Ders Notları

Muhabbetullah-Sünnete İttiba İlişkisi ya da Allah’a Muhabbet Resûl’e Tabi Olmayı Gerektirir

Muhabbetullah-Sünnete İttiba İlişkisi ya da Allah’a Muhabbet Resûl’e Tabi Olmayı Gerektirir | Ha-Mim

Geçtiğimiz hafta yapılan müzakereli bir derste (https://www.youtube.com/watch?v=7OqCYWYSvrM), “Mirkâd-ı Sünnet” risalesi olan On Birinci Lem’anın Beşinci Nüktesi okunup müzakere edildi. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmran 31) ayetinin bir tür tefsiri olan ve ortalama bir sayfalık hacmi bulunan bu Nüktenin daha iyi anlaşılmasına yönelik değerli tefekkürler ortaya konuldu. Metinde, söz konusu ayetin mantıktaki kıyas-ı istisnaî çeşidi açısından Allah’a muhabbetin zaruri olarak Resûl’e uymayı gerektirdiği ifade edildikten sonra yer alan, “Evet, Cenab-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü, en müstakimi ve en kısası bilâ şüphe, Habibullah’ın gösterdiği ve takip ettiği yoldur” fıkrası etrafında gayet kıymetli yaklaşımlar sergilendi. 

Bir müzakereci ayette Allah’ın, “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa Resûle uyun” yahut “Allah kendisini sevenlerin Resûl’e uymalarını emrediyor” gibi doğrudan Kendisi üzerinden ifade etmesi yerine, Peygamber’e “De ki” emriyle, onun üzerinden ve onun ifadeleriyle bu mesajı vermesi, mesajın önemi açısından çok anlamlı ve çok vurgulu gözüküyor, dedi.

Moderatör ayette “Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa” denildiği halde, metinde, “Cenab-ı Hakka iman eden elbette Ona itaat edecek…” şeklindeki cümlede müellifin, Allah’a muhabbeti Ona imanla dile getirmesinin dikkat çekici olduğuna işaret etti. Bunun üzerine bir müzakereci, müellifin başka yerlerde, “Allah’a iman, marifetullah, muhabbetullah” sıralaması yaptığını ifade etti: “Belli ki müellif, burada imanı ‘marifetullah’ temelli olarak ele alıyor. Zira muhabbetullah ya da Allah sevgisi Onu tanımayla ve bu tanımanın duygulara mal olmasıyla ilişkilidir, kanaatimce. Yüzeysel olarak, ‘Ben Allah’a inanıyorum’ diyen bir kimsenin muhabbetten hissesi ne kadar olabilir? Zira muhabbet duymak ilgili kişi ya da kaynağın ilgi ve iyiliğini görmeye bağlı olduğu gibi onun cemal ve kemal sahibi olup olmamasına da bağlıdır. Yani kişi ilgi ve iyiliğine nail olduğu kimseye muhabbet duyduğu gibi güzellik ve mükemmellik sahibi olduğunu gördüğü kimseye de muhabbet duyar. Nitekim metindeki, ‘Evet, bu kainatı bu derece in’amât ile dolduran Zât-ı Kerim-i Zülcelâl…’ diye başlayan paragraf buna değiniyor, diye anlaşılıyor. Gerçekte, kendisinin var edilmesinden sayısız ikramlara mazhar kılınmasına kadar her şeyin Allah’ın iyilik ve ikramı olduğunu bilen, ayıca alemdeki bütün güzelliklerin kaynağının O olduğunu anlayan bir kimse, -seviyesine ve derecesine göre-, Ona muhabbet eder, sevgi duyar. İşte metin ayete referansla mantıkî bir çıkarım olarak böyle bir iman bilincine ulaşan kimsenin, zaruri olarak Allah’ın gönderdiği Resûl’e tabi olacağını belirtiyor, diye anlıyorum”.

Başka bir müzakereci söz konusu bahsi, nispeten uzun fakat kolay anlaşılır örnek ve açıklamalarla şöyle dile getirdi: “Dünyada Allah’a inandığını söyleyip de Onu sevmediğini ifade eden bir kimseyi görmedim. ‘Allah böyle de niye bunları yapıyor, anlamıyorum vs. diyenler olabilir ama hem ‘inanıyorum’ diyor hem de ‘Onu sevmedim’ diyor. Ben hayatımda böyle birini görmedim; bilmem siz gördünüz mü? Bu metnin konusunun tabanını oluşturan mesele şu: ‘Peki sen Allah’ı seviyorsan, nasıl seviyorsun?’ Böyle deyince mesela ‘yahu işte kalbimde Ona karşı sevgim var, saygım var, verdiği her nimete karşı memnuniyetim var, şükrediyorum, her gün teşekkür ediyorum’ diyor. Malum, gayr-ı Müslim toplumlarda da bu tür ifadeler var. Onlarda da mesela, ‘Her gün, Rabbimizden bize bir hediyedir’ sözü çok meşhurdur. Biliyorlar, memnunlar. Peki, ‘niye bir başkasına tabi olayım?’ Biz, ‘Efendim o Resûl, onun sevgili kulu’ diyoruz ya, biz Kur’an’a inandığımız için. ‘Eee niye olsun ki? O Resûldü, getirdi mesajını, vazifesini yaptı. Peki ben niye ona tabi olayım?’ Burada, bu metinde bir ifade var: ‘…Ona en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek…’. Peki neden böyle bir sonuca ulaştı? Ben bunu kendimi ikna edecek şekilde nasıl anlarım diye düşündüm, düşünüyorum. Biliyorsunuz, ben basit düşünen bir kimseyim, basit örnekler vermeyi severim, basit örneklerden giderim. Bu zaten Kur’an’ın da, Risalenin de yolu: En basit örnekler vermek. Bu örneklerden benim örneklendirmelerim ya kitap olur, ya okul olur. İkisinden birisi. Burada ikincisi yani okul. Çünkü ben kendimi bu dünyada bir okulda gibi hissediyorum. Bir şeyler var. Anlatılıyor falan ama düşünmem lazım…”.

Dünyada, hiçbir yerde ‘sen okula git, kendi kendini eğit’ diye bir teklifte bulunulmaz, bulunulamaz, dünyada böyle bir olay yok. İnsan fıtratında yok demek ki. Peki, bir kişi okuldan en güzel şekilde faydalanmanın yolunu nasıl bulacak? Çok basit: Öğretmenleri dinleyecek!

“Şimdi okul örneğine döneyim. Eğer bir yönetim birimi eğitim diye bir sistem kurmuşsa, ki bu dünyada hem yönetici olup da hem de eğitim diye bir sistem kurmayan bir yönetim birimi yoktur, olamaz. Burada benim anlayacağım nokta şu gibi geldi bana: Eğitim müessesesini kuran kişinin ilk yapacağı iş nedir? Bina yapmak mı? Bu ilk iş olamaz ki? Bina yapsan, insanları toplasan oraya, ne öğreteceksin? O halde bir eğitim kurumunu kuran kimse ilk önce öğretmen yetiştirmesi lazım. Öğretmensiz okulun binasını ben ne yapayım? Spor kulübü gibi bir şey olur bu. Öğretmen yetiştirmesi lazım. Şimdi burada, bu metinde okula gelen öğrencilerin durumu anlatılıyor, yani iman eden kimseler, öğrenciliği kabul eden kimseler. Pratik hayatta da zaten Allah’a iman etmeyen bir kimseye, ‘Sen Peygamberi kendine örnek al’ demek komik olur; eğer mantıksızlık değilse. Peki, ‘Ben inanıyorum’ diyor, yani ‘ben eğitimin gerekliliğine inanıyorum’ diyor, ‘okula gideceğim, eğitim alacağım’ diyor. Nereden eğitim alacaksın? ‘Ben kendimi eğitirim’ diyor. Şimdi burada bir tutarsızlık var. Dünyada, hiçbir yerde ‘sen okula git, kendi kendini eğit’ diye bir teklifte bulunulmaz, bulunulamaz, dünyada böyle bir olay yok. İnsan fıtratında yok demek ki. Peki, bir kişi okuldan en güzel şekilde faydalanmanın yolunu nasıl bulacak? Çok basit: Öğretmenleri dinleyecek! O halde eğitim müessesesini kuran birim, öğretmen yetiştirmiş olması lazım ki, beni buraya çağırdı, bunlar aracılığıyla ‘öğren, zira sen, öğrenmeye muhtaç olansın, o şekilde bir varlığa sahip kılınmışsın, öğrenmen lazım’ dedi. Peki nereden öğreneceğim? Bu eğitim sisteminin yetiştirip bana gönderdiği öğretmenlerden öğreneceğim!”.

“Evet, öğretmenlerden öğreneceğim. Neden? Çünkü sen buraya geldin. Öğrenmeyi seviyor musun, buna bir dikkat et! İnançtan sonra muhabbetin gelmesi var ya, bu da kaçınılmaz oluyor. Öğrendiğin zaman memnun oluyor musun? Tatmin oluyor musun? Buna bir dikkat et! Eğer öğrendiğin zaman memnun oluyorsan, bu memnuniyetin senin dünyanda gerçekleşmesinin en güzel yolu, o öğretimi en güzel şekilde yapan öğretmenden ders almaktır. Yani insan aklı için, ‘Aman efendim, Peygamberimiz şöyle ahlaklı idi’ vs. demeye gerek yok. Mantık için, insan düşüncesi için, ben bu kainat okulunun kurucusunun en güzel, en iyi şekilde öğretmek üzere gönderdiği hangi öğretmenler var, kimler var, hangi tür eğitmenler var, buna bakacağım. Kainat okulunun kurucusunun eğittiği, öğretmen olarak gönderdiği ve eğitimini verdiği kimseleri ararım, arayacağım. Eğer peygamberler, mesajı getirip onun eğitimini vermezlerse ben ona veya onlara öğretmen demem ki! O halde en güzel öğretmene tabi olmam lazım. Kim o en güzel öğretmen? Yine kainat okulunun kurucusunun öğretmen olarak tayin ettiği kimse ya da kimseler olmalı…”.

Evet, öğretmenlerden öğreneceğim. Neden? Çünkü sen buraya geldin. Öğrenmeyi seviyor musun, buna bir dikkat et! İnançtan sonra muhabbetin gelmesi var ya, bu da kaçınılmaz oluyor. Öğrendiğin zaman memnun oluyor musun? Tatmin oluyor musun? Buna bir dikkat et! Eğer öğrendiğin zaman memnun oluyorsan, bu memnuniyetin senin dünyanda gerçekleşmesinin en güzel yolu, o öğretimi en güzel şekilde yapan öğretmenden ders almaktır.

“Bu parçanın, önceki çalışmalardan farklı, ilaveten, konuyu bir basamak daha ileriye götüren tarafı, anladığım kadarıyla, bu öğretmenlerin gerçekte böyle kimseler olduğu. Onun için metinde ‘Onu ibâdına imam yapacak’ ifadesini ben, ‘Onu öğrencilerine öğretmen yapacak’ diye anlıyorum. Yani sen o öğretmenin rehberliğinde kendini o eğitimin içine sokabilirsin, mesajını veriyor bu metin. Bu da benim için gayet önemli geldi. Bunu böyle bir kavrama sistemi ile kavrayayım ve paylaşayım diye düşündüm”.

Başka bir müzakereci, Allah’a olan muhabbetin Resûl’e ittibayı gerektirmesini metnin son kısımları çerçevesinde şöyle paylaştı: “Metinde, ‘kainatı sayısız nimetlerle dolduran Zât-ı Kerim-i Zülcelal’in zişuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi zaruri ve bedihidir’ deniliyor. Peki, insan bu şükrü nasıl yerine getirecek? Öte yandan metin, ‘Bu kainatı had ve hesaba gelmez tecelliyat-ı cemal ve kemale mazhar eden Zât…’ diyerek Yaratıcının sonsuz cemal ve kemaline değiniyor. Aynı şekilde bu cemal ve kemale karşı ben nasıl mukabele edeceğim? Gerek Ona karşı şükrümü gerekse cemaline karşı mukabelemi Onun istediği ve Ona layık şekilde ben kendim tespit edemem. Onu bana ancak beni yaratan bildirebilir ve bildirmeli. İşte Resûl bana, Yaratanın öğretmesine bağlı olarak benim nasıl şükredeceğimi ve cemaline karşı nasıl mukabele edeceğimi öğretiyor. Bunu yaptığımda yani Yaratıcımın öğretmen olarak gönderdiği Resûl’e uyarak Yaratıcıma karşı ubudiyet görevlerimi yaptığımda, Resûl’ü en güzel şekilde O eğittiği için doğrudan Yaratıcımın istediği ve beğendiği yolu izlemiş oluyor; Onun muhabbetine mazhar oluyorum”.

Yapılan bu ve benzeri müzakereler sonunda ben, vaktiyle söz konusu metni okuduğumda, “ezberlenmesi gerekir” dediğim bahsi, “kavranması ve pratik hayatta uygulanmaya konulması gerekir” diye tashih ettim. Sonuç olarak Allah’a imanın muhabbet temelli olması, muhabbet temelli imanın da Resûl’e ittiba ile doğru bir mecraya girmesi gerektiği, Allah’ın bizi sevmesinin yolunun da buradan geçtiği belli oranda zihnime yerleşti. Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın

1 Yorum

  • Yönetici olarak Rabb-ül Alemin, okul olarak sath-ı arz, öğrenci olarak bizler ve öğretmen, tarif edici ve rehber olarak Fahr-ül Alemin tamlaması; bu dünya ve dünya içinde insan ve insanı maruz bırakıldığı çoğu müsbet, pek azı zahiren menfi ama hepsi insanın kabiliyetlerinde inkişaf ve kemalata vesile dünyevi hadiselerin anlaşılması için çok güzel bir örnek. Tıpkı “Bahtiyar olmak isteyen bu dünyayı bir askeri misafirhane gibi telakki etsin, öyle de iz’an etsin ve öyle de hareket etsin” ifadesindeki gibi.