Ders Notları

Peygamberin Hayatının Benim Hayatımdaki Yansıması Nedir? Ya da Sünnet Kavramı

Peygamberin Hayatının Benim Hayatımdaki Yansıması Nedir? Ya da Sünnet Kavramı | Ha-Mim

Geçen hafta sonu yapılan müzakereli derste (https://www.youtube.com/watch?v=92oV9BG3ro0), bir müzakereci, tefekkürüne temel teşkil etmek üzere, söze başlarken, “Peygamberin sünnetlerinden aklınıza gelen örnekleri sayar mısınız” diye sorduğunda, kimileri namazların sünnetlerinden, kimileri ağız temizliği ya da misvak kullanmaktan, kimileri suyu besmele ile üç yudumda içmek gibi uygulamalardan söz etti. Ben de içimden selamlaşmak, eve sağ ayakla girmek, temiz giyinmek, koku sürünmek gibi diğer bazı örnekleri geçirdim.

Müzakereci, sözü edilen örneklerin verilmesinden sonra şöyle devam etti: “İçinde yetiştiğimiz kültür itibariyle sünnet denilince bu çeşit uygulamalar akla geliyor. Yani bu kavramı fıkıhta farz, vacip, sünnet, mendup, mubah, mekruh, haram diye kategorize edilen tasnif içinde düşünüyoruz. Oysa sünnet, “Peygamberin örnek hayatı” demek ya, okunan metin Peygamberi ve Peygamberin hayatını en temel vasfı itibariyle şöyle anlatıyor: ‘Elbette ve her halde O Gaybî Zâtın yanında en sevgili mahluku, en doğru abdi, ve Onun mezkur maksatlarına tam hizmet ederek, hilkat-ı kainatın tılsımını ve muammasını hal ve keşfeden ve daima O Hâlık’ın namına hareket eden ve Ondan istimdâd ve muvaffakiyet isteyen ve Onun tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu zat olacak’ (Yedinci Şua, On Altıncı Mertebe, Dokuzuncusu). Bu ifadelerde, kültürde gördüğümüz şekilde bir sünnetten bahis var mı? Yok. Bu ifadelere göre Peygamberin asıl maksadı ne imiş? Yaratılışın anlamını keşfetmek diye başlayan ve devam eden hususlar. Peki, müellif bunu niçin gündeme getiriyor? Peygamber olduğunu söyleyen kişinin doğruluğunu kanıtlayan bir delil olarak…”.

Burada dikkat edeceğim nokta, bu kişinin hayatının benim hayatımdaki yansımalarına bakmam, onun bu açıklamalarının benim insanî özelliklerimle örtüşüp örtüşmediğini dikkate almamdır. Böyle bir test söz konusu olmazsa, ben onun dediklerinin gerçekliğini nasıl onaylayabilirim?

Müzakere şöyle devam ediyor: “Ben bu metni ve bu tür metinleri ‘benim hayatıma ne veriyor, bana ne diyor’ diye okurum. Peki, bu açıdan bakınca ne diyor bu metin? Bu metin, bir insandan bahsediyor. O insanın bize bir mesaj getirdiğinden, mesajı kendi hayatında uygulayarak örneklik yaptığından, ‘eğer benim gibi yaşarsanız siz de yaratılmışlığınızın gerçekliğini ifa etmiş olursunuz’ diye çağrıda bulunan bir kişiden bahsediyor. O kişi kimmiş? ‘Kainatın medar-ı iftiharı’, ‘habibullah’ vs. diye anılan bir şahıs. Tamam, peki bundan bana ne? Bu, en çok benim şimdiye kadar etkisinde olduğum kültürdeki kabullerin perçinlenmesine yol açıyor, bağnazlığı artırıyor, taklitçiliği güçlendiriyor, benim görebildiğim kadarıyla. Halbuki temel mesele, bu şahsın getirdiği mesajı kendi akıl ve duygularımda test etmek, makul ve tatmin edici geliyorsa onun doğru olduğunu onaylamaktır. Başka bir ifadeyle, o şahsın hayatının benim hayatımdaki yansımalarını görmektir. Sünnet bu demektir. Onun hayat tarzı. Onun hayat tarzı benin hayatıma nasıl adapte olmalı? Mesele bu!”.

Müzakere şöyle devam ediyor: “İçinde büyüdüğümüz kültür bize bunu tam olarak vermez, veremiyor. Esasen bu kitapları da kültürde bulduğumuz kabulleri test etmek, doğru olanlarını almak, yanlışlarını şurası şu sebepler makul değil diyerek reddetmek üzere okuyoruz, okumalıyız. Kültür, nedenleri vermez, sonuçları verir; peşinen kabul edilmiş, topluma mal olmuş sonuçları. İşte okunan metinde, kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bu kişinin hayatının temelinin ne olduğu sorusunun cevabı veriliyor. Bunu, kendi insanlığımda test edip onaylamak ya da onaylamamak da benim sorumluluğumu teşkil ediyor…”.

“Ağız temizliği ya da misvak kullanmak gibi toplumda sünnet olarak bilinen hususlar gerçekten, ‘Evet, bütün bunlar o kişinin peygamber olduğunu gösteriyor’ diye bende kesin bir kanaat meydana getirir mi? Hayır! Bunu, bazı sünnetleri küçümseme anlamında söylemiyorum zira buna benzer kural ya da öğütler birçok kişi tarafından söylenebilir, söyleniyor. Onun için metin bunlardan hiç söz etmeksizin -mealen- diyor ki, o kişi yaratılışın anlamını yani evrenin bir Yaratıcı tarafından var edildiğini açıklıyor. O kişi Yaratıcı namına hareket ediyor, yani kendi adına değil kendisini ve evreni var eden adına yaşıyor. O kişi Yaratıcıdan yardım istiyor, yani bir nefes alıyoruz ama Yaratıcının yardımı olmazsa ikinci nefesi alacağımızın garantisi yok. O kişi Yaratıcıdan başarı istiyor, yani bir teşebbüste bulunduğu vakit, o teşebbüsün sonucunu yaratacak olan ancak bu evreni var eden olduğunu biliyor ve bu bilinç ile yaşıyor, bize de örneklik yapıyor. Ayrıca o kişi Kureyşî yani Kureyş diye bilinen bir kabilede doğup yetişmiş bir insan…”.

“Evet, bana bunları öğreten bir zat benim için rehber olabilir. Burada dikkat edeceğim nokta, bu kişinin hayatının benim hayatımdaki yansımalarına bakmam, onun bu açıklamalarının benim insanî özelliklerimle örtüşüp örtüşmediğini dikkate almamdır. Böyle bir test söz konusu olmazsa, ben onun dediklerinin gerçekliğini nasıl onaylayabilirim?”

Bu kişi, kendi hayatıyla ve mesajıyla bana ‘şu kainatın bir sahibi var’ diyor ve öyle bir kainat sahibi tarif ediyor ki, ben o getirdiği mesajın eğitimine girip, öğrendiklerimle kainatı tekrar bir incelemeye tabi tuttuğumda, bana öğrettiklerinin tam da karşılıklarını kainatta gözlemleme imkanı buluyorum. Demek ki, kendisi okur-yazar bile olmayan bu kişinin getirdiği mesaj, ancak bu kainatın yaratıcısının kendisine öğrettikleri olabilir sonucuna, aklen ve kalben tatmin olmuş bir şekilde ulaşıyorum.

“Bir kişi ancak dikkatli bir inceleme ve tefekkür ile, ‘bu evren çok harika, varlıklar kendiliklerinden var olamaz, bunlar nasıl oldu da var olmuşlar ki diye’ merak eder. ‘Bunları acaba benim görmediğim, bilmediğim bir şey mi yaptı ki, belki de bir kaynak var, o yaratmış olabilir, fakat bu sırlar çözülmez diyebilir,’ eğer başka kaynaklardan bir haber duymadı ise; daha ileriye giden bir anlayışa ulaşamaz. Okunan parçanın şu son cümlelerine bakalım: ‘İşte gel bak, bu harika zatın yüzer zâhir ve bâhir kat’î mucizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler âli ve esaslı hakikatlerine istinaden bütün davalarının esası ve hayatının gayesi, Vâcibü’l-vücûdun vücûduna ve vahdetine ve sıfatına ve esmasına delalet ve şehadet ve O Vâcibü’l-vücud’u ispat ve ilan ve i’lâm etmektir’. Yani, onun öğrettikleriyle şu kainata baktığımda, bunun muhakkak bir ‘yapıcısı’ olması lazım ve bu Yapıcı, varlığı zorunlu olan, ‘mutlak’, kainat cinsinden olmayan olmalı’ diyebiliyorum. Kainatın o Kaynağın özelliklerinin (esma ve sıfat) yansıması olduğunu anlıyorum. Bir ağaca baktığımda, o ağacı ancak bu evreni yapan var edebilir, diyorum. Ağacın bir meyvesine bakınca, bu meyveyi ancak bu alemi yaratan verebilir, diyorum. Çekirdeğin içindeki DNA hücresine baktığımda da aynı sonuca ulaşıyorum: Bu hücrede kaydedilen bilgiler, ancak bu alemin düzenini kurup ona bu düzen içerisinde varlık verebilene ait olmalıdır, diyorum. Böylece Resulün öğrettiğini kendi dünyamda tecrübe ediyor, onaylıyor ve bunları öğreten kişi ancak bu kainatı Yaratanın öğretip gönderdiği bir kişi olabilir sonucuna ulaşıyorum…”.

“Bu kişi, kendi hayatıyla ve mesajıyla bana ‘şu kainatın bir sahibi var’ diyor ve öyle bir kainat sahibi tarif ediyor ki, ben o getirdiği mesajın eğitimine girip, öğrendiklerimle kainatı tekrar bir incelemeye tabi tuttuğumda, bana öğrettiklerinin tam da karşılıklarını kainatta gözlemleme imkanı buluyorum. Demek ki, kendisi okur-yazar bile olmayan bu kişinin getirdiği mesaj, ancak bu kainatın yaratıcısının kendisine öğrettikleri olabilir sonucuna, aklen ve kalben tatmin olmuş bir şekilde ulaşıyorum”.

“Kısacası benim Muhammed (asm)’ın gerçekten resul olduğunu anlamam için onun getirdiği mesajı kendimdeki uygulamalarda hissetmem, bunun lezzetini almam gerekiyor. Sünnet olan hayat da bu demek, diye anlaşılıyor”. 

Bu müzakereden sonra, müzakerecinin başta sorduğu soruyu tekrar kendime yönelttiğimde, ilk ve en önemli sünnet olarak şunu zikrettim: ‘Resulullah’ın hayatıma rehber olarak gönderilmesinin temel maksadı olan, kainatın ve kainatta görülen özelliklerin ancak kainat cinsinden olmayan (mutlak) bir Kaynak tarafından verildiğini, bu özelliklerin O Kaynağın isim ve sıfatlarının yansıması olduğunu anlamak, görmek, bilmek, bildirmek prensibine göre yaşamak’. Bu sünneti ikamet etmek, bunu hissetmek ve bunun lezzetini almak duasıyla, Allah razı olsun.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın