Ders Notları

Dinî Anlayışın Sekülerleştirilmesine Karşı Farkındalık Geliştirmek!

Dinî Anlayışın Sekülerleştirilmesine Karşı Farkındalık Geliştirmek! | Ha-Mim

Ha-mim’in 25. 09. 2022 tarihli Lahikalar dersinde (https://www.youtube.com/watch?v=oo7wMz4VlBQ), Barla Lahikasının okunmasına ve müzakeresine devam edildi. Önceki hafta müzakeresine başlanan 128. Mektupta Hulusi Abi (Yahyagil) müellifin “turuk-ı velâyet” hakkında yazdığı Risaleyi (29. Mektup, Dokuzuncu Kısım: Telvihât-ı Tis’a) dokuz madde halinde özetliyor. Yedinci maddede şunları söylüyor: “Şeriatın şümullü, tarikat ve hakikatin maksûd-ı bizzat hükmüne geçmemeleri iktiza ettiği; sünnet-i seniyye ve ahkâm-ı şeriat haricinde bulunan ehl-i tarikatın iki kısmı ve sünnet-i seniyyeye muhalefetleri misaliyle fehme takrib ediliyor”. Derste, bu vesile ile kısmen önceki hafta başlanan “şeriat” kavramı etrafında önemli müzakereler paylaşıldı. Ben gerek önceki haftaya gerekse bu haftaya ait müzakerelerin tamamını ilgili kayıtlara havale edip, bunlardan bir kısmına değinmek istiyorum.

Moderatör dersin başında, Şeriatın namaz, oruç gibi hükümlerine karşı ciddi bir zaaf bulunduğunu, hatta bu zaafın bazı cemaatlerde de görüldüğünü söyledi. Bunun üzerine bir müzakereci şunları ifade etti: “Şeriat sadece namaz, oruç gibi ibadetlerden yahut bilinen helal ve haramlardan ibaret olmayıp aynı zamanda Kur’an’da açık hükümleri olan, Peygamber’in (asm) hayatında uygulamaları bulunan insan-toplum ilişkilerine dair önemli hükümler de içerir. Toplumda bu konuda büyük bir ihmal var. Bu ihmal bazı cemaatlerde görülen ihmal değil, umumi bir ihmal. Şu cemaatte veya bu cemaatte değil hepimizde, bizde, bende görülen bir ihmal. Ne yapıyoruz? Toplumla ilişkilerimizde; ekonomik, siyasi vs. ne varsa ilişkilerimizde şeriatın hükümlerine tabi olmaktan çok, genel gidişata uygun tavırlar belirliyoruz. Dediğim gibi bu durum muayyen bir cemaatle sınırlı değil. Mesela ben Risale-i Nur okuyan cemaatte İslamî ibadetlerle ilgili bir ihmal görmüyorum. Ama son zamanlarda politik sarsıntılardan dolayı bazı kimselerde cemaati terk etme meyli söz konusu olabiliyor. Fakat genel olarak geniş halk tabakasında ibadetler konusunda zaaf göstermeler yanında toplum hayatını ayarlamada ve kontrol etmede yahut dengesini bulmada, Şeriatı ihmal etmede ileri düzeyde bir tablo görünüyor. Daha vahimi şeriatın bunlarla ilgisi olmadığı zannediliyor. Bu yalnızca Anadolu kültürüne ait bir zafiyet değil dünyada gayet yaygın bir hal. O bilinç ne yazık ki kaybolmuş durumda!”

Seküler anlayış şimdi din anlayışına sızdı. Dinî anlayış sekülerleşti. Bunun farkında değiliz. Yani seküler kurumlar dini kontrol altına aldılar. İnsanlar seküler kurumları ‘dinî otorite merkezi’ diye algılamaya başladılar.

“İçkinin haramlığı her yerde, herkes tarafından biliniyor. Zinanın haramlığı her yerde, herkes tarafından biliniyor. Kumarın haramlığı her yerde, herkes tarafından biliniyor. Bunlara insanlar imanları nispetinde riayet ediyorlar, etmeye çalışıyorlar. Evet, bu konularda hassasiyet var. Fakat toplumla ilişkilerimizde, politik ve ekonomik ilişkilerimizde ciddi boyutlara ulaşan şeriatsızlık hakim. Bizim de bu konularda çok dikkat etmemiz lazım. Bunun için iyi bir eğitim görmek gerekiyor. Risale-i Nur okuyan muhitler için konuşmak gerekirse, bu konuda söz Eski Said’e ait görünüyor. Eski Said eğitiminden geçmeyenler bu konuda daha çok yalpalıyorlar. Hatta bazıları yalpaladıklarının bile farkına varmıyorlar!”

