Ha-mim’in geçtiğimiz hafta sonu yapılan (07. 07. 2024) “kayyûmiyet” dersinde yaratılışın kaynağına dair bazı ayetler okunup müzakere edildi. Bilindiği üzere, yaratılış karşısında basitçe üç tutumun söz konusu olduğu ifade olunabilir: a) Yaratılış; doğa, sebepler veya maddenin iç dinamiği gibi tümüyle varlığın kendisine ait özellikler sonucu ortaya çıkan var oluştur, b) yaratılış; başlangıçta Yaratıcının var etmesine bağlı olarak ortaya çıkan olgu olup süreç içinde, çeşitli mekanizmalarla gelişerek ortaya çıkan var oluştur; c) düzenli daimi yaratılış; tüm varyasyonları ve tüm aşamaları ile mutlak olan Yaratıcının icat etmesiyle ortaya çıkan var oluştur. Kaba bir tasnifle bunlardan birincisi ateistik, ikincisi deistik veya evrimci, üçüncüsü teistik görüş olarak nitelenebilir.
İnsanın muhatabiyetine bakan boyutu bakımından da yaratılış yine basit bir tasnif ile; a) gözlemimize konu olan yaratılış, b) zaman açısından gözlemimize konu olmayan yaratılış şeklinde ikiye ayrılabilir. İlkinin örneği başta insanlar olmak üzere etrafımızdaki canlılardan her gün şu kadar sayıda bebeklerin dünyaya gelmesi, bahçemizdeki ağaçların söz gelimi meyvelenmesi, baharla birlikte tabiatta adeta sayısız canlının hayat bulmasıdır. İkincisinin örneği ise üzerinde yaşadığımız gezegenimizin yahut güneşin veya galaksilerin var edilmiş olmasıdır. Birinci kategorideki var oluşları gözümüzle görürken ikinci kategoriye giren var oluşları ancak aklımızı kullanarak veya bazı bilgi kaynaklarının bildirmelerine göre öğreniyoruz. Birincilerin kesinliğinden şüphe duymamız söz konusu değilken ikinciler hakkında birbiriyle çelişen farklı bilgilerle karşılaşabiliyoruz.
Yaratılışa ait tasnifler ne olursa olsun, gerçekte yaratılışın kaynağı nedir? Başka bir ifadeyle -yukarıda işaret edilen- üç tutumdan hangisi tutarlı ve sağlıklı görünüyor? Ha-mim çevresi bu soruya kimlikten, kültürel aidiyetten ya da her hangi bir peşin hükümden yola çıkarak karar vermiyor. Merkeze akıl ve muhakemeyi koyarak insanî özelliklerimiz açısından sorgulama yapıp ulaşılan sonucu esas alıyor. Şimdiye kadar gerçekleşen yüzlerce ders kayıtlarında; karışık felsefi argümanlara ya da bilimsel teorilere girmeden, insanî düzlemde, “gördüğümüz bu özellikler varlığın kendisinden, çevresinden, tabiattan kaynaklanabilir mi” diye basit fakat çok gerçekçi bir soru soruyor. Biraz daha açarak ifade etmek gerekirse, ortaya çıkan varlığı inceleyerek açıkça müşahede olunan düzenli var oluş, amaçlılık, ölçülülük, estetiklik gibi niteliklerin kaynağını yokluyor. Maddede veya çevresinde buna kaynaklık edecek bir özellik olup olmadığını araştırıyor. Sonunda var oluşların kaynağının varlığın kendisi olmadığını, olamayacağını görerek “Lâ ilahe” deyip; mantıkî bir sonuç olarak Varlık Kaynağının “mutlak”, “varlığı zorunlu” bir Yaratıcı olması gerektiğini ifade ederek “illallah”a intikal ediyor.
Ha-mim’in genel usulü bu olmakla beraber, bu usulden yani kainattan yola çıkarak bir sonuca ulaştıktan sonra kainatın Yaratıcısının sözlü konuşması olan Kur’an ayetlerinden de söz ederek aynı hakikatleri pekiştirici açıklamalara yer veriyor. Sitedeki çalışmalardan yahut ders kayıtlarından haberdar olan herkesin bildiği bu hususa işaret etmemin sebebi şu: Bu haftaki kayyûmiyet dersinde daha çok yaratılışa dair bazı Kur’an ayetlerinin müzakeresi yapıldı. Niçin? Çünkü önceki derslerde kainatta gözlemlediğimiz “sürekli, düzenli yaratılış”tan hareketle kayyûmiyetin “daimî yaratılışı” ifade ettiği, var oluşları incelediğimizde bunun böyle olduğunu gördüğümüz yahut görmemiz gerektiği belirtildikten sonra ateistler bir tarafa, bazı Müslüman alim ya da akademisyenlerin de Yaratıcıyı kabul ettikleri halde evrime göz kırptıkları hatta evrimin Kur’ana aykırı olmadığını söyledikleri, bunun için bazı ayetleri de delil getirdikleri ifade olundu. Söz konusu ayetlerden örnekler verilerek bu ayetlerin hiç de evrimci anlayışı desteklemediği dile getirildi.
Takdimci önce şunları söyledi: “Şunu tekrar hatırlayalım: Kur’an insanlara konuşur, insanların gözlemine göre konuşur. Kur’an’dan faydalanmak için ihtisas yapmış olma şartı yoktur. Herkes kendi kapasitesince faydalanmaya çalışacak ve fakat Kur’an’ın kendi anladığından ibaret olduğunu zannetmeyecek veya iddia etmeyecektir. Esas itibariyle vahiy, dolaysısıyla da Kur’an fenomenolojik bir dil kullanır. Yani insanların gözlemlerini dikkate alarak beyanda bulunur. Mesela biz güneşin döndüğünü görüyoruz ya, Kuran bizim gözlemimizi dikkate alarak konuşur ve ‘güneşi döndüren Odur’ der. Gerçekte dönen dünya mı, güneş mi, ikisi de mi olduğunu o alanda ihtisası olanlara havale eder. Kur’an’ı bir bilim kitabı gibi literalistçe okuma alışkanlığı içinde okuyamayız. Öte yandan Kur’an ‘tabiat kanunları, evrimleşme, oluşmuş, adapte ediyorlar, çevreye adapte oluyorlar, random’ yani rastlantısal olarak deneye deneye varlıkta kalma yolunu bulma gibi bugün bilimsel açıklama yapan bazı kimselerin kullandığı kelimelerin aslında ne olduğunu haber verir. Kur’an’da bu kelimelerin hiçbirine rastlanmaz. Yaratma (halk) daima Allah’a izafe edilir. Bütün yaratmaların faili Allah olarak gösterilir. İşaret ettiğim ayet şu: ‘Onlar hiçbir şey değil, sırf sizin babalarınızın taktığı (temelsiz) isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir etken olma özelliği (sulta) indirmedi. Onlar yalnız zanna ve nefislerinin sevdasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.’ (Necm 53/23)”
“Bugünün problemi şu: İntizamlı yani düzenli yaratmada ‘yaratma’ fiili karıştırılıp sanki bir yaratma fiili gerçekleşiyor ve ayrıca bir de düzen var ve bu düzende yaratma özelliği var zannediliyor. Sanki Kur’an, Allah düzene tabi olarak yaratır şeklinde bir tanıtım yapıyormuş da, şimdi bilim adamları düzenin kendi içerisinde varlığını sürdürecek bir özellik bulmuşlar gibi, ‘Demek, Allah inancı düzenin nasıl çalıştığını anlamayanların uydurduğu bir kavramdır’ diyorlar. Halbuki Kur’an, kainatı Yaratanın yaratma işleminde gerçekleştirdiği özelliklerinden yalnızca bir tanesi de “Düzenli Yaratan” anlamındaki Allah’ın ‘Nazzam’ isminin yansımasından söz eder. Bir yaratma var ve onu gerçekleştiren var; yaratma özelliğinden bağımsız olarak kainatın kendinde bir de ayrıca düzen var, değildir. Mesela bir marangoz bir pencere yapsa, ve o pencerede, marangozluk özelliğini, bilgili olma özelliğini, hikmetli olma özelliğini yansıtmadan bu pencereyi yapanın ayrı, marangozluk özelliğinin ayrı bir varlığı var diye düşünmek hata olur; maalesef bu hata çok yaygın bir şekilde materyalistler tarafından kullanılıyor. ‘Eskiden bu düzenin nasıl çalıştığı bilinmediği için insanlar bir Allah var, yapıyor zannetmişler, şimdi biz nasıl çalıştığını bulduk, demek Allah diye bir şey cahillikten kaynaklanıyormuş’ diye dikkatsiz insanların inançlarını yıkıyorlar. Bazı inananlar da, ‘demek Allah bu kainatı başta yaratmış da şimdi o kainat düzen içinde kendi varlığını yaratıldığı şekliyle devam ettiriyor’ zannedip böyle bir hataya kapılabiliyorlar. Bu; dikkatsizlik, ‘bilimle çatışmayacağız’ fikri, aşağılık ya da yenilmişlik kompleksi, sağlıklı muhakeme edememe gibi sebeplerden kaynaklanıyor. Yani düzenin kendisinde, ona özgü, onun kendine ait bir özelliği var gibi anlatılıyor. Ona da ‘tabiat kanunları’ ismi verilip yaratma işlemi düzenin kendisine dayandırılıyor. Evrim teorisi demek bu demektir. Yaratıcının bir özelliği düzenli yaratmaktır. Kaotik yaratma yoktur. Kasıtsız yaratma yoktur. Düzenli yaratmayı ‘kainatın yaratıcısı yok’ diyenler veya art niyetli olanlar eşyanın kendisine havale ederek ‘bunlar doğal kanunlardır’ diye iddia ederler. Devamında da doğal kanunların kendilerinin yaratma işlemini gerçekleştirdiklerini, yönlendirdiklerini ileri sürerler.”
“Evrim, eşyanın var oluşunu kendinden kaynaklanan bir özelliğin sonucu olarak görmek demektir. Bunu söyleyen birisi ‘baştan Allah yarattı’ dese bile sonraki süreçleri aynı mutlak Yaratıcıya vermediği için eşyanın kendisine dolaylı olarak yaratıcılık vasfı izafe ediyor. Oysa maddenin, eşyanın, doğanın vs. -incelediğimizde- hiçbir aşamada, -bizim gözlemimiz açısından- söz konusu olan sürecin hiçbir ânında yaratmaya özne olması, fail olması mümkün değildir. Çünkü yaratılışta faydalılık var, kasıtlılık var, ölçülülük var, düzenlilik var… Eşyanın kendisinde bunları gerçekleştirecek özellik olduğuna dair hiçbir delil yoktur, ve gösteremezler. Yalnızca insanları ‘bekleyin bulacağız’ diye kandırıyorlar. Bir şeyin nasıl yaratıldığını keşfetmek, anlamak ‘o şeyin yaratıcısı yok, böyle bir inanca gerek yok’ demeyi hiçbir surette mantıken haklı gösteremez. Örneğin, piramitlerin teknolojinin olmadığı bir devirde yapılmış olması insanları hayrette bırakıyor. Şimdi bir mühendis, piramitlerin nasıl bir teknoloji ile yapıldığını keşfetse ve sonra da, ‘Bu keşfimiz gösteriyor ki, piramitlerin, canlı, bilinçli, o zamanın şartlarında mühendislik özelliği olan ve piramit cinsinden olmayan bir varlığın mutlaka var olması gerekmez’ diye iddia etse, ne kadar mantıksız bir iddia olduğu açık değil midir? (Biz bir insan veya insanlar grubu olması gerektiğini biliyoruz. Bu bir temsildir, dikkat edilmeli) Kur’an’ın Allah kavramını anlatan tevhidî delillerinden haberi olmayan Batı dünyasının inançlı Hıristiyanları, göçmen kuşların kuzey kutbundan güney kutbuna nasıl göç ettiklerinin harikalarını örnek olarak anlattılar. Bu örnek ile Allah’ı tanıtmaya çalıştılar. Sonra bilim adamları kuşların boyunlarında bir mıknatıs özelliği olan bir madde keşfettiler. ‘İşte bu mıknatıs özelliği nedeniyle kuşlar yollarını bulurlar,’ diye ilan edip, ‘artık Yaratıcı Allah inancına gerek yok’ diye iddia ettiler. Mıknatısın kendisinin varlığını kendisi gerçekleştirmiş, sonra kuşun beyni ile ilişkiye geçip onu kendi kontrolü altına almış ve kuşların seyahatlerini o zorunlu kılmış vs gibi saçma iddialarla ‘boşlukların tanrısı’nı yıktıklarını iddia ettiler. Halbuki Kur’an, Allah’ı hem o mıknatısın hem beynin hem kanatların yani kuşun varlığında görünen her bir özelliğin Varlık Kaynağı yani var edicisi olarak tanıtır. Hatta o kuşun her bir anda değiştirilerek, yaşlandırılarak yaratıldığını dikkatimize sunarak açıklamada bulunur. Kur’an’ın bu tanıtımı ‘kuştaki hiçbir parçacığın ne kendisine ve ne de kuşa varlık verecek hiçbir özelliği yoktur’ demektir. Çünkü özellikler madde cinsinden değildirler. Kuşun parçacıkları ise cansız, bilgisiz, hafızasız, iradesiz varlıklardır. Özellikler, sıfatlar, madde cinsinden değildirler ki, maddenin kendisinde olmayan bu özelliklerin varlığına sebep olduğu iddia edilsin.”
“Şimdi gelelim, bazı kimselerin Kur’an’daki kimi ayetlerin evrimi desteklediğine dair örnek olarak verdikleri ayetlere. Bunlardan birisi şu ayettir:
اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
‘Onlar, Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl gerçekleştirdiğini, sonra onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.’ (Ankebut 29/19) Bu ayete bazı mealler ‘Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını veya başlattığını görmüyorlar mı…’ diye anlam vererek, ‘bakın Allah yaratmaya nasıl başladı veya başlattı’ deyip burada duruyorlar. Sanki burada Allah yaratma işlemini devam ettirmeyi Kendisi değil de, başta yaratılanlara verdiği özellikler nedeniyle, bu işlem ‘kendisinin varlığını değiştire değiştire devam ettiriyor; Allah ise yaratma işlemini terk etti’ iması ile evrim teorisine kapı aralıyorlar. Evrim teorisi, varlığın kendinde olan özellikleri nedeniyle varlığını kendisi devam ettiriyor, istersen şen başta Allah yarattı kainatı veya ilk atomu, de fark etmez; şimdi gördüğümüz kainatta her şey kendi varlığını kendisi çevresine adapte olarak, değişime tabi tutarak, geliştirerek devam ettirdiği, anlayışına bir zarar vermez demektir. Evrim süreci dedikleri de budur. Oysa burada ‘başlatma, yaratma’ anlamına gelen ‘ebdee’ fiili kullanılıyor, fail olarak da Allah zikrediliyor. Sonra ayet, iade etmek, tekrarlamak anlamındaki ‘eâde’ fiilini kullanıyor ve bu fiilin failini de Allah olarak dile getiriyor. Yani, ‘Onlar Allah’ın onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı’ diyor. Hem Allah’a inanıp ve hem de evrim teorisine kapı aralayanlar ise başlatma Allah’a ait de, devam ettirme Allah’a ait değil, yaratıkların kendilerine aitmiş gibi ifadeler kullanıyorlar. Dedik ya, Kur’an insanın gözlemine göre konuşur. Bir ağacın yaratılışına bakıyoruz. Çekirdek çatlıyor ve -gözlemimiz açısından- büyümeye başlıyor. Yani ayetteki ifade ile tekrar tekrar iade edilerek var kılınıyor. Fail kim? Allah. Hangi aşamada? Her aşamada. Çünkü ‘eâde’ kelimesi bunu ifade ediyor. İade eden kim? Problem burada. Güya evrimin Kur’an’a uygun olduğunu iddia edenler, ‘başlama’ kelimesini alıyor, sonrası için ise sanki kendi kendine ‘evrimleşiyor’ demeye getiriyor. Çekirdeğin gelişerek ağaç olduğunu iddia ediyor. Oysa ayete göre ‘yaratmayı iâde eden’ Allah’tır. O halde çekirdeği yaratan da O, çekirdeğin ağaç oluncaya kadar geçen aşamalarının her bir ânını yaratan da O’dur. Kim başlattıysa O iade ediyor. Yoksa çekirdeğin içindeki kimyasal özellikler yaratıyor değildir. Çok defa tekrarladığımız üzere zamanın her hangi bir diliminde var olduğunu gördüğümüz hiçbir varlık -insan dahil- bir sonraki halin yaratıcısı değildi, olamaz. Biz cüz’i irademizi kullanarak, yaratılış düzenine uymak suretiyle bir şeyin yaratılmasını istediğimizde, o şey aralıksız olarak yeniden yeniye yaratılarak bize sunuluyor. Biz cüz’i irademizin onu meydana getirdiğini sanıyoruz. Tıpkı çekirdeğin ağaç olma istikametinde büyümesini çekirdeğin içindeki kimyasal tepkimelere bağlayanlar gibi. O yüzden evrim yanlıları sıklıkla ‘kalıtım’ sözcüğünü kullanarak başlangıçta Allah’ın yaratıcılığını kabul etseler bile, sonraki süreçleri eşyanın kendine izafe ediyor, ‘ona özgü bir özellik bunu yapıyor’ diyorlar. Yani ‘yuîdühü’ (onu iade eder, tekrar yaratır) ifadesinin faili olarak Allah’ı değil, eşyanın kendisini kaynak olarak söylemiş oluyorlar.”
