Ders Notları

Yer Yüzünde “Fesat Çıkarmak” ve “Kan Dökmek” Ne Demektir?

Yer Yüzünde “Fesat Çıkarmak” ve “Kan Dökmek” Ne Demektir? | Ha-Mim

Ha-mim derslerinde sıklıkla vurgulandığı üzere, Kur’an’da anlatılan kıssalar hangi dönemde yaşanmış olursa olsun ve hangi toplum ya da peygamberle ilgili olursa olsun aynı zamanda bizimle ilgilidir; bize, bizim pratik hayatımıza mesaj veren evrensel anlatımlardır. Kur’an’ın muhtelif surelerinde zikredilen kıssalardan birisi de Hz. Adem kıssasıdır. Bakara suresinin 30-39. ayetlerinde kısmen detaylı olarak Adem’in yaratılış kıssasına yer veriliyor. Bu bölümün başında Allah’ın meleklere, yer yüzünde bir “halife” yaratacağını söylediği, meleklerin ise “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın” dedikleri, peşinden de, “Zira biz Sana hamd ile tesbihte bulunuyoruz ve Seni takdis ediyoruz” diye ilavede bulundukları ifade olunuyor. Bunun üzerine Allah’ın “Muhakkak ki Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” diye cevap verdiği belirtiliyor (Bakara 2/30).

Ayetteki anlatıma bakıldığında meleklerin insanın yaratılışıyla ilgili olarak Allah’ın iradesi karşısında, -adına ister itiraz, ister gerçeği öğrenme talebi diyelim-, iki gerekçeyi gündeme getirdikleri görülüyor: a) İnsanın fesat çıkarıcı olması, b) kan dökücü olması. Klasik tefsir kaynaklarında, meleklerin insanın yaratılışındaki özellikleri dikkate alarak veya levh-i mahfuza bakarak ya da Allah’ın onlara bildirmesine bağlı olarak böyle iki gerekçeden bahsettikleri anlatılıyor (mesela bk. Beydâvî, Envârü’t-tenzil [Beyrut ts.], I, 68) Yine tefsir kaynaklarında geçmişten örnekler verilerek insan oğlunun gerçekten meleklerin kaygılandığı üzere arzda fesat çıkardıkları, sayısız ferdi cinayetler yanında özellikle savaşlarda binlerce insanın birbirinin kanını akıttıkları dile getiriliyor. Ancak bütün bunlar yanında insan türü içinde fesadı değil sulhu ve ıslahı, kan dökmeyi değil yaşatmayı esas alan kişi ve topluluklar olduğu, bunların yaptıkları olumlu çabaların -nitelik olarak- diğerlerinden çok daha baskın olduğu, dolayısıyla insanın yaratılış hikmetinin açığa çıktığı kaydediliyor.

Ayette insanın -potansiyel- iki temel zaafı olarak dile getirilen “fesat çıkarma” ve “kan dökme” konusu,-kainatın Yaratıcısının insanlara yaratılış maksadını gerçekleştirmek üzere yapmış olduğu rehberlik kitabı diye tanımlanan Kur’an’da dile getiriyorsa- nasıl anlaşılmalıdır? Yani bu iki zaaf, zahiren anlaşıldığı haliyle yer yüzünde insanlar arasında “bozgunculuk yapmak” ve “adam öldürmek”ten mi ibarettir? Kur’an “Allah’ın her isminin azami mertebesinden gelen” bir kelam olduğuna, Allah da kendisini aynı zamanda “zâhir ve bâtın” olarak andığına (Hadid 57/3) göre ayetlerin zahirî anlamı yanında derinlikli, kapsamlı, zahiri ile çelişmeyen batınî anlamları da vardır ve olmalıdır. Nitekim Resul-i Ekrem (asm) da bir hadisinde ayetlerin zâhirî, batınî… yönü olduğunu belirtmiştir (İbn Hibbân, Sahih, I, 276). İşte bir Ha-mim dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=aQ2tEVuv7mw) insanın bu iki özelliğinin çok dillendirilmeyen hatta hiç dillendirilmeyen derinlikte bir yorumuna şahit oldum. Şöyle deniliyor bu yorumda:

Peki burada ‘kan dökme’ neyi temsil eder? Öldürmeyi. Hayat sahibi olan bir şeyi öldürmeyi, onun hayatına son vermeyi. ‘Aman efendim insanlar birbirlerini öldürecekler’ demenin alemi yok… Öldürdükleri dönemler var, öldürmedikleri dönemler var. Esasında kan dökme ‘hayata son verme’ demektir, ‘canlılığa son verme’ demektir. Neyi temsil eder bu, Kur’an’ın anlatımı bağlamında? ‘Kainatın hayatı olan mânâya, anlama son verecek’ demektir. Meleklerin ‘biz Seni hamd ile tesbih ediyor, takdis ediyoruz’ diyerek öldürmek ile ne kast ettiklerini açıklamış oluyorlar; kainatın yaratılış maksadı olan ‘hamd ve tesbih ile takdis eden yönünü’ öldürecekler. Kainatın mânâsına kulak asmayacak, onu manen katledecek demektir. Çok dikkat etmek lazım!