Bu konuşma üzerine moderatör Şeriatın insana politik bir duruş da kazandırdığını, fakat müzakerecinin işaret ettiği üzere, insanların çoğunda bu duruşun örselendiğini dile getirdi: “Müslümanlık maalesef Müslümanların eliyle sekülerleşiyor, sekülerleştiriliyor” dedi. Önceki müzakereci tekrar söz alarak şunları ifade etti: “Seküler anlayış şimdi din anlayışına sızdı. Dinî anlayış sekülerleşti. Bunun farkında değiliz. Yani seküler kurumlar dini kontrol altına aldılar. İnsanlar seküler kurumları ‘dinî otorite merkezi’ diye algılamaya başladılar. Aslında ‘başladılar’ değil, bir nice zamandır bu her yerde açıkça görülüyor. Mesela zahiren öyle değil zannedilen Suudi Arabistan’da bile bunun yaygın hastalık haline geliyor olduğu ifade olunuyor. İran’da da durumun aynı olduğu belirtiliyor. Mısır gözümüzün önünde, orada da durumun böyle olduğu müşahede olunuyor. Türkiye’deki dramatik tablo zaten ortada”.

Moderatör müzakereciyi teyit etmek üzere, “Türkiye ile ilgili somut bir örnek olarak hutbeler aklıma geldi. Resmi kurumlarca hazırlanan hutbeler, takip edebildiğim kadarıyla ayet ve hadis metinleri ve mealleri hariç bazı dine inanmayan fakat insancılığı temel alan sosyal kulüplerde yapılan açıklamalar gibi görünüyor. Baştan sona kadar sekülerizm kokuyor” dedi. Adından başka bir müzakereci dinin usul ve fürû yahut iman ve amel diye ikiye ayrıldığını, fıkhın ilgi alanına giren “amel”in de ibadet, muamelat ve ukûbat şeklinde üçe ayrıldığını ifade ettikten sonra şunu paylaştı: “Dinin ibadetlerle ilgili ahkamında problem yok, inananlar için. Her mümin iman seviyesine göre bunları yerine getirmeye çalışıyor. Fakat bir de şeriat denince daha çok akla gelen dinin hukuki boyutu var; mesela ukubâta dair çok sayıda ayet var, ‘had’ diye anılan cezâî müeyyideler var. Mesela hırsızlık yapana öngörülen bir ceza var vs. Bu hukukî hükümlerin en azından bazılarına farklı çevrelerden gelen itiraz hatta tepkiler var. ‘Siyasi İslamcılar’ diye bilinen kesimler Şeriatın, tatbikini devlet otoritesine bırakmış bu hükümlerinin hayata geçmesi için çalışmak gerektiğini söylüyorlar. ‘İman hizmetini öncelemek lazım’ diyen kesimlerin ise bu konularda nasıl düşünmeleri gerektiğinin tartışılması gerekir diye düşünüyorum.”

Önceki müzakereci söz alarak şunları vurguladı: “Esas problem, Şeriatın bu kısmının bilincinde olmayan bir Müslüman toplumun yetişmiş olması. Kanaatimce problemin tabanı ‘sekülerleşmiş din anlayışı’nda. Az önce ‘dinî anlayış sekülerleşti’ derken kast ettiğim bu! Mesela ‘milliyetçilik, devletçilik, ulusçuluk, resmi tarafgirlik, bizim üstünlüğümüz, Türk dini, yahut Türk geleneği, Fars dini veya Fars geleneği, Arap dini veya Arap geleneği’ gibi söylemler dinî anlayışı perdeliyor, gölgeliyor, bulandırıyor.”

“Bakıyorsunuz insanlar namazını kılıyor. Niye? Toplumda zaten böyle bir dinî gelenek var diye. Bunu devam ettiriyor; güzel! Zekatını vermeye çalışıyor. Niye? Toplumda böyle bir dinî gelenek var diye. Bu da güzel! Yani ibadetlerle ilgili dinî hükümleri uygulamaya çalışıyorlar. Uygulamayanlar da, ‘Aslında uygulamak lazım, ne yapalım tembellik ediyoruz’ vs. diyorlar. Evet ama dinin seküler siyasî otoritenin eliyle milliyetçilik, devletçilik gibi kavramlarla kaynaştırılmasını, bulandırılmasını görmüyorlar, göremiyorlar. Mesela bir ulus devletin fizikî savunmasını İslam’ın cihat hükmü ile çorba gibi karıştırıp harmanlıyorlar. İnsanlar bu harmanlamanın hiç farkında değil. Esas problem bu!”

Farkındalık önemli. Farkındalık oluşturmak gerekiyor. Bize sunulan din tablosunun nelerle bulaştırıldığını, nasıl sekülerleştirildiğini görmemiz lazım.

