Ders Notları

Mutlak Olanın Yaratma Biçimi: “Kün fe Yekûn” (‘Ol’ Der ve Olur)

Mutlak Olanın Yaratma Biçimi: “Kün fe Yekûn” (‘Ol’ Der ve Olur) | Ha-Mim

Ha-mim’de, geçtiğimiz günlerde yapılan (27. 08. 2024) Kur’an çalışmaları dersinde Yasin suresinin 82. ayeti üzerinde kıymetli yorumlar gerçekleştirildi. Söz konusu surenin son ayetlerinde (77-81) -takdimcinin de işaret ettiği üzere-, bu dünyadaki yaratılışlara dikkat çekilerek ölümden sonraki yaratılışın delilleri sunuluyor. Ayetlerde önce, bu konuda itirazı olanların kendi yaratılışlarını unutarak ölümden sonraki yaratılış haberine düşmanlık beslediği belirtiliyor. Ardından “insanları ilk defa yaratan Kudretin onları tekrar yeni bir yaratılışa tabi tutup dirilteceği” vurgulanıyor. Daha sonra dünyadaki yaratılıştan başka örnekler verilerek Allah’ın “Hallâk” ve “Alim” yani “mutlak yaratıcı” ve “mutlak ilim sahibi” olduğu ifade olunuyor. Ondan sonra da şöyle deniliyor: “O, bir şeyin olmasını dilediğinde, yalnızca (Onun mutlaklığının gereği olan şe’ni) ‘ol’ demekten ibarettir; o da oluverir” (36: 82)

Derste, önceki hafta konuşulan hususlara atıf yapılarak ilkin Kur’an’ın takip ettiği usul çerçevesinde şunlar dile getiriliyor: “Kur’an kainattan deliller getirerek konuşuyor. Diğer bir ifadeyle ayetler delil getirmeksizin ‘yeniden yaratılış var, yeniden diriliş var, ahiret var’ demiyor da insanın ilk yaratılışından, insanın gözü önünde gerçekleşen sayısız yaratılıştan, kainatın yaratılışından delillendirmeler yapıyor. Bu usulün ne kadar makul olduğu, aklı ikna etmede ne kadar önemli olduğu ortada. Bizim de hem iman konularını anlamaya çalışırken hem başkalarıyla paylaşırken bu Kur’anî usulü takip etmemiz gerekiyor. Sonra Kur’an bu ayetler dizisinde Allah’ın yaratma biçimine işaret ediyor; Onun yaratmadaki şe’ni ‘ol’ demesiyledir, ‘ol’ deyince o da oluverir’ diyor. Biraz vulgarize bir ifade ile söylemek gerekirse, ‘Yaratıcı yaratmak için çok uğraşıyor, hazırlıklar yapıyor, malzeme veya alet topluyor, çok zahmet çekiyor, çok efor sarf ediyor değil; O ‘mutlak’ olduğu için Onun bir şeyi yaratması ‘ol’ demesiyle, yani var olmasını dilemesiyle gerçekleşiyor’ diyor.”

Kur’an ‘gayba iman’dan söz eder. O halde imanda gayba açılan yol var. Tasdik düzeyinde kalmış bir onaylama, imanın kapsamına giren gayba imanı gerçekleştirmediğinden gayba iman edemez, dolayısıyla gayba imanı kabul etmez. İmanda derinleşme gerçekleşince insan ‘yakîn’e ulaşır. Bir gölden, söz gelimi, Beyşehir gölünden söz ediliyorsa, sadece onun varlığını duymak yahut göz ile görmek değil, bizatihi onun önce kokusunu almak, sonra içine girmek, duygularımızla onu hissetmektir, yakînî iman.

“Kur’an okumalarında şu önemli Kur’an tanımını unutmamak gerekiyor: ‘Kur’an insana, insanın Yaratıcısının insanın kapasitesine göre yaptığı konuşmadır.’ İnsan bu dünyada neyi nasıl görüyor, neyi nasıl gözlemliyorsa Kur’an insanın bu görmesini, bu gözlemlemesini dikkate alarak konuşur. Der ki, ‘Onun şe’ni yani Onun yaratma özelliği yani Onun varlığı vücuda getirme, varlığa varlık verme, varlığa ilmini, kudretini, hikmetini, rahmetini, adaletini… yansıtması öyledir ki, siz bunu şöyle görürüsünüz: Yaratıcı buna ‘ol’ dedi, olmasını diledi, o da oldu.’ Ayetteki ‘innemâ’ ifadesi ‘yalnızca’ anlamına gelir. O yalnızca olmasını diler. Fakat kullanılan dile dikkat edilmezse veya Kur’an’ın anlatım prensipleri bilinmezse, insanları şaşırtabiliyor. Onun şe’ni, temel özelliği odur ki, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ‘ol, der’ denildiğinde insanların kafası karşılıyor. -Metne sonradan yapılan tasarrufla-, O, bir şeye ‘ol’ diyorsa o şey zaten var değil midir? Var olan bir şeye ‘ol’ denir mi? Eğer o şey yoksa, olmayan bir şeye ‘şey’ denir mi? Bu husus, mutlak olan Yaratıcının ilim ve kudret sıfatıyla ilgilidir. Yaratıcı mutlak olduğu için, -mutlakiyeti dolayısıyla- her şey Onun sonsuz ilminde olmalıdır. Fiilen var olması ise ilminde olan o şeyin ‘kudret’ sıfatının tecellisiyle vücuda gelmesi demektir.”

“Diğer taraftan her şeyin Onun ‘ol’ demesiyle olması bazı insanlara tuhaf görünüyor, kafalar karışıyor: Ol diyor, oluveriyor. Nasıl bir durum bu? Sayısız yaratılış var alemde, Yaratıcı her birine ‘ol’ mu diyor? Ne demek bu? İnsanlar çoğunlukla Allah’a ‘bir Yaratıcı olmalıdır’ genellemesiyle inanıyor. Bu sebeple de bazı problemler yaşıyorlar. Allah’a imanla ilgili olarak Yaratıcının ‘mutlak’ oluşuna intikal etmek gerekiyor. Kainat nedir? Kainat Onun yarattığıdır, tamam da nasıl oluyor bu iş? Nasıl yaratıyor O? Basit bir dile ile bu, ‘O, alemi yok iken yarattı’ diye ifade edilir. Onun yaratma tazı nasıldır, nasıl yarattı, yaratıyor?’ diye sorulduğunda, mesela bazıları, ‘Görmüyor musun, Kur’an’da ‘O, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ‘ol’ der, o da oluverir’ buyruluyor’ derler. Bu anlayış Kur’an’ı zahirî şekilde okuyanlarda oldukça yaygındır. Üzülerek ifade edelim ki, ‘Kur’an’ı nasıl anlamak lazımdır, Kur’an’ı anlama usulleri nedir’ gibi konularda ciddi çalışmalar zamanımızda çok az görünüyor. Geçmiş dönem alimleri kendi çağlarının ihtiyacına göre Kur’an’ı cok detaylı bir şekilde çalışmış, binlerce eser bırakmışlar. Fakat maalesef zamanımızın ihtiyacına ve kapasitesine göre Kur’an çalışmaları yok denecek kadar az görünüyor. Yaygın olan açıklama ‘geçmiş alimler, geçmiş tefsirler bunu böyle açıklıyor’ şeklindeki nakiller yapan ifadelerle sınırlı kalıyor. Oysa geçmişteki alimler, az önce belirtildiği gibi kendi zamanları, kendi şartları çerçevesinde Kur’an’ı anlama gayreti içinde olmuşlardır. Allah hepsinden razı olsun. Ama bizler bugünün çocuklarıyız, kendi zamanımızı yaşıyoruz. Artık bugün, 21. yüzyılda bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Önümüzde adeta bilgi yığını var. Herkes alim oldu. İnternete yazınca neredeyse her teknik bilgiye, her dokümanter bilgiye anında, kolayca ulaşıyoruz. Oysa önemli olan usul yani metottur. İçinde yaşadığımız enformasyon çağında enformasyon öğretiliyor ve fakat düşünme metodu verilmiyor. Bu bakımdan biz derslerimizde sıklıkta metoda vurgu yapıyor, ‘bu metni nasıl anlayacağız’, diyoruz. Sonra da ‘ulaştığımız sonuç bizi ikna ediyor mu’, diyoruz.”

“Kur’an okumalarında usul olarak insanî özelliklerimizle kainata bakıyoruz, sorguluyoruz, muhakeme ediyoruz, ondan sonra bir sonuca ulaşıyoruz. Ardından da ‘bu sonuç ikna edici mi, beni ikna ediyor mu’ diyoruz. Terimlerle ilgili teknik kullanıma çok takılmadan söylemek gerekirse eğer, önce tasdik ediyoruz, sonra iman ediyoruz. Yani, -basit haliyle- iki aşamadan söz ediyoruz. Önce tasdik ediyoruz sonra yeterince duygularımızın da onaylaması ile ikna edici mi diyoruz, eğer cevabımız evet ise ‘iman’ ediyoruz. Çünkü sözlükte ‘doğrulama’ anlamına gelen tasdik dünyevi konularda da karşımıza çıkıyor. Mesela birisi, ‘ben şöyle şöyle gördüm’ dediğinde, biz de görmüşsek ‘evet, ben de gördüm’ diyerek arkadaşımızı tasdik ediyoruz. Kur’an ‘gayba iman’dan söz eder. O halde imanda gayba açılan yol var. Tasdik düzeyinde kalmış bir onaylama, imanın kapsamına giren gayba imanı gerçekleştirmediğinden gayba iman edemez, dolayısıyla gayba imanı kabul etmez. İmanda derinleşme gerçekleşince insan ‘yakîn’e ulaşır. Bir gölden, söz gelimi, Beyşehir gölünden söz ediliyorsa, sadece onun varlığını duymak yahut göz ile görmek değil, bizatihi onun önce kokusunu almak, sonra içine girmek, duygularımızla onu hissetmektir, yakînî iman.”

“Kategorik olarak söylemek gerekirse imanda ‘kalbin tatmin olması’nın mertebeleri vardır. Hani Kur’an’da zikrolunduğu üzere Hz. İbrahim’in Allah’a ‘ölüleri nasıl diriltiyorsun’ diye sorduğunda, ‘inanmıyor musun’ denmesine karşılık, ‘evet inanıyorum ve fakat kalbimin tatmin olması için’ demesi gibi (2: 260). Teknik tabiriyle yakîndeki mertebeler ilme’l yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn diye üç ana mertebe halinde sayılır. Yaygın bir anlatım olarak gemi örneği üzerinden de açıklanır. Geminin dumanını görünce bunun gemiye delalet ettiğini düşünmek ilk kategoriye, gemiyi gözle görmek ikinci kategoriye, gemiye binmek ya da dokunmak da üçüncü kategoriye ya da mertebeye örnek olarak verilir. Bu örnek yakîni değil de tasdik mertebelerini açıklamak için kullanılabilir. Benim zihnimde, denize veya göle fiilen girip organlarımızla yüzmek, duygularımızla hissetmek ve hatta suyunu tadarak varlığından kesin emin olmak yakînin üçüncü mertebesini daha açıklayıcı geliyor bana.”

Nitekim ayette geçen ‘emruhu’ kelimesi buna işaret ediyor: ‘Ona özel yani mutlak olana has yaratma ancak Onun dilemesi suretiyle olur, O başka hiçbir hazırlığa, önceden düşünmeye, malzemeye ihtiyaç duymaz.’ Oysa söz gelimi, ben bir ev yapacak olsam, zemin etüdü yaparım veya yaptırırım. Neresi temel atmaya müsait, neresi değil; neresi yumuşak, neresi kayalık inceler, ona göre hareket ederim. Çünkü ben ‘mutlak’ değil, sınırlı bir varlığım. Bilgim gücüm, imkanın sınırlı (bu sınırlı güçü, irade ve imkanı bana veren de nihayet O mutlak olan Yaratıcıdır) olduğu için bunları hesaplamak benim için zorunludur. Yaratıcı ise mutlak olduğu için hiçbir ön tasavvura, ön plana, ön hazırlığa muhtaç değildir.

“Tekrar ayete dönersek, ayetteki “innemâ” ifadesi, daha önce belirtildiği üzere ‘yalnızca’ anlamına geliyor. Yani Onun yaratması sadece ‘ol’ demekten ibarettir; zira O, -tanım gereği-, ‘mutlak’ olması zorunlu olan’ olduğu için yaratmasında malzemeye ve hazırlığa ihtiyaç duymaz demektir. Bir şeye ihtiyaç duyan mutlak olamaz, mutlak olmayan da ilah olamaz. O mutlak ise -yine tanım gereği- Onun kudreti de mutlaktır yani sonsuzdur, ilmi de mutlaktır yani sonsuzudur, iradesi de mutlaktır yani sonsuzdur. Çünkü sayısını hatta türlerini bilemeyeceğimiz çoklukta yaratık var, adeta sayısız çoklukta form var, sayısız çoklukta mahlukat var. Bakıyoruz, yaratılanların yani mahlukatın hiçbirisinin bu özelliklerden hiçbirisine kaynaklık edecek durumlarının olmadığını anlıyoruz. Zorunlu bir aklî çıkarıma ulaşarak demek ki mutlak bir yaratıcı var, mutlak bir kudret var, mutlak bir ilim var, diyoruz. Nitekim ayette geçen ‘emruhu’ kelimesi buna işaret ediyor: ‘Ona özel yani mutlak olana has yaratma ancak Onun dilemesi suretiyle olur, O başka hiçbir hazırlığa, önceden düşünmeye, malzemeye ihtiyaç duymaz.’ Oysa söz gelimi, ben bir ev yapacak olsam, zemin etüdü yaparım veya yaptırırım. Neresi temel atmaya müsait, neresi değil; neresi yumuşak, neresi kayalık inceler, ona göre hareket ederim. Yumuşak olan zemin için daha çok beton atmak gerekir diye düşünür, kayalık için başka türlü tedbirler alırım vs. Çünkü ben ‘mutlak’ değil, sınırlı bir varlığım. Bilgim gücüm, imkanın sınırlı (bu sınırlı güç, irade ve imkanı bana veren de nihayet O mutlak olan Yaratıcıdır) olduğu için bunları hesaplamak benim için zorunludur. Yaratıcı ise mutlak olduğu için hiçbir ön tasavvura, ön plana, ön hazırlığa muhtaç değildir.”

“Söz konusu ayette geçen bir diğer kelime de ‘erâde’ fiilidir. Onun dilemesi bir şeyin varlığa gelmesi için yeterli nedendir. Çünkü O, -tekrar tekrar söylediğimiz üzere- mutlaktır. O mutlakiyeti dolayısıyla her şeyi dilemesiyle, malzeme olmaksızın yapar, yapıyor. Burada yeri gelmişken ‘erâde’ fiili ile ‘şâe’ fiili arasındaki farka da değinmek icap ediyor. Türkçe her iki fiile de ‘dileme’ anlamı veriliyor. Ama Arapça bakımından aralarında nüans var. ‘Şâe’ fiili -mastarı bakımından- ‘meşiet’ kelimesi iki tercihten birisini dilemek anlamına geliyor. Mesela ‘Allah dilerse’ anlamındaki ‘inşallah’ (in şâe Allah) ibaresi Onun olmasını ya da olmamasını dilemesi anlamındadır. Yani olmasını dilerse olur, olmamasını dilerse olmaz. ‘Erâde’ fiili -mastarı bakımından ‘irade’ kelimesi ise tek alternatifin söz konusu olduğu durumları ifade etmek için kullanılır. Yani tek bir alternatif vardır; olmasını ister ve istemesiyle birlikte, var olur. Şunu da ifade edelim ki, biz Allah hakkında spekülasyon yapmıyoruz. Böyle bir yaratılışı görüyoruz. Yaratılışta gördüğümüz özelliklerden hareketle Yaratıcının yaratma işlemini nasıl gerçekleştirdiğini konuşuyoruz. Kısacası Onun ‘mutlak’ olduğunu anlıyor, sonra bunu tasdik ediyor, sonra da buna iman ediyor, bunu alemdeki yaratılışta görüp fark ediyor, böylece imanda yakîne ulaşıyoruz, hem aklımız ikna oluyor hem kalbimiz yani duygularımız tatmin oluyor.”

Dersin bundan sonraki bölümlerinde Bakara suresinin ilk ayetlerinde geçen; Kur’an’da “şüpheye yer verecek özellikler bulunmadığı konusu ve imanın gaybîliği ile takva kavramı etrafında önemli noktalara dikkat çekiliyor. Son olarak da yine yaratılışla ilgili çok önemli bir konu olan “malzemesiz yaratma” bahsi somut örneklerle ikna edici şekilde ortaya konuluyor. Allah razı olsun.

Dersin kayıtlarına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=Pf9fQsEth30

Yazar hakkında

İlyas Üzüm

Dünyalıyım. Güneş Sistemi sokağında oturuyorum. Yaşadığım Samanyolu galaksisi şehrini bile gezemedim. Yolda mıyım, emin değilim ama "yolda olmak, yolcu olmak" istiyorum; zaman ve varlığın sonsuz yolculuğunda.

Yorum yazın