“Melekler kainatın anlamını temsil eden varlıklardır. Kainatta mânâsızlık yoktur. Mânâ, mânâsızlığı kavramaz. Onun zıddıdır çünkü. Onun için kainatın Varlık Kaynağı ‘Ben bir halife yaratacağım’ dediği zaman melekler ‘mânâsızlığa yönelme tercihine sahip bir mahluk’ diyerek bu yaratılışta tereddüde açık bir yön bulunduğunu dile getirmişlerdir. Dolayısıyla onlar açısından bakıldığında, ‘mahlukatı mahlukatın yaratılış maksadı dışında kullanacak, böyle bir tercih özelliğine sahip bir mahluk mu yaratacaksın’ demeleri meleklerin hakkıdır. Kapasiteleri itibariyle bunu söylerler, sorarlar. Nitekim soruyorlar: ‘Yer yüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek bir mahluk mu yaratacaksın; biz Seni hamd ile tesbih ediyor, takdis ediyoruz’. Peki burada ‘kan dökme’ neyi temsil eder? Öldürmeyi. Hayat sahibi olan bir şeyi öldürmeyi, onun hayatına son vermeyi. ‘Aman efendim insanlar birbirlerini öldürecekler’ demenin alemi yok… Öldürdükleri dönemler var, öldürmedikleri dönemler var. Esasında kan dökme ‘hayata son verme’ demektir, ‘canlılığa son verme’ demektir. Neyi temsil eder bu, Kur’an’ın anlatımı bağlamında? ‘Kainatın hayatı olan mânâya, anlama son verecek’ demektir. Meleklerin ‘biz Seni hamd ile tesbih ediyor, takdis ediyoruz’ diyerek öldürmek ile ne kast ettiklerini açıklamış oluyorlar; kainatın yaratılış maksadı olan ‘hamd ve tesbih ile takdis eden yönünü’ öldürecekler. Kainatın mânâsına kulak asmayacak, onu manen katledecek demektir. Çok dikkat etmek lazım!”

“Biz insan olarak halifeyiz. Ama bir özelliğimiz var: Eğer insaniyetimizi devreye sokmaz, varlığın anlamını inkar edersek hayat sahibi olan kainatı cansız ceset haline getiren katiller olabiliriz. Başka bir ifadeyle varlığın, Yaratıcının mutlak olması zorunlu olan özelliklerini dile getiren anlamını inkar edip can damarlarını kesen cânileri olabiliriz. Böyle yapan birisine Allah ne yapacak? Kısas uygulayacak. Kısas nedir? Bir insanı haksız yere öldürenin kendisinin de öldürülmesidir. Zaten insanlık tarihinde değişik şekillerde de olsa medeniyette haksızlık yapan bir kimseye şöyle veya böyle yaptığının karşılığı ödetilir. Aynı şekilde kainatı öldüren bir kimsenin de, -Kur’an ona gerçeğin üzerini örten anlamında ‘kafir’ der, gerçeğin aksini söyleyen anlamında ‘kâzib’ der-, kendisinin öldürülmesi gerekir. Ama ölümü biz nasıl anlarız? Bitti artık, cezasını çekti diye. Hayır, öyle değil. Kainatın sonsuz misyonunu ölüme mahkum eden bir kimsenin kendisinin de sonsuz hapse, ölüme mahkum edilmesi lazımdır. Cehennem budur! Şaka değil. Böyle bir kimse kainat kadar ceza görecek. Cehennemin ebedi olması bu demektir. Demek ki manen kainatı öldüren bir katil, kainat kadar mahkum edilmelidir, adalet gereği!”

“İşte kainatın bir noktasını öldüren, mesela ‘bu, kendi kendine oldu’ diyen onu, hatta bütün kainatı manen öldürmüş demektir. Zira bir şey kendi kendine olursa öbür şey de kendi kendine olabilir, diğer şey de kendi kendine olabilir… Bir insanı haksız yere öldüren seni de haksız yere öldürebilir, beni de haksız yere öldürebilir. Haksız ya. Kur’an, ‘Eğer bir kimse bir can karşılığı veya bozgunculuk çıkarma karşılığı olmaksızın bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir; ve eğer bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibidir’ (Maide 5/32) ayetiyle bize eğer bir kişi, bir zerrecik bile olsa ‘tesadüfen oluşmuş’ derse bütün zerreleri tesadüfen oluşmuş gibi anlamsızlıkla itham etmiş olur, cansızlaştırır, yani ölü ceset halinde dönüştürür, diyor. Bunun tersi de doğrudur. Bir zerre için ‘bu zerre varlık verilmeye muhtaçtır’ diyorsak, bütün zerrelerin de varlık verilmeye muhtaç olduğunu söylüyoruz demektir. Bu Kur’an ifadeleri bize kainatın nasıl bölünemez bir bütün oluşturacak şekilde var edildiğini de öğretir.”

Ayetteki ‘fesat çıkarmayı’ da aynı doğruluda anlamak gerekiyor. ‘Fesat’ bozmak, karıştırmak, dağıtmak’ anlamına geliyor. İnsan kendisine ‘irade hürriyeti’ verilen bir mahluk olduğu için bunu insanî özelliklerine yani akıl ve duygularına göre değerlendirmezse, -kitap örneğinde olduğu gibi- kainatın anlamını bozabilir, dağıtabilir, çarpıtabilir. Paragrafların yerlerini değiştirir, cümlelerin yahut kelimelerin yerlerini değiştirir. Kitabı kendince yanlış olarak yorumlamaya kalkar vs. Böylece bir tür bozgunculuk yapar.

“Şimdi bir atomu veya bir hücreyi haksız yere, ‘bu kendi kendine oldu, oluştu’ diyen bütün atomların, bütün hücrelerin kendi kendine oluştuğunu dolaylı olarak ilan ediyor demektir. Yani insan muhakemesi açısından şu atomun veya şu hücrenin yaratıcısı var, ama şunun veya şunların yok denmesi mümkün değildir. Onun için bir atomu veya bir hücreyi öldüren bütün kainatı anlamsızlığa mahkum etmiş demektir.”

“Ayetteki ‘fesat çıkarmayı’ da aynı doğruluda anlamak gerekiyor. ‘Fesat’ bozmak, karıştırmak, dağıtmak’ anlamına geliyor. İnsan kendisine ‘irade hürriyeti’ verilen bir mahluk olduğu için bunu insanî özelliklerine yani akıl ve duygularına göre değerlendirmezse, -kitap örneğinde olduğu gibi- kainatın anlamını bozabilir, dağıtabilir, çarpıtabilir. Paragrafların yerlerini değiştirir, cümlelerin yahut kelimelerin yerlerini değiştirir. Kitabı kendince yanlış olarak yorumlamaya kalkar vs. Böylece bir tür bozgunculuk yapar. Nitekim bir ayette, ‘İnsanların elleriyle yaptıkları kötülükler sebebiyle karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır…’ (Rum 30/41) denilerek insanın tercihini yanlış kullanmakla karada ve denizde nasıl bozmaya, bozulmaya vesile olduğu belirtiliyor.”

Dersin devam eden bölümlerinde Hz. Adem kıssasının bize bakan boyutlarıyla ilgili olarak önemli paylaşımlara yer veriliyor. Benim bu derste özellikle istifade ettiğim husus “fesat çıkarma” ve “kan dökme” olayının kainatla ilişkilendirilerek açıklanması oldu. Baştan sona kadar eşsiz bir nizam ve intizamın eseri olduğu açıkça görülen kainatı ve kainattaki olayları, -Yaratıcıya inandığımı söylesem bile- yer yer tabiata yahut teadüfe havale ediyor, sebeplere veriyorsam bir bakıma bozuyorum, çarpıtıyorum ve onları öldürüp cansız ceset haline dönüştürüyorum demektir. Hele daha ileri giderek kainatın anlamını görmüyorsam, bu anlamı okumuyorsam, bu anlamın beni götürdüğü gerçekliği kabul etmiyorsam kısacası bu anlamı yok sayıyorsam kainatı hatta kainatın her bir zerresini manen katletmiş oluyorum, Allah korusun! Ne kadar sarsıcı, ne kadar etkileyici, ne kadar ihtiyacım olan bir mesaj diye düşündüm!

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın