Kur'an Okumaları Usûle Dair

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Adiyat Suresi-2

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Adiyat Suresi-2 | Ha-Mim

وَٱلْعَـٰدِيَـٰتِ ضَبْحً

100:1. “Savaşta, soluk soluğa koşan atlara yemin olsun!”

Ayette soluk soluğa koşan savaş atlarından neden bahsediliyor? Savaş atları neyi temsil ediyor? Savaş atları, insanın hakikate itiraz eden bencil ve gururlu duygularının yanı sıra inkâr fikri ve inkârcıları temsil ediyor. İnsan bir savaş meydanındadır. Bu meydanda soluk soluğa hakikate saldıran duygularıyla mücadele etmesi gerekiyor. Bir yandan karşılaması gereken acil fiziki ihtiyaçları diğer yandan varlığına mana bulma ihtiyacı, insanı sürekli mücadele etmeye itiyor. İnsan kendi içinde sürekli bu mücadele ve çatışmayı yaşıyor. Savaş meydanında olmak demek bir düşmanın da olması demektir. İnsanın düşmanı onu anlamsızlık ve rastlantı sonucu var olduğuna ikna etmeye çalışan bir varlık yorumudur. Bunlarla savaşmak ve mücadele etmek için varlıkların nasıl var edildiklerine bakması gerekir. Bunu yapmak için de sürekli biçimde kendini ilgilendirmeyen olaylar ve gerçekliğini unutturan duygularla mücadele etmelidir. İnsan, bu savaş meydanında insani beklentilerini karşılamak, huzur ve emniyete ermek ister. Bunu başarmak için kendisiyle mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü savaş, insanın içinde cereyan eder. Bu savaş, insaniyetin sesi olan ruh, vicdan, kalp veya bilinç ile insanın gerçekliğini görmezden gelen nefis, heva veya heves arasındadır. Vicdan, insana bir şeyin doğru olup olmadığı noktasında yol gösterir ve insaniyete uygun olana yöneltir, asla yanıltmaz. Nefis ise hep oyalanmayı ve kendi gerçekliğinden kaçmayı sağlayan işlere yöneltir. Bu iki cephe arasındaki şiddetli savaş ömür boyu devam eder. Vicdan, vahyin mesajını onaylar ve rehberliğini kabul eder. Nefis bir süreliğine insana zevk veren işlere dalmaya sevk eder. Yanlış işler yapan yani heva ve hevesine uyan biri vicdanına savaş açmış olur. Yanlışa devam ettikçe vicdanen duyduğu rahatsızlık üst düzeye çıkar. Bu haldeki bir insan kendisiyle savaş halindedir. Vicdanı ve vahyi dinlemeye başladığında rahatlar ve huzura erer. Bu nedenle insan öncelikli olarak vahyi kendi içinde onaylamalı ondan sonra talep gelirse başkalarının yardımına koşmalıdır.

Tarih boyunca insanlar mesaj getiren elçilere karşı çıkmış ve onlarla savaşmıştır. Bu savaşın aynısı insanın içinde de sürüyor. Bu savaş, psikolojik sorunlar ve rahatsızlıkların da esas nedenidir. Rahata ermemiş bir insan, rahatsızlık veren şeye tepki gösterir ve nefes nefese koşan bir at gibi savaş meydanına koşar.  Örneğin, dine ve peygambere hakaret edildiğini gören bir Müslüman rahat duramaz ve tepki gösterir. Peki Peygamber (SAV) bu gibi durumlarda nasıl tepki verdi?  İnsanları kendi gerçekliğiyle yüzleşmeye yöneltti. Duygusal ve öfkeli tepkileri olmadı. Karşı çıktıkları şeyin aslında kendilerinin aciz ve var edilmek zorunda olduklarını görmek istememeleri olduğunu anlamaları için onların taşkınlıklarına sabır gösterdi. Merhametli davrandı. Hakkın hak olduğu için kuvvetli olduğunu sabır ve sükunetiyle gösterdi. Zira, hakkın bağırmaya ve öfkelenmeye ihtiyacı yoktur. Hakikat her zaman haklıdır. Her insanın vicdanı bu gerçeği kabul eder. İnsanların vicdanlarına dönmelerini sağlayacak biçimde olgun, anlayışlı, merhametli ve dürüst biçimde davrandı.