“Evet, adına ‘siyasal İslam’ denilen yapı dinin iman esaslarını sağlam temeller üzerine inşa etme gayretinde bulunmak yerine ‘binanın temelindeki problemin onarımı için çatıyı düzeltmek’ gibi bir tutumun içinde; ama imana odaklanan hizmet gruplarının da dini iğdiş edilmekten kurtararak özgün yapısına uygun ‘bütünlük’ içinde ele almaları gerekiyor. Başka bir ifadeyle toplumda tepeden tırnağa iman zafiyetini gören hizmet çevreleri, ‘şimdi önceliği buna vermek lazım’ derken, halkın İslam’ın geneli konusunda bilinçlendirme faaliyetinden geri kalmamaları icap ediyor. Yani tevhit dini olan, evrensel nitelik taşıyan İslam ‘ulus devlet’ menfaatleriyle nasıl kaynaştırabilir? Dinin hedefi başka, ulus devletin menfaati başka. İnanlara bu şuuru kazandırmak lazım. Ben bu gözle bakıyorum, elbette istisnaları olmakla beraber, çok kişinin bu bilinçten uzak olduğunu görüyorum”.

Müzakerecinin bu değerlendirmesinin ardından moderatör şuna dikkat çekti: “Said Nursi’nin hayatına baktığımızda, müzakerecinin işaret ettiği üzere onun, ‘siyasal İslam’la ilgilenmeyip bütün mesaisini iman hizmetine yoğunlaştırdığını görüyoruz. Ama aynı zamanda yeni rejimin dayatmaları karşısında da o, mahkeme müdafaalarında, ‘Biz kabul etmiyoruz ama amel de etmiyoruz’ diyor. Yani ‘ayaklanma vs. içine girmiyoruz fakat bununla amel de etmiyoruz’ şeklinde beyanda bulunuyor. Peki bunu nasıl değerlendirmek lazım?”

Aynı müzakereci soruya şöyle cevap verdi: “Farkındalık önemli. Farkındalık oluşturmak gerekiyor. Bize sunulan din tablosunun nelerle bulaştırıldığını, nasıl sekülerleştirildiğini görmemiz lazım. Kimse şunu demiyor: ‘Allah’a inanmayın’. Hiçbir siyasi irade halka böyle söylemez. Belki Çin’in ‘dinin aslı yoktur’ vs. diye insana, insanlık tarihine aykırı ifadeleri olabilir, ayrı. Lakin ‘Allah’a inanıyoruz, din ve vicdan hürriyeti var’ diye atıp tutarlar ama hepsinin içine ‘vatan menfaati, devlet menfaati, ekonomik menfaat’ adı altında milliyetçilik, devletçilik, ulusçuluk bakışı koyarak dini seküler bir muhtevada sunarlar. Hani ‘vatan, millet, Sakarya’ diye alay edilen bir söz var ya, onun gibi. Yani ‘vatanımıza, milletimize, devletimize, ordumuza’ diye başlayan dinî konuşmalar, din takdimleri var. İnsanlar bunların farkında değil. Adam hutbede bile okur bunu. Hangi devleti, hangi siyasi otoriteyi dinle kaynaştırıyor, çoğu kimse bunun ayırtında olmuyor!”

“Şimdi dine hizmet etmek ayrıdır, dini lâdinî unsurlarla karıştırarak sunmak ayrıdır. Zamanın şartlarını iyi okuyarak dinin ihmale uğramış iman esaslarını tahkike dayalı olarak anlamak, yaşamak ve anlatmak zaruridir. İnsanların bu konudaki tereddütlerini gidermek, ikna edici açıklamalar yapmak zaruridir. Yani iman hizmetini öncelemek zaruridir. Ama iman hizmetini önceleyeceğim derken, dinin seküler siyasî otoritelerce başka şeylerle karıştırılması, bulandırılması vakıasına karşı dikkatli olmak şarttır. Said Nursi’nin mahkemedeki beyanlarına gelince, bunun hangi şartlarda gerçekleştiğini iyi tasavvur etmek lazım. Mahkemede yapılan müdafaalar üzerine hizmet prensipleri kurulamaz! Said Nursi’nin yaşadığı normal hayata bakmak gerekir. O, kimin milli değerlerini din ile özdeşleştirmiştir, o hangi ‘milli kaygıları’ dinî kaygılar olarak sunmuştur? ‘İsyanlara oynamamaya’ gelince; elbette isyan etmemek onları kabul etmek anlamına gelmez. Sonuç olarak bu konularda ciddi bilinç eksikliğimiz var!”

Metnin doğrudan konusu olmadığı için müzakerelerde “şeriat” kavramı genel bütünlüğü içinde ele alınmamış olmakla beraber, bu kavram etrafında düşünmemizi gerektiren önemli noktalara değinildiği için ben bütün katılımcılar için Allah razı olsun diyorum.

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın