyecek adamlar ileri atılsın” cümlesiyle bağlantılı olarak ‘ihtiyaç’ kavramı etrafında geniş bir tefekkür paylaştı: “İhtiyaç konusu benim de dikkatimi çekti. Soruyorum, bu ihtiyaç nasıl ortaya çıkar diye? İnsan nasıl ihtiyacının farkına varır? Bu sorunun cevabı ne olabilir dedim? Mesela bir kişi, birtakım bilgileri elde etti, peki bu bilgiler ne işe yarar? Evet, bu dünyada birtakım işler yapmama yarar. Şimdi bazılarının yaptığı gibi mesela sosyal medyadan elde edilen bilgiler dedi kodu yapmaya yarar. Politikacıların oyunlarını bilmeden atıp tutmaya yarar. Gıybet yapmaya yarar vs. Mesela teknik bilgiler meslek sahibi olmaya yarar. Diyelim ki şöyle bir meslek edindim, para kazandım, aile hayatı kurdum vs. Peki bunlar insanî ihtiyaçlarıma cevap veriyor mu? Bu sayede insan olarak her türlü ihtiyacım karşılanmış oluyor mu? Düşünmek gerekiyor, sorgulamak gerekiyor. Düşünelim, sorgulayalım. Peki baktığımızda böylesi insanlar toplumun genelinde sorguluyorlar mı? Böyle bir ihtiyaç hissediyorlar mı? Böyle bir ihtiyacı dile getirenler var mı?”
“İhtiyacın fark edilmesi için kişilerin uyarılması lazım, ‘bak, senin şunlara şunlara ihtiyacın var’ diye. Böyle insanların ellerindeki malzemeleri sorgulamalarına teşvik edecek bir kaynak olması lazım. ‘Evet, bunları güzel öğrendin, kafana bu bilgileri yerleştirdin, ayrıca doğduğun toplumdaki kültürden aldığın bilgileri de kafana koydun; peki bunlar senin hangi insanî istek ve ihtiyaçlarını karşılıyor? Daha açık ifade etmek gerekirse, toplumda ‘şunlar, temel insanî ihtiyaçlar, öğrendikleriniz bu temel ihtiyaçları karşılıyor mu’ diyecek, bu konuda -deyim yerindeyse- bir ‘vazife’ yüklenecek insanlara ihtiyaç var diye düşünüyorum. Bunlar, ‘evet, çok bilgiler aldınız, bunlarla bedeninizin ihtiyaçlarını karşıladınız da insanîyetinizin ihtiyaçlarını karşılamadınız; bunları insaniyetinizin ihtiyaçlarını karşılamak için de şöyle bir dönüştürmeye tabi tutabilirsiziniz’ demelidirler. Yine bu insanlar kültürden din bilgiler almış kimselere de, ‘içinde yaşadığınız toplumda dinî bilgileri almış, yüklenmiş kişiler olabilirsiniz; peki bunlar senin hangi ihtiyaçlarına cevap veriyor, sorguladın mı, yoksa benim dinimin bilgisi bu diye yüklenip tutturup gittin mi?’ diyeceklerdir.”
“Gerek fen alanında bazı bilgileri almış kişilere gerekse dinî alanda birtakım bilgiler elde etmiş kimselere bu bilgilerinin insanî ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadığını sorgulamalarına katkı yapmak lazım. Diyelim bir kimse, böyle bir sorgulamaya girmeyip yürüyüp gidiyorsa, bu durum Kur’an’ın Yahudi alimleri üzerinden yaptığı tasvire benziyor. Kitapları almış, yüklenmiş gidiyorlar, ne taşıdıklarını bilmiyorlar diye. Dinî bilgilerin de ihtiyaç temelli karşılanması gerekir. Yani sorgulanıp ihtiyacı karşılayacak şekilde yoğrulması lazım. Mesela ben her namazda Fatiha sûresini okuyorum. Peki, bu benim hangi ihtiyacımı karşılıyor diye sormam lazım. Namaz kılıyorum; namaz benim hangi ihtiyacımı karşılıyor diye sormam lazım. Oruç tutuyorum; oruç benim hangi ihtiyacımı karşılıyor diye sormam lazım. Sevap kazanmak mı, bu benim dini görevimdir, yapıyorum demek için mi? Acaba böyle deyince ihtiyacı karşılamış oluyor muyuz? Mesela ‘Allah’a iman, vahye iman, resulüne iman. Bunlar bizim hangi ihtiyacımızı karşılıyor’ gibi çok daha geniş bir yelpazede ihtiyacın ortaya çıkarılması faaliyetine girmek gerekiyor. Çünkü insanların bilgiye ihtiyacı yok, bilginin insanîyetleri lehine dönüştürülmesine ihtiyaç var.”
“Mesela tıp okumuş birisine, bu senin hangi ihtiyacını karşılıyor dediğimizde, ‘hayatımı kazandım, meslek sahibi oldum’ diyor. ‘Bu sayede ihtiyaçlarını karşılıyorum’ diyor. Hangi ihtiyaçlarını? Bedeni ihtiyaçlarını, fizikî ihtiyaçlarını. Peki insanî ihtiyaçlar fizikî ihtiyaçlardan mı ibarettir? Sonunda ölüp gideceksin. Acaba sen niye insanların ömrünü uzatmak istiyorsun, doktor olarak? Kendinin de uzun yaşamasını istersin. Neden? Çünkü sana verilenleri kaybetmek istemiyorsun. Ne zamana kadar? Mümkünse ebedi olarak. Demek ki bizim başka ihtiyaçlarımız varmış… Bu dünyada karşılanmayan ihtiyaçlarımız varmış… Böyle teşvikler gerekiyor. Dinî bilgisi olanlara da ‘bu senin hangi ihtiyacını karşılıyor’ demek lazım, onun da teşvike ihtiyacı var. Risale-i Nur’u dikkate okursak, Risale-i Nurun bütün iman esaslarını ve ibadetleri ihtiyaç karşılayıcı faktörler olarak sunduğunu görürüz. ‘Bunlar sizin insanî ihtiyaçlarınızı karşılıyor’, der. Yoksa temel insanî ihtiyaçlarımızı düşünmez, sorgulamaz, yuvarlak olarak ‘dinî-millî ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz’ der, geçip gidersek insaniyetimizin hakkını vermemiş olur, kendimize yazık etmiş oluruz.”
Ders devam eden bölümlerinde, en azından bazı insanların neden insanî ihtiyaçlarının farkına varamadıkları, bunun farkına varmaları için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi sorular etrafında daha da hareketlenerek devam ediyor.
Dersin son bölümlerinde yoğun olarak “ihtiyaç” konusu gündeme gelince, dersten sonra Abraham Maslow’un çok meşhur “ihtiyaçlar hiyerarşisi” teorisine tekrar baktım. Klinik çalışmalarına dayalı olarak yapılan bu çalışmada faydalanılacak yönler bulunmakla beraber temel “insanî ihtiyaçlar” konusunda ciddi araştırma, tezekkür ve tefekkürlere ihtiyaç olduğunu anladım. Umarım Risale-i Nur’un verdiği perspektifi de göz önünde bulundurarak bu alanda insanlığın önüne konacak hayatî çalışmalar gerçekleştirecek nesiller yetiştirilir.