“Diğer taraftan söz konusu ayetin devamındaki ayette, ‘De ki, yer yüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl gerçekleştirdiğine bakın. Ardından Allah sonraki ikinci bir yaratmayı da gerçekleştirir. Zira Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter’ (Ankebut 29/20) buyruluyor. Çoğu müfessir ve mealciler buradaki ‘en-neş’e el-âhire’ (sonraki yaratılış) ifadesini kıyametten sonra ahiretteki yaratılış şeklinde açıklıyor. Oysa ‘ahire’ kelimesi bir şeyin sonu anlamına geliyor. Dolayısıyla buradaki ahiret elbette kıyamet sonrası ‘halk-ı cedid’i kapsamakla beraber bununla sınırlı olmayıp ‘gördüğümüz yaratılışın ahiri’ yani mevcut yaratılışın bir sonraki aşaması manasını da içine alıyor. Dolayısıyla ayet bize yaratılışın -bizim açımızdan zamana bağlı gibi görünen- her bir ânının kainatın Yaratıcısı tarafından yaratıldığını ifade ediyor.”
Bundan sonra bir katılımcı söz alarak şunu sordu: “Burada ayetlerden örnekler verilerek yaratılışın her ânının Allah tarafından gerçekleştirildiği, yaratmanın her aşamasının failinin Allah olduğu ifade olunuyor. Bunlar bana ikna edici geliyor, Allah razı olsun. Oysa evrim anlayışının ‘başlangıçta yaratmayı Allah’a izafe etse’ bile sonraki süreçlerde bu işlemi varlığın kendisine verdiği için sorunlu olduğu belirtiliyor. Benim kabaca bildiğim haliyle evrim ‘dünyadaki canlıların kökeninin kendilerinden önce yaşamış türlere dayandığı’ fikrini de savunuyor. Yine bu anlayış en kısa olarak ‘popülasyondaki gen ve özellik dağılımının çok uzun yıllar ve kuşaklar içerisinde mutasyon yani seçilim baskısıyla değişmesi’ şeklinde tanımlanıyor. Sorum şu: Sadece ‘başlangıçta Allah yarattı’ diye sözü bırakma söz konusu olmaksızın -zira böyle düşünmenin yanlışlığı ortaya konuldu- canlıların ortaya çıkmasında, gelişmesinde, gelişmenin her aşamasında fail olarak Allah’ın bulunduğunu kabul ederek evrimden söz etmekte mahzur var mıdır? Çünkü bazı biyolojik araştırmalar milyonları bulan yıllar içerisinde canlı türlerinin ortaya çıktığını söylüyor. Bu araştırmalar doğru olabilir, yanlış olabilir, önemli değil. Önemli olan süreçlerdeki gelişmelerin faili olarak Allah’ı kabul edip etmediğimiz diye anlıyorum. Eğer süreçlerde fail olarak Allah’ı kabul edersek böyle bir yaklaşım doğru bir yaklaşım olarak alınabilir mi?”
Takdimci bu soruyla ilgili olarak şunları paylaştı: “‘İnsanın yaratılışının bütün aşamalarının faili Allah’tır’ dedikten sonra ‘insanlar ortak bir atadan geliyor’ denildiğinde kullanılan dile dikkat etmek gerekiyor. ‘İnsanlar ortak bir atadan gelmiştir, gelişmiştir’ vs. denildiğinde cümlenin öznesi nereye gidiyor? Bütün mesele bu! Özne yani fail Allah olmaktan çıkıyor. Şimdi gördüğümüz, gözlemlediğimiz yaratılışta ‘düzen, uyum, amaçlılık, güzellik vs.’ var mı, yok mu? Var! Peki bu özellikler insandan, insanın kalıtımsal özelliklerinden mi kaynaklanıyor? Asla! Ben şimdiki hale bakarım. Ne gibi aşamalardan geçmişse geçmiş, insanın yaratılışındaki bu özellikleri her safhada, her aşamada ancak tüm kainatı yaratan verebilir! Şimdi evrimcilerin kullandığı dile bakalım. Ne diyorlar? ‘İnsanlar ortak atadan geliyorlar’. Hayır gelmiyorlar! Gelemezler! Bırakalım nesilleri vs. benim söz gelimi, şu ihtiyarlık halim gençlik halimin eseri midir? Benim şu andaki halim, bir sonraki halimin yaratıcısı olabilir mi? Demek ki daimi olan bir yaratılış var, zaman aralığının söz konusu olmadığı bir yaratılış var, düzenli bir yaratılış var. Öyleyse ‘başlangıçta Allah yarattı’ kaydı konsa bile yaratılışın her bir aşamasının failinin Allah olduğunu hatırlamak gerekiyor. Evrimci dilde bu kayboluyor, Değişimin, seçimin, büyümenin, gelişmenin kaynağı varlığın kendisi oluyor. Onun için bu dile çok dikkat etmek lazım.”
Ayrıca, ‘ortak bir atadan geliyorlar’ iddiası, benzer ve fakat aynen olmayan yaratıkların birbirlerine dönüştüğünü iddia etmekten ibarettir. Şöyle bir örnek ile basitçe anlayalım. Önce silikon oluştu, sonra matematik bilim dalında kendi kendine ayakta kalmak için gelişen cebir hesaplamaları uygulanarak 1947’de transistörlerle gelişti. Sonra bunlar telefon, bilgisayar şeklinde evrimleşme süreci devam etti. O tek atadan şimdi her türlü bilgisayar, telefon, çamaşır makineleri, buzdolapları, mikrodalga fırınlar, sağlık alanındaki teknoloji vs oluştu. Sonra mesela 1950 yılı modeli arka arkasına kendilerini biraz daha geliştirerek şimdi artık daha hızlı bir gelişim sürecine girdi. Bu oluşum süreçleri bakın birbirlerine o kadar benziyorlar. Demek ki uzun zaman içinde böylece türler değişerek şimdi gördüğümüz ayakta kalabilmeyi başarabilen (teknoloji ürünleri gibi) bir atadan türediler. Yani, 2023 modeli bir telefon 2024 modeli haline milyonlarca yıllar sonra mutasyonla gelişti, bu modellerin bilinçli mühendisleri yok, demeye gelen bir söylemdir bunlar! Türler arası geçişler bir önceki türün ayakta kalabilenleridir, deniliyor. Dikkat etmek gerekir, evrim teorisini savunanların ‘ara geçişler’ dedikleri, insan neslinin devam ettirilerek yaratılması demek değildir. Kedi neslinin devam ettirilmesi değildir. Ya nedir? Türler arası atlama doğal olarak tesadüfen random yani deneme yanılma yöntemiyle hücre içerisinde kendi kendine oluşan kimyevi reaksiyonlar neticesinde çevresine uyarak mutasyon yoluyla değişik türler oluştu diye iddia ederler. Özetle, evrimciler, bir hayatın tesadüfen kendi kendine oluştuğunu ve sonra da o ilk oluşan canlı varlığın ortak ‘atası’ olduğunu savunurlar. Kur’an ise, kainatın Yaratıcısının mutlak özellikleriyle, mesela insanı insan olarak, kediyi kedi olarak neslini devam ettire ettire gerçekleşen bir daimi yaratma sürecinden bahseder. Taban tabana zıt bir varlık anlayışı söz konusudur.”
Dersin devam eden bölümlerinde hem söz konusu soru etrafında hem de kimilerinin -sözde- evrimi desteklediğini iddia ettikleri ayetlerin tam tersine bu anlayışı reddedip yaratma işlemini bütün süreçleriyle Allah’a izafe ettiğine dair derinlikli ve değerli tefekkürler paylaşıldı. Allah razı olsun.