Vicdan öyle bir şeydir ki, insanın kendi içindeki duygularla çelişmesi halinde rahatsız olur. Tıpkı bir arabanın motorunda sorun olması durumunda değişik sesler çıkarması gibi vicdan da insana bir şeylerin yolunda olmadığını ve sorun olduğunu haber vermek için seslenir. İnsan, vicdanına karşı kendini haklı çıkarmak için daima bahaneler bulmaya teşebbüs edebilir. Bahaneler uydurduğunun farkına varır varmaz rahatsızlık duyar. Bu duygu doğruya yönelmenin ilk işaretidir. Örneğin, yalan söylemek her insanı rahatsız eder. Bunun farkına varmak için herhangi bir dine mensup olmak gerekmez. Bu özellik her insanda vardır. Kimi çabuk fark eder, kimisi de umursamaz. Din, insanın kendisiyle yaşadığı çelişkiler ve çatışmalardan kurtulmak için yol gösterir. İnsan, huzursuz olduğunu fark edebilecek özellikte yaratılmıştır. Her insanın türlü sorunları vardır. Örneğin, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller ve tutkular sorunlara yol açabilir. Bunların gerçekleşmesinin imkânsızlığı bir yana sonu da yoktur. Yaratılmışlığını kabul etmeyen insanlara, bilinç özelliği bu gerçeği hatırlatır fakat o bunu kabullenmek istemez. Çatışma ve sorunlar bu noktada başlar. İnsan, sürekli olarak kendini kandırıp bu dünya şartlarında ebedi mutluluğu bulacağını söylediği sürece kendisiyle çatışır. Mutlu ve huzurlu görünse bile vicdanen buna ikna olmaz. Vicdanın söylediklerine uymadıkça huzur bulmaz ve savaşmak zorunda kalır. İnsanın bilinci ebedi mutluluk ve huzur arzusunun farkındadır. Daha da ötesi, varlıkları yanlış yorumlayarak huzur aramaya çalışmanın da farkındadır. İnsan, vicdan veya bilincini dinlemeden huzur ve emniyete ulaşamaz.

Kâinat, insanın ebediyet arzusunu karşılayamaz. Çünkü kâinat türünden olan her şey fanidir. Sadece insanı bu kâinatla birlikte var eden Varlık Kaynağı ebediyet arzusunu karşılayabilir. Zira, sonsuz nitelikteki ebediyet arzusunu var eden Varlık Kaynağı Mutlak sonsuzdur. Burada ebedi memnuniyet ve huzura kavuşmak için insanın Varlık Kaynağını tanıması ve tasdik etmesi gerekir. Bunun yolu da vicdanı dinlemekten geçer. Vicdan, insana her şeyi açıklar. Zira, vicdan doğrudan Varlık Kaynağından insana gelen ilham türünden bir vahiydir. Vicdanın görev yapması için insanın dürüst olması gerekir. İnsan genellikle kendi eksiklikleri ve hatalarının nedenini başkalarında, yani kendisinin dışında arar. Ancak, önyargısız ve dürüst biçimde vicdanının sesini dinlerse nerede hata yaptığını daha net biçimde görebilir. Yaratıcıdan ancak bu şekilde doğrudan mesaj alınabilir. Toplum, kültür veya bencillikten dolayı insanın dürüstlüğünün zedelenmesi vicdanın sesini dinlemeye engel olur. Bu engellerden kurtulmak ve arınmak için insanın dürüst biçimde kendisiyle yüzleşmesi ve gerçekliğini kabul etmesi gerekir. Varlığının gayesini bulmak için mücadele etmeden herhangi bir ilerleme kaydedemez.

Hiçbir insan hakikati net biçimde görmeyi garanti edemez. Yani, kendi gerçekliğini kabul etmeyip aslında hakikati olmayan şeylerle ömrünü geçirebilir. Bundan dolayı her insanın, kendi gerçekliğini unutmamak için ömür boyu dikkatli olması gerekir. İç huzura ulaşabilmek için ne tür hırslar ve beklentileri olduğuna odaklanmalıdır. Bu süreçte kendisine karşı daima dürüst olmalıdır. Beklentileri ve hırsları bakımından haklı olup olmadığını itiraf edebilmelidir. Özellikle hırslarından kurtulmakta başarısız olduğunda bunun insaniyetinin yani vicdanının beklentisi olup olmadığına bakmalıdır. Hırs ille de kariyer, zenginlik veya başarı biçiminde olmaz. Ebediyet arzusunu yanlış biçimde karşılamak şeklinde de olur. Yanlış yol veya dalalet, vicdana aykırı olan memnuniyet ve itminan biçimi aramaktır. Vicdan, ruh veya bilince karşı gelerek memnuniyet kazanmaya çalışmaktır. İnsan ancak yaratılmış olduğunu ve Yaratıcısının kendisi için gerekli olan her şeyi var ettiğini kabul ettiğinde ebedi mutluluğun kapısını aralayabilir. Eğer bir insan Varlık Kaynağını kabul etmek yerine, sadece kendisine geçici süreliğine lezzet veren şeylere ulaşmayı gaye edinirse bu kâinatta hiçbir şey ona ebedi mutluluğu veremez. Çünkü kâinattaki her şey geçicidir ve sönüp gidiyor. İnsan bilinci ancak kendisini Varlık Kaynağına teslim ettiğinde mutmain ve huzurlu olur. Çünkü vicdan gerçeği kabul etmekle rahatlar. Rahata eren bir insan, hayatını dünyalık şeyleri elde etmek için harcamaz. Bedenin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır ama bunu yaparken Yaratıcısının varlıklarda tezahür eden sevgisini ve şefkatini fark ederek O’na minnettarlığını ve şükrünü ifade eder.

Kâinat Şahitliğinde Kur’an Okuma Denemeleri: Adiyat Suresi-2 | Ha-Mim

Ebedi itminan ve huzura ulaşmak için geçici lezzetlere değil Varlık Kaynağını tanıtan hedeflere yönelmek gerekir. Varlığını sadece bu dünya şartlarına göre tanımlamak ve ötesinde bir mana aramamak dünyevi bir yaklaşımdır. İnsan dünyevileştikçe vicdanen huzur ve itminana ulaşması zorlaşır. Çünkü vicdan ebediyete dönük cevaplar ararken geçici dünya lezzetlerinden sunulan cevaplarla tatmin olmaz. Yalnızca bedenin tatmini için yaşanan lezzetler bedenle birlikte dünyada kalır oysa vicdan sonsuz olana taliptir. Sonsuz huzur ve memnuniyeti ise ancak ve ancak Ebedi Varlık Kaynağı sağlayabilir. Bu kâinat türünden olan varlıkların hiçbiri sonsuz nitelikte değildir. Bu nedenle insan, Yaratıcısına teslim olup her şeyin O’nun tarafından sağlandığını anlayıp kabullenmediği sürece huzur ve mutluluğa erişemez. Hırs ve kaprislerinin peşinden gittiği sürece mutsuz olur. Yaratıcıya teslim olmayıp varlıkların kendiliğinden veya maddi sebepler tarafından var edildiğini iddia etmek, insanın kendisiyle çelişmesi ve Yaratıcısına savaş açması anlamına gelir. Bu durumda vicdan huzur yerine azap ve mutsuzluk duyar. İnsan, bu azaptan kurtulabilmek için Yaratıcısını tanımalı ve Ona teslim olmalıdır. Bunun için varlıklarda yansıyan özellikleri Yaratıcıya atfederek okumalı ve anlamlandırmalıdır.

Sevdiğimiz bir arkadaşımızın hasta olduğunu öğrendiğimizde onu tedavi etmek için kâinattaki düzene uygun biçimde ne gerekiyorsa yapmaya çalışırız. Fakat tedavi olumlu sonuç vermeyip de arkadaşımız vefat ederse suçluluk duyar mıyız? Hayır. Ama tedavi için çabalamaz ve kâinatın düzenine uyarak çare aramazsak o zamana suçluluk duyarız. Bu süreçte vicdanımız bizi Yaratıcının koymuş olduğu kurallara uygun davranmaya yöneltir. Vicdanımızın sesini dinleyerek arkadaşımız için elimizden geleni yapmakla Yaratıcımızın koymuş olduğu kurallara uymuş oluruz. Bu gerçeğin farkında olmazsak arkadaşımızın vefatıyla isyan eder ve Yaratıcıyı suçlarız. Oysa yaratılan her şey ve olay, Yaratıcıyla irtibat kurmayı öğretmek içindir. İrtibatı kurabilmek için kâinatta vaz edilmiş kurallara uymamız ve gerekeni yapmamız şarttır. Dua eden bir kişi aslında kendi iyiliği için dua eder.  Dua ederken kâinattaki kurallar ve düzene uymak suretiyle Yaratıcıya itaat edilir. Duanın en iyi şekli sözlü ifadenin yanı sıra kâinat düzenine uyarak harekete geçmektir. Dua bize kâinatta olup biten her şeyin kâinatın yaratıcısının İradesi ile gerçekleştiğini hatırlatır. Biz de O’nun iradesinin rahmet, şefkat ve hikmet ile tezahür ettiğini hatırlamakla kendimizin güvensizliğini O’nun güvenli tercihine teslim ederek rahata kavuşuruz. Dua ettik diye mutlaka duamızın karşılığında bizim beklentilerimizin gerçekleşmesi gerekmez. Çünkü böyle bir “pazarlık” yaparcasına dua ederek O’na güvenmiş olmayız. Aksine kendi tercihimizin en güzel olduğunu iddia ederek sanki Yaratıcıyı kendi irademize tabi olmaya davet etmiş oluruz. Bu hak olana teslimiyet değil, kendimizin Mutlak hakikate sahip olduğunu iddia etmek demektir. Kendine güvenen kendini kandırır. İnsanın kendisi ne ölümü durdurabilir ne de kâinatın kurallarının dışına çıkabilir. Her zaman var edilmeye muhtaç, zavallı bir yaratıktır. İnsan ancak dua bilinciyle yaşadığı zaman hayatını güven ve huzur içinde yaşar.

Bir şey yapmamız gerektiğinde ve bir amacımıza ulaşmak istediğimizde Allah’a halimizi arz eder ve yalvarırız. Bunun, Allah’ın sonucu yaratma biçimine herhangi bir etkisi yoktur.  Önemli olan, düzene itaat etmekle düzeni Var Edenin iradesine itaat etmiş olduğumuzun bilinciyle düzene uymaktır. Buradaki düzeni kim kurdu?  Kâinatın tümünü yaratandan başka kim olabilir ki? Düzene uymakla Varlık Kaynağımıza itaat etmiş oluruz. Bu bilinçle, bu dünya şartlarında her ne yaparsak yapalım vicdanımızla çelişmeyiz. Örneğin, bir sınava iyi hazırlanmadan girip kötü bir sonuç alırsak çok da üzülmeyiz. Çünkü vicdanen, yeterince çalışmadan hak etmediğimiz iyi bir sonucu almayı kabul etmeyiz. Vicdan bize daha iyi çalışmamız gerektiğini söyler. Bunun farkında olmamıza rağmen bizi sürekli farklı şeylerle meşgul etmek isteyen heva ve hevesimizle bir mücadele ve savaş yaşarız. İnsaniyet ve vicdandan gelen mesajı reddeden bir kişi, savaş alanına koşan bir at gibi hızla kendini haklı çıkarmak için gerekçeler bulmaya çalışır. Bu nedenle inkârın taraftarları var edilme hakikatini örtmek için daha çok çalışırlar. Çünkü vicdanlarının kendilerine hatırlattığı hakikatin sesini duymamak için sürekli kulaklarını kapatmak zorundadırlar. 

Eğer bir insan hayatımın amacı nedir, bu dünyada ne yapıyorum, neden hiçbir değeri olmayan şeyler için mücadele ediyorum, hakikat nedir gibi soruların cevabını öğrenmek istiyorsa her şeyden önce kendini sorgulamalıdır. Bir aynanın karşısına geçmeli ve sen kimsin, necisin, bu dünyada ne arıyorsun, nerden geldin ve nereye gidiyorsun diye kendine sormalı ve düşünmelidir. Bu süreç kişiden kişiye farklılık gösterir ve zaman alır. İlk denemeler genellikle başarısız olur ve usanç verir. Fakat bu sorular büyük sorulardır. Cevaplarını bulmaya başlamak demek hayatın anlamını çözmek demektir. Hayatın anlamı da hemen bir iki sorgulamayla ortaya çıkacak kadar basit değildir. Hikmet gereği insanın çabalaması ve sebat göstermesi gerekir ki varlığın mana katmanları açılabilsin. Sabır ve azimle sorgulayan, düşünen ve ibret alan insanlar zamanla daha çok sabrederek öğrenmek gerektiğini anlar, ağırbaşlı ve olgun davranmaya başlar. Bundan dolayı yavaş, küçük, fakat sürekli adımlarla her gün daha fazla gayret göstermek gerekir. Vicdana aykırı olan hırs ve beklentilerin üzerine gidilmeli ve bunları insaniyetin ihtiyacı olup olmadığına bakarak değerlendirmelidir. Daha da ötesi için ey Yaratıcım, lütfen hidayet yolunda beni muvaffak kıl diye dua etmelidir. Bu duayla hemen her şeyi değişmez. Ama böyle bir aşamaya gelmiş bir insan, en azından artık bu kâinat şartlarında düzene uyarak hareket ettiği sürece yani vicdanına aykırı işler yapmadıkça emniyette olacağının farkındadır. Bugün değilse yarın, ama mutlaka doğruluğu tercih ettiği sürece Yaratıcının kendisi için Rahmetiyle başarı yolunda yaratacağı vesilelere başvurarak başarılı olacağından emindir. Bu gönül ve vicdan rahatlığıyla, kendisiyle çelişmemenin güveniyle kemal yolunda ilerler. İnsan vicdanını rahatsız eden hırslar aynı zamanda çeşitli psikolojik problemlerin de kaynağıdır. Seküler psikolojinin katı ilaç tedavileri bu sorunlara sadece geçici çözümler sunar ve insanı uyuşturarak sakinleştirir (biyolojik nedenlerden dolayı yaşananlardan bahsetmiyoruz). İnsan olarak vicdanımıza ters gelen bencil tutkular ve kaprislerimizle savaş halindeyiz. Varlık Kaynağımıza savaş açan bu suni hırslar bizim gerçekliğimiz olamaz.  Yaratıcımızın merhameti bizim hatalarımıza devam etmemize izin vermez. Duygularını ön koşulsuz dinleyen her insan, “bende bir şeylerin yanlış olduğunu biliyorum ve bundan memnun değilim” der. Yaratıcının mutlak merhameti, insana yanlışı fark ettirir ve yanlış yolda ilerlemesine izin vermez.

*Islam From Within Youtube kanalında yayınlanan “Quran-Universe Parallel Reading: Chapter Adiyaat– Part 2 –01/09/19” başlıklı video kaydı çalışılarak hazırlanmıştır.

Yazar hakkında

Yunus Erkan

Yorum yazın