Ders Notları Risale-i Nur Okumaları

Lemaat, 100. Ders Notları

Ha-Mim Defaulted Featured Image

Allah’ın rahmet ve gazabından fazla tahassüs hatâdır

“Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah’ın gazabından fazla gazab edilmez.

Öyle ise, işi bırak o âdil-i Rahîme. Fazla şefkat elemdir; fazla gazab zemîme.”

05. 04. 2020 tarihli, 100. Lemaat dersinde, geçen hafta okunup müzakeresine başlanılan yukarıdaki metin çerçevesinde, gündeme gelen şu soru etrafında değerlendirmeler gerçekleştirildi: “Tabiata baktığımızda, söz gelimi, belgesel programlarını izlediğimizde, rahmetle uyuşmayan manzaralar görüyoruz. Bir aslan masum bir ceylanı parçalıyor, bir timsah kıyıda su içen zavallı zebrayı katlediyor, bir yılan kertenkeleyi yutuyor vs. Bunları görünce bizim de içimiz cız ediyor, burada rahmet nerede diye sormadan edemiyoruz”. Başta ve daha yoğun olmak üzere moderatör ve katılımcılar yaklaşımlarını paylaştılar. Ben şahsen sık sık gündeme gelen ve “şer problemi” diye anılan konuyla ilgili açıklamalardan çok istifade ettim ve konunun zihnimde biraz daha oturduğunu fark ettim. Aşağıda bu değerlendirmelerden bir bölümünü, -zapt edebildiğim kadarıyla- özetlemeye çalışıyorum (her paragraf bir müzakereciye değil, ayrı bir müzakere notuna işaret eder):

*Önce geçen hafta ulaşılan şu üç hususu tekrarlamak istiyorum: a) Bendeki bütün duygular bana Yaratıcıyı tanımak için verilmiştir. Evet, bu bir sonuç cümlesidir. Bu sonuca nasıl ulaştığımız önceki derslerde uzun uzun konuşuldu. Bir cümlelik özeti şu: Varlık alemini insaniyetimle gözlemleyip vahyin ışığında değerlendirdiğimde bu sonuca ulaşıyorum; b) Metin diyor ki, “sen bu duygularını kullandığında, varlıklarda gördüğün bir olayda rahmeti az görüyorsan bu hatadır; o rahmeti kendine mal etmenin bir sonudur bu. Gazap da öyle”; c) Yine metin diyor ki, “senin bu metinde vurgulanan prensibe uyup uymadığının göstergesi, baktığında bir şeyden ‘elem’ duyman ya da onu ‘olumsuzlaman’dır. Eğer duyguların seni buna götürüyorsa sen duygularını veriliş maksadına uygun şekilde kullanmadın, demektir.”

*“Aslanın ceylanı parçalamasında rahmet nerede?” sorusuyla ilgili olarak ben kendi dünyamda, nazari olarak bunu belli basamaklar dahilinde anlamaya ve cevaplandırmaya çalışıyorum. Birinci basamak: Yaratıcının “mutlakiyet”i meselesi. Ben “tüme varım metodu” ile bir varlığa bakıyorum, rahmeti görüyorum, diğerine bakıyorum, diğerine bakıyorum, en sonunda sayamayacağım için ‘Varlık Kaynağı mutlak rahmet sahibi’ deyip işin içinden çıktığımı sanıyorum. Oysa tüme varım diye anılan bu düşünme biçimi mutlakiyeti –ne kadar çok çok çok rahmet sahibi dersem diyeyim- sayı cinsinden tanımlaya gider. Halbuki Yaratıcının özelliği sıfırı bir etme (0-1) şeklinde gerçekleşiyor. Yani yoktan bir rahmet vücuda getiriyor. Dolayısıyla, Onun rahmeti “mutlak” olmalıdır, diyorum. Başka bir ifadeyle Onun rahmetinin mutlaklığı niceliksel bakımdan değil nitelikseldir, şeklinde bir sonuca ulaşıyorum.

*İkinci basamak şu. Eğer ben kendi tecrübemden yola çıkarak “rahmetin mutlak” olduğu sonucuna ulaşmışsam, önümde duran şeyin rahmet olup olmadığı sorusuna geçebilirim. Bunun için de iki prensibi dikkate almalıyım: a) Olayı (sorudaki örnekten hareket edersek aslan ve ceylanı) tam olarak bilemediğimi, bilemeyeceğimi, dolayısıyla onlar hakkında yanlış hüküm vermekten kaçınmam gerektiği, b) bu olayı yorumlarken kullandığım acı, ceza, musibet… gibi kavramları çıkar temelli seküler haliyle değil, var oluşsal zeminde, vahyin rehberliğinde çalışarak elde ettiğim doğru tanımlarla açıklamak.

*Şimdi biraz daha netleştireyim: Ben tam olarak aslanı biliyor muyum? Hayır. Ceylanı biliyor muyum? Hayır. Onların ne yaşadıklarını tam olarak hissediyor muyum? Hayır. Peki, benin aslanın ceylanı parçaladığında duyduğum acının onlara etkisi var mı? Hayır. Ama aslana kızıyor, ceylana ah vah ediyorum. Demek ki aslana kızacak, ceylana acıyacak şekilde var ediliyorum. Peki, “benim bunu tecrübe etmemdeki maksat nedir”, diye soruyorum. “Ortada adaletsizlik var” diye haddimi aşan hüküm veremem. “Ben burada adaletsizlik görüyorum” diyebilirim. Demek ki bende “adalet” diye bir duygu var, şeklinde bir sonuca ulaşıyorum. Peki, “rahmet” ne idi? Kainatın var ediliş amacına uygun davranmak. Peki, benim var edilme amacım ne idi? Rabbi tanımak. Peki, aslanın ceylanı parçalaması olayı bana Rabbi tanıttı mı? Evet. Öyleyse benim açımdan maksat hasıl olmuştur.

*Eğer, burada ben yine “aslana kızıyor, ceylana acıyorsam, ve bu meseleyi burada bırakıyor, kendimde bu hissiyatların ne için yaratıldığına dair bir anlamlandırma çabasına gitmiyor, ve dolayısıyla Yaratıcının burada bir rahmetsizlik yaptığı sonucuna ulaşıyorsam, bunun sebebi bendeki rahmeti ve gazabı kendime mal etmemdir, diyor metin.

*Bu iki basamağa başka basamaklar de eklenebilir. Mesela “hikmet” basamağı. Bu tür olayları ekolojik denge vs. açısından araştıranlar birtakım önemli sonuçlara da ulaşıyorlar. Bunlar “destekleyici argümanlar” bir bakıma. Ama ben iki basamak halinde ortaya koymaya çalıştığım perspektifin önemli olduğunu düşünüyorum.

*Konuyla ilgili başka bir çağrışım şu: Bu tür olaylarda o şeyin perspektifinden bakmak aslında Yaratıcı katından bakmakla eş anlamlı hale geliyor. Oysa biz kendi konumuzu bilip kendi “kalemizi” korumalıyız. Mesela, bir suça bir ceza veriliyor, tamam, diyorum. Eğer ceza gecikiyorsa ‘adalet aksıyor’, diyorum. Eğer suç ile ceza örtüşmüyorsa ‘adalet yok’ diyorum. Oysa bu tür hükümler zamansal yani ayağını zamana basan hükümlerdir. Allah ise “mutlak” olduğu için her türlü zaman ve mekan kayıtlarından münezzeh olandır. Zaman benim içindir, çünkü ben zamana bağlı olarak yaşıyorum.

*Ben “aslan-ceylan” olayına gerçekte “ben” kimim sorusuna cevap vermek suretiyle yaklaşmak gerektiği kanaatini taşıyorum. Evet, ben bir şeylere acıyorum, bir şeylere kızıyorum, bir şeylere üzülüyorum… Peki, benim varlık alemindeki yerim neresidir? Ben lokal bir varlığım. Allah’a inanıyorum ama mesela, virüste rahmeti görmekte zorlanıyorum. Vahiyden, “ahsene külle şey’in halakah: O, yarattığı her şey güzel kıldı” diye öğreniyorum.  ama aslanın ceylanı öldürmesinin neresi güzel, insanları kırıp geçiren virüsün neresi güzel?” diyorum. Yukarıdaki müzakereden anlıyorum ki, benim buradaki yanlışım aslanın yahut virüsün kendi başına bir varlık olduğuna hükmetmemden kaynaklanıyor. Bir kitap benzetmesi üzerinden gidersem, diyelim o kitapta “çirkin” diye bir kelime var. Eğer o kelimeyi, tek başına alıp burada “çirkin kelimesi var” dersem, yanlış yapmış olurum. Oysa kitaptaki “çirkin” kelimesi bir bağlamda geçiyor. Ona müstakil olarak değil, o bağlamda bakıp değerlendirme yapmam gerekir. Eğer, “tamam da sözlükte ‘çirkin’ kelimesinin anlamı belli, bak burada çirkinlik var” diyorsam, anlıyorum ki ben o kelimeyi yazarı, bağlamı vs. düşünmeden yanlış bir geçişle ele alıyorum, diye anlıyorum. Son cümlem “ene”yi doğru yerine oturtmak!

*Ben de anlatılanları tersten bir örnekle pekiştirmek istiyorum: Hava alırken oksijen çekiyorum içime, bundan üzülmüyorum. Etçillerin yediği hayvanlara üzülüyoruz başka hayvanları parçalıyorlar diye, tamam. Ya otçullar? Onlar da güzelim çimenlerin işlerini bitiriyorlar. Bunlara üzülmüyorum. Neden? İrfanımdan mı, ahlakımdan mı? Hayır! Ortada bir yaratılış gerçeğim var. Ceylana üzülüyorum ama otlara üzülmüyorum. Bazı şeyler bana sevdirilmiş olarak bazı şeyler sevdirilmemiş olarak kendimi bir hayatın içinde buluyorum. Peki, ne yapacağım? İlk müzakerelerde dile getirildiği gibi hissiyatımı varlık Kaynağını tanıma açısından kullanacağım. Bu zaten söylendi. Teyit etmek istedim. Diğer taraftan birer kelime ile ifade edeyim, bu konunun hikmet boyutu da var, ahlak boyutu da var… Mesela nedir ahlak boyutu? Bir hayvan başka bir canlıyı parçalayarak yavrusuna yiyecek yapıyor. Bundan rahatsızlık duymak üzere yaratılmış olduğumu fark eden ben, kendime “bunu yapmamalıyım, bu bana sevimsiz geliyor” diyorum…

*Mutlakiyet konusunun niceliksel değil de niteliksel olduğu yaklaşımı meseleyi, benim zihnimde büyük ölçüde çözüyor gibi göründü. Yani Allah’ın rahmeti “mutlak”. Ne demek? Sınırsız, sonsuz, sayı cinsinden olmayan, zâtî… Tamam. Aslında vahyî rehberlik de bunu söylüyor. Mesela, A’raf suresinin 156. ayetinde, “ve rahmetî vesiat külle şey: İşte Benim rahmetim, her şeyi kuşatmıştır!” buyruluyor. Buradaki “külle şey” ifadesi tam da “mutlakiyet”i ifade ediyor. Peki, ben kainatta genel olarak rahmeti görüyor muyum? Görüyorum. Peki, göremediğim yerler de var mı? Var. Örneğin aslanın ceylanı parçalaması. Peki, bir şeyi göremem olmamasına delil olur mu? Hayır. Peki, ceylan açısından nerede burada rahmet? Bunun cevabı, iki basamaklı müzakerelerden anladığım perspektifte. Mesela şurasını açayım: Ben ceylanın ne yaşadığını bilmiyorum. Fakat çok acı çekmiş olabileceğini düşünerek üzülüyorum. Peki, gerçekten o büyük acı çekiyor mu, bana öyle mi geliyor? Ben bunu tam olarak bilmiyorum. Ama dünyadaki bildiğim bazı olaylar var ki, olayların aktörleri açısından benim hissettiğim başka, gerçek başka. Mesela, bir arkadaşımın anlattığı şu olay: “Kızım, eşi ve iki çocuğu ile bir yere giderken kaza yapıyor. Kazada eşi ve çocuklarından biri vefat ediyor. Kızım da hastaneye kaldırılıyor. Günlerce komada kaldıktan sonra kısmen iyileştiğinde, ben kızıma olayın nasıl vuku bulduğunu, çok acı çekip çekmediğini soruyorum. Verdiği cevap şu: Hiçbir şey hatırlamıyorum”. Oysa dışarıdan biz bu olayı gözlemiş olsaydık o kızcağızın dayanılmaz acılar çekeceğini zannedecektik… Sonuç olarak ceylan benim zannettiği kadar acı çekmemiş olabilir. Ben kendi açımdan bakıp bu olayı yaratılış maksadım açısından değerlendirip Rabbimi tanımada istimal edeceğim…

*İlk müzakerede çok güzel basamaklar ortaya konuldu. Ben buna dördüncü ve beşinci basamakları eklemek istiyorum. Dördüncü basamak, Nursi’nin başka yerdiği değindiği bir husus: Aslan, kaplan gibi hayvanların “fıtrî şeriatça” konulmuş kurallara göre helal rızıkları ölmüş hayvanlardır. Eğer onlar bu kurala uymaz da canlı hayvanları parçalarlar ise kendileri de adalet gereği birtakım aslan avcılarına hedef olabilirler. Yani hayvanlar da fıtrî şeriata riayetle yükümlüler. Demek onlar için konulan kuralda (sadece ölmüş onların yiyebilecekleri) biz aynı rahmeti görüyoruz! Beşinci basamak da “adalet ve ceza” basamağıdır. Bir cümle ile değineyim: Kainattaki rahmet kuralına uymayanlar eninde sonunda “adalet” gereği bunun yaptırımına muhatap olurlar!

*Bu meselenin çözümü, denilenlere ilaveten insanın “ben kimim, benim dünyadaki görev ve amacım nedir” sorusunun cevabında bulunuyor, diye anlıyorum. Başka bir ifadeyle, “bu alemin varlığını nasıl izah ediyorum, bir yaratıcısı var mı, yoksa yok mu” sorusunda, değil. Fırtına burada kopmuyor. Pek çok insan bunu kabul ediyor zaten. Fırtına “benim varlık amacım var mı, varsa nedir” sorusunda. Eğer insanî özelliklerimle yaptığım araştırma sonunda, “Evet, benim bir Yaratıcım var, O beni bir maksada göre yarattı, benim bu dünyada görevim bu maksadı gerçekleştirmektir” diye bir sonuca ulaşırsam, aslan-ceylan olayı dahil aklıma gelen yahut aklıma yatmayan her soruyu sorar, beni böyle yaratan mutlaka bu sorularımın cevabını verir, diye düşünürüm. Onu araştırmaya ve bulmaya çalışırım. Özetin özeti olarak benim söyleyeceğim bu!

*Ben, zihnimde bu tür konuları açıklayıcı kılan “öğretmen-öğrenci” benzetmesine işaret etmek istiyorum: Diyelim ki bir öğretmen, ödev yaparken ter döken bir öğrencisini gördüğünde ona merhamet ederek, “bırak ter dökmeyi, ben seni dersten geçireceğim” derse, bunun gerçekte öğrenciye merhamet değil zulüm olduğunu hepimiz biliriz. Çünkü öğretmen-öğrenci ilişkilerine temel maksat olan “eğitim” ekseninden bakmak zorundayız. Buradan baktığımızda, öğretmene düşen, öğrencisinin gelişimine katkı yapmak, zemin hazırlamak ve rehberlikte bulunmaktır. Dünyada da insanın bulunuş maksadı iman eğitiminden geçerek Rabbini tanıyarak “ubudiyet” yapmaktır. Gördüğümüz ya da karşılaştığımız her şey aslında buna dönük olmalıdır. Yukarıda değinildiği gibi bize verilen donanımla aslan-ceylan örneği de dahil her şeyi bu eğitim ve gelişimize vesile yapmalıyız, diye anlıyorum!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın