Ders Notları

“Kitap”tan “Hitab”a: “Kainat-Usta-İnsan” Arasındaki Diyalog

“Kitap”tan “Hitab”a: “Kainat-Usta-İnsan” Arasındaki Diyalog | Ha-Mim

Ha-mim’de geçtiğimiz hafta sonu (02. 07. 2023) yapılan Mektubat dersinde, Yirminci Mektup’un okunmasına ve müzakeresine devam edildi. İsm-i azam mertebesinde olduğu ifade olunan “cümle-i tevhîdiye”nin dördüncü kelimesi olan “lehü’l-mülk” ibaresinin delillendirildiği İkinci Makam’daki yedi fıkradan dördüncü ve beşinci fıkralar müzakereye konu edildi. Ben dersin tamamını ilgili video kaydına havale edip (https://www.youtube.com/watch?v=m-tKsi1OdaY), aşağıda alıntılanan dördüncü fıkra ile ilgili olarak paylaşılan tefekkürlerden bir kısmına değinmekle iktifa etmek istiyorum:

“Sâni-i Zülcelâlin âlem-i ekberdeki san’atı o derece mânidardır ki, o san’at bir kitap suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten medet alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübînin bir nüshası olan Kur’ân-ı Hakîm şeklinde ilân edildi. Hem nasıl ki, kâinattaki san’atı, kemâl-i intizamından kitap şekline girdi. İnsandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti dahi hitap çiçeğini açtı. Yani, o san’at, o derece mânidar ve hassas ve güzeldir ki, o makine-i zîhayattaki cihazatı, fonoğraf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i takvim içinde bir sıbga-i Rabbâniye vermiş ki, o maddî, cismanî, câmid kafada mânevî, gaybî, hayattar olan beyan ve hitap çiçeği açıldı. Ve o insan kafasındaki kabiliyet-i nutuk ve beyana o derece ulvî cihazat ve istidat verdi ki, Sultan-ı Ezelîye muhatap olacak bir makamda inkişaf ettirdi, terakki verdi. Yani, fıtrat-ı insaniyedeki sıbga-i Rabbâniye, hitab-ı İlâhî çiçeğini açtı. Hiç mümkün müdür ki, kitap derecesine gelen bütün mevcudattaki san’ata ve hitap makamına gelen insandaki o sıbgaya Vâhid-i Ehadden başkası karışabilsin? Hâşâ!” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 228)

Görüldüğü gibi metin “alem-i ekber”deki yani kainattaki anlamlı, harika sanatın bir kitap gibi tezahür ettiğini, bütün fenlerin ve bu fenlerle ilgili olarak kütüphanelerdeki kitapların bunu teyit ettiğini, esasında Kur’an’ın da bu muazzam kitabın bir nüshası, bir nevi kopyası ya da tercümesi hükmünde olduğunu ifade ediyor. Ardından söz insana getirilerek insanın da harika bir yaratılışa mazhar kılınarak konuşma özelliği ile donatıldığı, kainattaki “kitap”ın insanda “hitap” çiçeği açtığını; dolayısıyla kainatı kitap gibi yazan ile insana konuşma özelliği verenin aynı kaynak olduğu belirtiliyor.

Kitap ile hitap arasındaki ilişkiyi görmek gerekiyor. Önce kainatın mükemmel bir kitap olduğunun görülmesi, sonra insandaki konuşma yani “hitap” özelliğinin görülmesi, sonra da ikisi arasındaki zorunlu bağın fark edilmesi gerekiyor. Tıpkı kilit ile anahtar arasındaki bağ gibi. İkisinin birbiriyle ilişkisini görünce insan mantığı zorunlu olarak, “kilidi kim yapmışsa anahtarı yapan odur” diyor.

Moderatörün dikkat çektiği gibi, metin hem kainata hem insana bakıyor. Kitap ile hitap arasındaki ilişki üzerinden Yaratıcının vahdetine, Onun her şeyin hükümranı olduğuna değiniyor. ‘Kainat kitabı kimin ise insana hitap özelliğini veren de Odur’ deniliyor. Kitap ile hitap arasındaki ilişkiyi görmek gerekiyor. Önce kainatın mükemmel bir kitap olduğunun görülmesi, sonra insandaki konuşma yani “hitap” özelliğinin görülmesi, sonra da ikisi arasındaki zorunlu bağın fark edilmesi gerekiyor. Tıpkı kilit ile anahtar arasındaki bağ gibi. İkisinin birbiriyle ilişkisini görünce insan mantığı zorunlu olarak, “kilidi kim yapmışsa anahtarı yapan odur” diyor. Metin aynı zamanda sözü Kur’an’a getiriyor ve “kainatta filleri ile konuşan, Kur’an’da sözüyle konuşandır” diyor. Sonra bu husus şu üçlü ile ifadesini buluyor: Kainatta sanatı ile konuşan, Kur’an’da sözü ile konuşan, insana konuşma ve konuşulanı anlama özelliği veren aynı Kudrettir.

Moderatörün açıklamaları ve bunu teyit eden müzakerecilerin paylaşımlarından sonra bir müzakereci şunları söyledi: “Müzakerecilerin söylediklerini de dikkate alarak ben metnin mesajını çok basit bir örnekle kafama şöyle yerleştirmek istedim: Tahtadan çok güzel yapılmış, sanatlı, harika bir dolap göreyim karşımda. Bunun varlığı, sanatlı oluşu, inceden inceye süslü yapılışı bana bir hakikatten haber veriyor. Nedir o hakikat? Odun kendisini böyle anlamlı ve sanatlı bir şekilde düzenleyecek veya geliştirecek değil ya, onun mutlaka bilinçli, kabiliyetli ve sanatını seven sanatkarı olmalıdır. Bu dolabı yapan marangoz sanatını uygulayarak kendini tanıtmak istiyor. Dolap bana bunun haberini veriyor. Metinde, ‘o kitab-ı hikmet o derece hakikate bağlı ve hakikatten medet alıyor ki…’ deniyor. Bu cümlecik o dolabın varlığı böyle bir sanatkarın varlığının hakikat olabileceğine şahitlik yaptığını ifade ediyor.”

“Metindeki şu ifade de önemli: ‘Kitab-ı mübinin bir nüshası olan Kur’an-ı Hakim…’ Buradaki kitab-ı mübinden maksat kainat kitabı. Yani verdiğim örnekte ‘dolap’. O dolabı yapan marangoz, ‘Ben şu kabiliyetlere sahip olan birisiyim, konuşabilen, konuşulanları anlayan insana sözlerimle de kendimi tanıtıyorum’ diyor. İşte bu konuşma Kur’an’ı Hakim oluyor. Demek ki marangozun kendisi yapmış olduğu dolap ile olduğu gibi, konuşmasıyla da kendisini tanıtıyor ve bu iki mesaj aynı mahiyeti taşıyor. Dolap, ‘Benim bir sanatkarım var, bir marangoz var, o beni yaptı’ diyor. Marangozun konuşması da ‘Dolabı yapan benim, size kendimi bu dolap aracılığıyla tanıtıyorum’ diyor. Yani ‘beni hem yaptığım eserimle hem konuşmamla tanıyın’ diyor. İnsan da buna karşı cevap verebilecek kabiliyette. Bu da metinde ‘hitap çiçeği açtı’ biçiminde ifade ediliyor. İnsanın bu vakıa karşısında ‘Ben dolabı sevdim, çok sanatlıdır, bunu yapan marangoz ne güzel sanatlı yapmış, ben de onun sanatını sevdim, takdir ettim ve dolayısıyla sanatkarını da sevdim, böyle bir dolabı bana hediye ettiği için memnun oldum; ayrıca konuşmasıyla bana kendisini tanıttığı, bu dolabı nasıl ve niçin yaptığını benim anlayacağım şekilde açıkladığı için de çok müteşekkirim’ şeklinde konuşmasıyla karşılık vermesi insanı gayet tatmin eden bir davranıştır. Böylece marangoz, dolap ve insan arasında çok anlamlı bir diyalog gerçekleşmiş oluyor. İnsanın marangozun dolabı sanatlı bir şekilde yaparak kendisine hediye etmesine ve konuşmasıyla da insanı yine kendisine muhatap edinmesine, kendisini ona tanıtmasına karşı marangoza hitap ederek, ‘Seni anladım, Seni tanıdım, varlığından eminim’ hakikatini onaylaması ne kadar insani bir tavırdır! Böyle üçlü bir diyalog var ve bunlar birbirini onaylayarak devam ediyor. Bu diyaloga dolap yani kainat ‘evet, bu bir hakikattir’ diyor, marangozun konuşması yani Kur’an da ‘evet, bu dolabı ben yaptım’ diyerek bu hakikati konuşma diliyle insana bildiriyor, dolabı gören ve marangozun konuşmasını dinleyen yani insan fıtratı ‘evet’ diyerek onaylayıp bu konuşmaya karşılık veriyor. Böylece hepsi aynı hakikatte ittifak ediyor.”

Bu diyaloga dolap yani kainat ‘evet, bu bir hakikattir’ diyor, marangozun konuşması yani Kur’an da ‘evet, bu dolabı ben yaptım’ diyerek bu hakikati konuşma diliyle insana bildiriyor, dolabı gören ve marangozun konuşmasını dinleyen yani insan fıtratı ‘evet’ diyerek onaylayıp bu konuşmaya karşılık veriyor. Böylece hepsi aynı hakikatte ittifak ediyor.

Bundan sonra moderatör, müellifin “sıbga”, “ahsen-i takvim”, “beyan” gibi Kur’an kelimeleriyle konuştuğunu belirtmesi üzerine başka bir müzakereci şunları paylaştı: “Evet, ifade edildiği gibi metinde birçok Kur’an kelimesine ve terkibine yer veriliyor. Mesela ‘boya’ anlamına gelen ‘sıbga’ kelimesi bir ayette şöyle geçiyor: ‘İşte Allah’ın boyası! Boyama bakımından Allah’tan daha güzel olan kim vardır, biz Ona ibadet ediyoruz [deyin]’ (Bakara 2/138). Klasik tefsirlerde ‘sıbga’ Allah’ın verdiği fıtrat, fıtrî özellikler olarak yorumlanıyor. Müellif de ‘fıtrat-ı insaniyedeki sıbga-ı Rabbâniye hitab-ı ilahî çiçeği açtı’ diyerek bu yoruma uygun bir ifade kullanıyor. Aynı şekilde ‘beyan’ kelimesi de insanın konuşması, hitap özelliği olarak Rahman suresinin ilk ayetlerinde dile getiriliyor: ‘Rahman, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (konuşmayı) talim etti’ (55: 1-4). Malum, ‘ahsen-i takvim’ terkibi de insanın en güzel bir yaratılışla yaratıldığını ifade eden Tin suresinde (95: 4) geçiyor.”

Başka bir müzakereci burada anlatılan hususların “cümle-i tevhidiye”nin dördüncü kelimesi olan “lehü’l-mülk” hakikati etrafında söylendiğine dikkat çekerek kısaca şunu paylaştı: “Buradan anlaşılıyor kainat Yaratıcının mülkü olduğu gibi, insan da Onun mülkü, insanın ‘konuşma’ özelliği dahil her bir yeteneği de Onun mülkü.”

Diğer bir müzakereci bu not üzerine şunları ifade etti: “Az önceki müzakerede bizim konuşma özelliğimiz dahil her şeyin Onun mülkü olduğuna dair açıklama, bana, müellifin başka bir eserinde dile getirdiği ‘tevhîd-i hakikî’ terimini çağrıştırdı. Müellif söz konusu yerde tevhidi ‘amiyane tevhid’ ve ‘hakikî tevhid’ diye ikiye ayırıyor. İlkinin toptancı, genellemeci, umumi kabulden kaynaklanan bir ifadeye dayandığını, böyle diyenler için bazı eşyada hırsızlık olabileceğini, yani bazı şeylerin Allah’ın dışında kaynaklara verilebileceğini anlatıyor. İkinci tevhidin ise sorgulamaya dayalı olarak her şeyde, her varlıkta, her fiilde Onun mührünün, imzasının yani delillerinin görüldüğü, küçük-büyük her bir şeyi ancak Onun yaratabileceğinin tahkiki olarak benimsendiği bir tevhidin söz konusu olduğu, böyle delillere dayanarak kainatın sahibini tanıyan bir kimsenin nazarında hiçbir hırsızlık olamayacağı, yani hiçbir şeyin kainatın tümünü yaratan Allah’ın dışında bir varlığa izafe edilemeyeceği vurgulanıyor.”

Dersin devam eden bölümlerinde beşinci fıkra okundu ve kıymetli tefekkürler paylaşıldı. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın